Engin Korkut yazdı | Eski dosttan düşman olur mu?

Engin Korkut yazdı | Eski dosttan düşman olur mu?

Engin Korkut

Bugünlerde muhalif medyanın ve hatta havuz medyasının önemli başlıklarından birini, Gelecek ve DEVA partilerinin kuruluş çalışmaları ve kendilerini tanıtma süreci oluşturuyor. Davutoğlu ve Babacan ana akımda yer alan kimi kanallarda ve diğer kimi basın organlarında demeçler veriyor, Erdoğan’a ve AKP iktidarına kimi eleştiriler yönelterek popülaritesini artırmaya çalışıyor.

İki “yeni” atılımın, siyaset tarzı ve anlayışı açısından ne kadar “yeni” olduğu oldukça tartışılır oysa. Ahmet Davutoğlu’nun başkanlığında kuruluşlarını tamamlayan Gelecek Partisi, siyasette güncel olarak özetle şu şekilde konumlanıyor: Ne Kürtlerin olası desteğini kazanmaya çalışmaktan vazgeçelim, ne de onların şehirlerini yakıp yıkan, katleden zihniyetin takipçilerinin... Geçmişte Türkiye’de Gezi Direnişi’nde, Roboski’de, 7 Haziran – 1 Kasım sürecinde emekçi halka yapılan zulümde pay sahibi değilmişiz gibi yapalım, üzerimizdeki yüklerden kurtulalım...

Davutoğlu ve Gelecek Partisi’nin güvence altına almak istediği tek geleceğin, sermaye sınıfının ve IŞİD’in başı ezilince eskisi gibi cihatçı naralar atamayıp sessizleşenlerin geleceği olduğu biliyoruz. Yine de bu yazının konusunu Gelecek Partisi’ne değil, ona göre çok daha dolaylı hamleler aracılığıyla siyasette kendisine yer açmaya çalışan DEVA Partisi’ne ayırmak istiyoruz.

DEVA, neye DEVA olacak?

DEVA, isminden söylemlerine kadar Türkiye’ye “normalleşme, kucaklaşma, yaraları sarma” vaatleri veriyor. Partinin başkanlığını yapan Ali Babacan, hepimizin bildiği üzere AKP’nin “yükseliş” döneminin sonlarının ekonomi bakanlığını yapmış, dolayısıyla Türkiye’de halkın 100 yıl boyunca kendi birikimleriyle yarattığı kurumların sermayeye peşkeş çekilişinin baş mimarlığını yapmış bir isim.

Yine de şimdiden bakıldığında Ali Babacan ve DEVA, Davutoğlu ve Gelecek Partisi kadar bariz açılımlar yapmak yerine daha fazla “yoklayan”, hassasiyet gözeten bir tutum takınıyor. Laik ve seküler kesime farklı vaatler sunarken, muhafazakâr kesimlere “kazanımlarını koruma” sözü vermekten hiç geride durmuyor. Türkiye’ye yeni bir normal öneriyor, patronlar ile emekçiler arasındaki dengeyi, mevcut dengesizliğe sabitleme sözü veriyor.

İki partinin en büyük ortak noktası, AKP faşizminin yerleşikleşmesindeki rollerini “O zamanlar kol kırıldı yen içinde kaldı, biz itiraz etmiştik fayda etmedi” diyerek reddetmeleri. Bir diğer ortak noktaları ise örtük veya açık biçimde Erdoğan ile kavgaya tutuşmaları, yıllarca sürdürdükleri büyük birlikteliklerini, şimdiki ufak farklılıklar ile örtbas etmeye çalışmaları.

Biz bu yazıyı bu eleştiriler ile sürdürmek yerine, diğerine göre daha “stratejik” hareket eden DEVA Partisi’nin açıkladığı parti programından aldığımız kimi notları maddeler halinde paylaşarak en sonda öne süreceğimiz iddianın altını doldurmaya çalışacağız.

- Sermayeye tavizsiz güvence

İlk maddeyi bu şekilde belirlememizdeki ana sebep, aslında tüm programın bu güvence sözüyle süslenmiş olması. Programın “Ekonomi” başlıklı bölümünde tüm cümleler şu sözcüklerden türetilmiş gibi: Hür teşebbüs, sürdürülebilir büyüme, verimlilik... DEVA, iktidarın sermayenin belirli kesimlerine yönelik oluşturduğu kimi tehditkâr tutumlara karşı sermayenin dilediğince serpilip gelişebileceği topraklar vadediyor programda. İşsizliği azaltmaktan, teknolojik ve sınai atılımlardan, bu ana koşulla uyumlu olduğu ölçüde söz ediyor program. Programın önce emekçilere değil -ki bunu zaten beklemiyorduk- patronlara söz vermesinin bir anlamı olmalı. Ayrıca programda özele daha çok, devlete ve kamuya daha az alan ayrılacağını da ekonomi politikaları kapsamında vadediyorlar.

