Röportaj: Gürer Mut
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Galip Yalman ile Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Hitler Almanyası' hülyası üzerine konuştuk. Yalman'a göre, Erdoğan'ın sözlerinde hem Nazi iktidarının, hem 12 Eylül'ün hem de Latin Amerika başkanlık modellerinin izlerini bulmak mümkün. Yalman, gündemin iktidar tarafından belirlenmesinin, başkanlık ve rejim tartışmalarına sıkışmanın tehlikelerine dikkat çekiyor ve AKP'ye karşı ağırlığın oluşturulmasına odaklanmak gerektiğini düşünüyor.
Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklama ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Erdoğan’ın Hitler Almanya’sındaki başkanlık rejimine vurgu yapmasını nasıl değerlendirdiniz?
Bu açıklamayı çok da abartmamak lazım. Zaten uzunca bir dönemdir yaptığı açıklamalarda bunun izlerine rastlıyorduk. Fakat çok büyük bir siyasi gaf yaptığını söylemek lazım. Batı kamuoyuna nasıl bir anti-demokrat lider olduğu görüntüsünü kendi eliyle vermiş oldu. Büyük yara aldığı ortada. Eskilerin deyimiyle, “kaş yapayım derken göz çıkardı.” Elbette kendi siyasi birikimiyle ilgili de bir durum. Bu açıklamaları yaparken aklında Kürt meselesi de var ve "federasyon niyetimiz yoktur" açıklamasını yapmasının nedeni de budur. Bu açıdan ABD tipi bir başkanlıktansa, Latin Amerika ülkelerinde yaşanan başkanlık sistemini referans aldığı çok belli.
Üniter yapının içinde başkanlık sistemi vardır demekle ne demek istiyor?
Hitler Almanya'sına dair yazılanları bugün gördüm. Hitler'in atandığına dair yazılar çıkmış. Şunu bilmek gerekiyor, Hitler başbakanlıktan gelen biri. Öyle tepeden bir anda olmuyor hiçbir şey, bir süreç izliyor. Başkanlık sistemlerinin hepsi parlamenterist değildir. Erdoğan parlamentonun kısıtlayıcı yetkilerinden arınmış bir süreç tasarlıyor. Federasyon sistemini de istemiyor. Gerçekten abes bir tablo var karşımızda. Brezilya örneğinde de başkanlık sistemi var ama orada güçlü bir parlamento görüyoruz. Devlet başkanını kısıtlayıcı yetkileri var parlamentonun. Sonra eğer Erdoğan Latin Amerika örneğini benimsiyorsa orada da darbe dönemlerinin olduğunu bilmesi lazım. Bunlar çok kritik. Latin Amerika ülkelerinin çoğu uzun süre askeri darbelerle boğuştu.
'HALK BUNU İSTİYOR' GÖRÜNTÜSÜ İÇİN...
Hitler döneminde yasama, yürütme ve yargı nasıl işliyordu?
Hitler Almanya'sında yasama, yürütme ve yargı diye bir durum yoktu. İktidarı tek elde toplanmasının sonucunda Nazi partisinin, dolayısıyla Hitlerin mutlak bir otoritesi vardır. Bu süreç zaten toplu yok oluşları, katliamları beraberinde getirdi.
Benim bu duruma dair esas belirtmek istediğim; Erdoğan'ın mevcut yapının yani sivil toplum kurumlarının, partilerin, sendikaların vs. bu konuya dair ne düşündüklerini umursamaması. 12 Eylül nasıl kendisine göre bir “plebisit” yarattı ve halka da bunu oylattıysa, AKP'nin de aynı uygulamayı devreye sokarak “bunu halk istiyor” diyeceği açıktır. Bir benzetme yapılacaksa Hitler Almanya'sının uygulamalarıyla benzerlik kurulabilecek bir süreç açılıyor diyebiliriz.
2010 referandumunda yeni bir anayasayı savunan ‘yetmez ama evetçiler’ çıktı. İktidar toplumun tüm kesimlerine bu konuyu tartışarak yeni bir anayasa, yeni bir başkanlık sistemini toplumun gündemine sokmak istedi. Son açıklama da buraya denk düşüyor bence. Bu gibi durumların önüne geçmek gerekiyor.
KENDİ GÜNDEMLERİMİZİ AÇMALIYIZ
12 Eylül’den bu yana toplumun direnen kesimleri olan aydınlar, ilericiler ve yurtseverler türlü tasfiyelere maruz kaldı. Erdoğan’ın yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplama hamlesine karşı bugün muhalefet ne yapmalı?
Elbette kısmi de olsa parlamenter sistem bunun önüne geçmeyi deneyecektir. Burada herkesin üstüne düşen konuya dair farkındalığı yaratmaktır. Başta da söylediğim gibi, iktidarın başkanlık konusunu açarak gündemde tutması tuzağına kimsenin düşmemesi gerekir. Bunun yerine yeni koşullarda nasıl mücadele verileceği düşünülmelidir. Şu anda yapılması gereken rejim sorununun tartışılmasından ziyade toplumsal güçlerin karşı ağırlık oluşturmasını sağlamaktır.
Biz bir sarmalın içine çekilmek isteniyoruz. İktidarın açtığı başlıkları yanıtlamaya veya bu konuya dair ne yapacağımız üzerinde takılıp kalıyoruz. Tartışmayı iktidarın belirlediği ölçüde karşısında bu konuyu tartışan bir toplam çıkıyor. Yani iktidarın istediği yere geliniyor. 12 Eylül’ün getirdiği sendikaların baskılanması, toplu iş sözleşmeleri, basın özgürlüğü, siyasi partiler yasası ve toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasının değiştirilmesi gibi konulara dair tartışmalar başlatmak ve iktidarı sıkıştırmak gerekiyor.
Başkanlık sistemi tartışmalarının içinde kayboluyoruz! Kamuoyunu nasıl şekillendirdiklerinin üstünden dersler çıkartılması gerek. Sadece başkanlığa kilitlenmek çok tehlikeli.