Enkaz kaldırmak...
Elbette öncelikli görev; yılların enkazını kaldırmak, enkaz altında kalan emekçilere rahat bir nefes aldırmak ve aydınlık bir ülke için dayanışma ruhunu yükseltmek.
Mehmet Torun
Yaşanan yıkımlar, toplu ölümler ve çekilen acılar bu düzenin böyle devam edemeyeceğini açıkça gösteriyor. Uzun yıllardır her alanda uygulanan yanlış politikaların, rant öncelikli uygulamaların, plânsızlık ve denetimsizliğin sonucu belliydi aslında. AKP iktidarı ise yirmi yıllık uygulamalarıyla ülkeyi her alanda enkaz yığını haline getirdi.
Eğitimden sağlığa, ekonomiden sanayiye, adaletten güvenliğe, tarımdan madenciliğe kadar tüm alanda yaşananlar ortada. Yoksul halkın birikimleriyle oluşan tüm değerler, özelleştirildi, satıldı, talan edildi. En başarılı olduğunu söyledikleri beton imparatorluğu!! dahi çöktü, enkaza dönüştü, içinde oturanların tabutu oldu. Depremde yerle bir olan yapıların yarıya yakını son yıllarda yapılmış. Duble yollar kâğıt gibi yırtıldı. Kentlerde gösterişli törenlerle açılan alt geçitler göle dönüştü, insanlara mezar oldu. Cumhuriyet tarihinde madenlerde gerçekleşmiş toplu ölümlerin üçte ikisinin AKP iktidarı döneminde yaşanması, kimlerin ne bedeller ödediğinin acı bir göstergesi.
Ülkemizi derinden sarsan deprem öncesi hiçbir köklü ve yapısal önlem alınmadığı gibi, sonrasındaki kurtarma operasyonları tam bir fiyasko oldu. Çok çok önemli olan 48 saatte ne yazık ki hiçbir şey yapılamadı. Devlet müdahalede gecikti. Bu durum daha çok can kaybına yol açtı. 138 saat sonra enkaz altından çıkarılan bir yaralının ilk sözünde "Beni özel hastaneye götürmeyin, param yok" demesi aslında pek çok şeyi açıklıyordu. Paran kadar yaşa demekti bu. Vahşi kapitalizmin tüm çirkinliğini net olarak gözler önüne seriyordu.
Halkın yardımları ve destekleriyle zor durumda kalanlara hizmet ulaştırması gereken Kızılay’ın depremin ilk günlerinde çadır satması ise tam bir ahlâki çürüme örneği. Holdinge dönüştürülmüş yapısıyla o anda bile ticareti düşünen kafaların yönetimde olması, 3-5 yerden yüklü maaş almaları vicdanları yaralarken insani değerlerin nasıl ayaklar altına alındığının açık bir göstergesi. Tarım Bakanının yaşanan son sel felaketinin ardından “sel 15 canımızı aldı ama toprakta suya kavuştu” sözü insan hayatına verilen değeri göstermesi açısından ibret verici.
Tüm bu yaşananlar ışığında ülke tarihinin en önemli seçimlerinden birine doğru gidilmekte. Ya tek adam rejimi, saray rejimi devam edecek ya da bir değişimin önü açılacak. Seçimin ertesi günü her şeyin güllük gülistanlık olmasını beklemek elbette saflık olur ancak iyiye doğru bir değişimin kapısını aralamak bile umutlanmak açısından önemli. Hukukun egemen olduğu, insan haklarına saygının öne çıktığı, asgari demokratik taleplerin dile getirilebildiği, güçler ayrılığının benimsendiği bir ortamı talep etmek hepimizin en doğal hakkı. Bunu hayata geçirmek için seçimlerde irade ortaya koyulmalı, yurttaş olmanın gerekleri yerine getirilmeli.
Toplumsal dinamikler bir değişimin olacağını göstermekte. Değişimin yönünü ve sonucunu bu dinamiklerin ortaya koyacağı güç ve irade belirleyecek. Yapısal bir dönüşüm ve uzun vadeli düzenlemeler için politik bir irade ve ciddi bir plânlama gerekli. Sistemin sınırları içinde kalacak düzenlemelerin pansuman tedbirler olacağı ve yaraya merhem olmayacağı da bilinmeli. Radikal çözümler gerekli ve bu çözümleri öneren yapıların öne çıkarılması, güçlenmesi hepimizin yararına.
Bugüne kadar inandırıldığımız ezberler bozulmak zorunda. Her şeyden önce laik olmayan bir rejim demokratikleşemez. Bu alanda gerekli düzenlemelerin acilen yapılması şart.
Dış kaynaklardan borç aramak, medet ummak yerine içeride sermayenin dizginlenmesini ve vergi adaletini düzenleyecek önlemler alınmalı. Sonuçta, iç ve dış borçların faizini bu ülkenin yoksul emekçi sınıfları ödeyecek.
Bugüne kadar özelleştirmeler adı altında yağmalanan, talan edilen tüm kaynakları ve kurumları kamulaştırmak şart. Eğitimin, sağlığın bir kâr aracı olmaktan çıkarılması öncelikle insani bir görev. Gelir dağılımdaki dengesizliğe acilen müdahale edilmesi bir zorunluluk.
Enerjide, madencilikte, tarımda, ekonomide toplumcu, kamucu plânlamalarla tüm üretimlerin toplumun gerçek ihtiyaçları temelinde yapılması olmazsa olmaz bir öncelik.
Tüm bu öncelikleri programına almış siyasi yapıların, barışı ve kardeşliği, demokratik yaşamı önceleyen siyasi partilerin desteklenmesi, güçlendirilmesi önemli. Aksi halde içinde bulunduğumuz karanlık devam edecek.
Elbette öncelikli görev; yılların enkazını kaldırmak, enkaz altında kalan emekçilere rahat bir nefes aldırmak ve aydınlık bir ülke için dayanışma ruhunu yükseltmek.
Mücadeleyi ve dayanışmayı güçlendirerek güzel günlere ulaşmak umuduyla…