Programda birkaç paragraf arayla yer alan iki cümleyi birlikte verelim:

“Güçlü sermaye ve fon yapısına, etkin risk yönetimine ve yüksek verimliliğe sahip bir bankacılık sektörü, sürdürülebilir büyüme için kritik bir önem taşımaktadır.”

“İstikrarlı bir finansal yapının olmazsa olmazı etkin ve sağlıklı işleyen bir sermaye piyasasıdır.”

Bu krizden çıkışın yolunu bulmuş gibiler: Çatlak duvarın üzerine bant çekecekler, “yaralarımızı sardık, yolumuza devam ediyoruz” diyecekler. Krizin ve yoksulluğun kaynağını güçlendirmeyi vadederek krizi ve yoksulluğu önleyeceğini öne sürmek, ne yaman çelişki...

DEVA Partisi, patronların sorunlarına DEVA olmaya taliptir.

- NATO ve ABD’ye tavizsiz güvence

Programın dış politika kapsamında ele alınan kısmında gözümüze ilk çarpan şey şu: AKP’nin dış politikada yakın dönemdeki çuvallamalarına, savaş girişimlerine dair dişe dokunur hiçbir eleştiri yer almıyor. Suriye için toprak bütünlüğünü savunan DEVA, aynı kısımda NATO ve ABD’nin ne kadar önemli bir müttefik olduğuna uzunca yer ayırmış örneğin. “NATO’nun caydırıcı gücünün” hesaba katılması, bu bağlamda NATO ile ilişkilerin sağlam tutulması için sözler veriliyor. Bununla birlikte AB üyeliğinin kesinlikle kendileri için önemli bir gündem olduğunun altı çiziliyor, orta vadeli bir hedef olarak partinin önüne koyuluyor.

Neredeyse zamandan ve mekândan bağımsız kaleme alınmış olduğunu söyleyebileceğimiz bu kısımdan birkaç mesaj çıkartılabiliyor elbette: NATO’ya sıkı sıkı sarılacağız, AB’ye üyeliği zorlayacağız, Suriye’de toprak bütünlüğüne bölgedeki halkların katledilmesi koşuluyla elbette saygı duyacağız...

DEVA Partisi, “Amerika’nın sınırları Kars’tan başlar” diyen ABD’nin ve suç örgütü NATO’nun taleplerine DEVA olmaya taliptir.

- Polis zulmüne tam gaz devam

Programın “Güvenlik ve Savunma” isimli kısmında genel olarak iç güvenlik meselelerine yer verilmiş. Bu bölümde özellikle yapılan vurgu, kolluk gücünün muhafaza edilmesi ve hatta daha etkin bir hale getirilmesi üzerine. “Önleyici ve caydırıcı kolluk gücü ile sokaklarında suçun kol gezmediği” bir güvenlik altyapısı oluşturulacağının sözünü veren DEVA Partisi, bizzat kolluk gücünün işlediği suçlara dair hiçbir şey söylememeyi tercih ediyor.

Bu arada biraz sonra değineceğimiz göçmenler meselesi ile ilgili niyeti beyan eden bir cümle de bu kısımda yer alıyor: DEVA, yanlış göçmen politikaları nedeniyle Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı ciddi yabancı sığınmacı problemini çözmenin yolunun, “önleyici kolluk kapsamında sığınmacıların suça bulaşmalarını ve toplum güvenliğini tehdit etmelerini engelleyecek tedbirler alınmasından” geçtiğini öne sürüyor.

DEVA Partisi, Soylu’nun bırakacağı yerden devralmaya taliptir.

- Hiçbir şey söylemeden çok şey söylemek

Programda yer verilen sosyal politikalar kendi içinde bölümlere ayrılmış durumda. Ancak incelediğimizde, bu maddenin başlığında yazdığımız şeyin gerçekten yerinde bir yakıştırma olacağını düşünüyoruz. Tamamına değinemeyecek olsak da birkaç örnek ile açıklamaya çalışalım.

Programda ilk göze çarpan, Kürt sorununa ilişkin yaklaşım oluyor elbette. Program içerisinde oldukça geniş yer ayrıldığını söyleyebileceğimiz Kürt sorunu hakkında “DEVA Kürtler hakkında ne söylüyor?” diyerek programı okumaya kalkarsanız, sorunuza cevap bulamamanız oldukça muhtemel. Bu noktada programın “zekice düşünülmüş” bir yönü olduğunu teslim edelim. Kürt sorunu, temelinde anadilde eğitim hakkının olduğu; Kürtlere dönük katliamların, hak ihlâllerinin, atanan kayyımların ise bu temelin etrafına “şöyle bir serpiştirildiği” bir şekilde programda kaleme alınmış. Kürtlerin eşit yurttaşlık ve özgürlük talepleri ile ilgili sorunlar hakkında “demokratik bir tartışma zemini yaratılacağı” söyleniyor, kayyumlar için “olmaması gerekir” deniyor, Kürt siyaseti ile kapıları açık tutmak içinse anadilde eğitim hakkı tanınıyor. Elbette onun da bir sınırı var: Anadilde eğitim haktır, “Resmi dilimiz olan Türkçe’nin iyi öğretilmesi esas tutulduğu sürece”.

Bir diğer konu, eğitim ile ilgili. Seküler kesime göz kırpmak konusunda özel bir çabaya sahip olduğunu görebildiğimiz DEVA, eğitim konusu ile ilgili teknik düzenlemelerin ötesinde bir şey önermiyor. Örneğin programın “Sosyal Politikalar” kısmının tümünde ‘laik’ kelimesi bir kez dahi geçmiyor. Eğitim ile ilgili yapılacağı vadedilen düzenlemelerde eğitimde yaşanan gericileşmeye, eğitim sisteminin içine yuva yapan cemaat ve tarikatlara dair bırakın herhangi bir düzenleme vaadini, herhangi bir eleştiri dahi yer almıyor. Onun yerine bol bol teknik reformlar önerilen programdan çıkarttığımız sonuç şu: Çocuklara dinci gerici ideolojinin, cihatçılığın öğretilmesinde pek de sakınca görülmüyor, yeter ki “Tersyüz Edilmiş Öğrenim Uygulamaları” çerçevesinde öğretilsin...

DEVA Partisi, AKP’yi açıktan savunmadan AKP’nin yarattıklarını, biriktirdiklerini ileri taşımak isteyenlere DEVA olmaya taliptir.

Eski dosttan düşman olur mu?

Programın bize göre “AKP görünümlü olmayan AKP” turnusolü diyebileceğimiz kimi noktaları bunlardı. Elbette üzerine pek çok şey daha söylenebilir, ancak bu kadarı dahi öne süreceklerimize dayanak olmak için yeter. Bugünlerde Erdoğan ile karşı karşıya gelmeyi, eleştirerek ondan ve zihniyetinden bağımsızlaşmış olduğunu kanıtlamayı zorlayan Babacan’ın ve önderliğindeki DEVA Partisi’nin programı ve hülyası, başlarda da söz ettiğimiz gibi yıllar içerisinde birlikte yarattıkları uçurumun, emekçiler ile patronlar arasındaki uçurumun muhafaza edilerek siyasi tansiyonun düşürülmesi üzerine. Bu tansiyonu düşürmeyi ise huzurlu bir Türkiye istediklerinden değil, bu yüksek tansiyonun olası bir patlama halinde Türkiye’de patronların iktidarını alaşağı edeceğini bildiklerinden istiyorlar.

Yine de bildiklerimizi bir kez daha hatırlayalım: Devrimcilere düşen görev, günümüz koşullarında AKP iktidarı ve onun faşist zihniyeti ile mücadele dururken nişangâhı başka aktörlere yöneltmek, tüm siyaseti onların eleştirisi üzerine kurmak değildir. Çünkü bunu yapması kolay olduğu kadar sonuçsuzdur da. Ali Babacan’a, DEVA’ya, Davutoğlu’na, Gelecek’e dair devrimcilerin söyleyecekleri ve yapacakları bellidir: Onların dün AKP’nin kurucusu, bugün ise tırnaklarını biraz törpülemiş muadili olduğunu unutturmamak ve haykırmak, günü gelip çattığında ve AKP iktidarı tüm ihtişamıyla yerle bir edildiğinde ise yeni AKP’lerin bu halkın başına bela olmasını var gücüyle engellemektir.

DAHA FAZLA