FKF Genel Başkanı Çavdar: 'Türkiye’nin bu topraklardan yobazlığı silip atacak bir laiklik programına ihtiyacı var'

FKF Genel Başkanı Çavdar: 'Türkiye’nin bu topraklardan yobazlığı silip atacak bir laiklik programına ihtiyacı var'

İleri Haber ve Genç Gazete ortak çalışmasıyla, Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun yeni Genel Başkanı Ufuk Çavdar ile 15 Temmuz'un ardından Türkiye'nin durumuna, AKP'nin başkanlık dayatmasından, liselerdeki direnişlere, 29 Ekim Cumhuriyet bayramına kadar birçok başlıkta sohbet ettik. İyi okumalar...

Öncelikle Genç Gazete ve İleri Haber emekçileri adına röportaj talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bu vesileyle, yeni dönemde sizinle birlikte FKF kurullarında sorumluluk alan arkadaşlarımıza da başarılar dileyelim. İsterseniz, geçtiğimiz günlerde FKF 4.Kongresi'ni topladınız, ilk olarak oradan başlayalım. Kongreyi nasıl gözlemlediniz, hangi tartışmalar ön plandaydı?

Bize kendimizi, derdimizi anlatma fırsatı verdiğiniz için teşekkür etmeliyim sizlere. Biz de Genç Gazete ve İleri Haber emekçilerine başarılar dileyelim, zor bir dönemde gerçeğin, emekçi halkın sesi olmayı misyon edindikleri için.

4.Kongremizde üniversite ve lise çalışmalarımızdan, kadın mücadelesine, ülkemizin mevcut durumuna kadar bir dizi başlıkta tartışma fırsatımız oldu, kararlar aldık. Ama kongredeki tartışmalara bakıldığında, en ağırlıklı yeri Türkiye’nin mevcut durumuna ve çıkış yollarına ayırdığımızı belirteyim.

Türkiye, Temmuz ayından bu yana iki tane darbe girişimini yaşadı. Birincisi 15 Temmuz’da Gülen Cemaati’nin darbe girişimi, ikincisi de Erdoğan’ın 15 Temmuz gecesi televizyonlardan “bu bize Allah'ın bir lütfu” diyerek duyurduğu, içinden geçtiğimiz sürecin karakterini belirleyen Saray darbesi.

15 Temmuz’dan şu güne kadar yaşadıklarımıza bir bakalım. “Demokrasi buluşmaları”, “Milli Mutabakat”, OHAL’in ilanı ve devamında çıkarılan KHK’ler, özellikle yargıya ve TSK’ya yönelik yapılan müdahaleler, cadı avını andıracak şekilde başlatılan operasyonlar ve bu operasyonlarda gözaltına alınan, tutuklanan ilerici, muhalif akademisyenler ve başkanlık sistemi tartışmaları. Bunların hepsi bize bir şeyi işaret ediyor: Cumhuriyet’in tasfiyesi ve yeni bir rejimin kurulmaya başlanması.

Birkaç başlığın altını çizmek gerekiyor bu noktada.

Birincisi “Milli Mutabakat” diye kodlanan süreç... AKP arkasına aldığı “Milli Mutabakat ruhunu” kullanarak arzu ettiği rejimi kurmak adına hızlıca adım attı, fiili bir başkanlık sistemini oluşturdu. Bu fiili durumun yaratılmasının ardından 14 Ağustos Yenikapı Mitingi ile somutlanan mutabakat zemini yine AKP eliyle yıkılmış ve bugün yerini AKP’ye "koşulsuz biat"a bırakmıştır. O gün bu zeminin en önemli parçası olan büyük sermaye grupları ve bunların medya organları bugün AKP’ye biat konusunda birbirleriyle yarışır haldeler. Mesela bahsi geçen sermayedarlardan Ali Koç yurtdışında yaptığı bir açıklamada medyaya “milli” olmasını salık veriyor, Türkiye’nin Orta Doğu’daki gelişmelerde daha saldırgan bir tutum almasını meşrulaştırmaya çalışıyor. Doğan Medya Grubu’nun Amerika’da düzenlediği “islamofobi” panelinde konuşan Vuslat Doğan Sabancı, islam savunuculuğuna soyunuyor. Yıkılan zeminin hemen hemen bütün muhattapları, AKP’ye nasıl daha fazla yaranırım’ı ve Cemaat’ten ortaya çıkan boşluğu nasıl kapatırım’ı düşünmeye başladı.

İkincisi OHAL ve KHK’ler... AKP, Cemaat’in darbe girişiminin ardından rejim inşaasını hızlandıracak yeni bir enstrüman keşfetmiş durumda. OHAL ve KHK’ler, AKP’nin devleti önce çözüp ardından yeniden kurma sürecinde ihtiyaç duyduğu serbestliği, denetimsizliği sağlıyor. İçinden geçtiğimiz bu dönem aslında AKP’nin başkanlık sistemi ile neyi arzuladığını da bize gösteriyor. Ama bu fiili durumu sonsuza kadar sürdüremezler. Yeni rejimin inşaası doğrultusunda bu süreci başkanlık sistemi ile sonlandırmak zorundalar, bunun için uğraşıyorlar. Görüyoruz, son haftalarda başkanlık sistemi gündemde daha fazla yer bulmaya başladı, bundan sonra da bulmaya devam edecek.

Genel olarak AKP’nin gerici, baskıcı karakterini arttırdığı bir dönemden geçiyoruz. 15 Temmuz darbe girişimini kendileri adına fırsata çevirdiler ve kendi Saray darbelerini örgütlemek için gerek duydukları zemini ve enstrümanı elde etmiş oldular. Ama her şey onlar için iyi gidiyormuş gibi bir tablo yok ortada. Hem iç hem dış politikada kriz yaşamaya, sıkışmaya devam eden bir AKP ile karşı karşıyayız. Fırat Kalkanı adıyla başlattıkları sürecin nasıl bir fiyaskoya döndüğü ortada, şimdi bir de bütün kozlarını oynamalarına rağmen Musul operasyonunun dışında kaldılar. Öteki yandan da Haziran Direnişi hala bir yara onlar için. “Demokrasi Şölenleri’nin” her fırsatta Gezi ile karşılaştırılması bundan kaynaklı. Ama bu “şölenlerin” AKP’nin arzusunun ve Haziran Direnişi’nin etkisinin çok çok altında geçtiği de herkesin malumu, bütün zorlamalara, devletin bütün imkanlarını seferber etmelerine ve basın desteğine rağmen.

Kongre sonrası yaptığınız açıklamada ve basına yansıyan haberlerde gördüğümüz kadarıyla, yapılan tartışmalar ve alınan kararlardan bir diğeri de, 3. Kongre’de gündeme alınan kadro birikiminin yenilenmesiydi. FKF, bu doğrultuda somut adımlar attı. Hatta kurucu genel başkan Erçin Fırat’ta görevi size devretti. Gelinen noktayı ve bundan sonrasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dediğiniz gibi önceden bunu gündemimize almıştık. Geçtiğimiz yılın, bir jenerasyon için son olduğunu tespit etmiştik. Aldığımız bu kararla birlikte, geçtiğimiz senenin başından itibaren yönetici kurullarımızı gençleştirmeye başladık ve bu yıl düzenlediğimiz kongrede de MYK seçimiyle beraber gençleşme hamlemizi tamamlamış olduk.

FKF kurulurken, üniversitelerde mücadele eden bir kadro birikimi üzerine kuruldu. Yoldaşlarımız FKF’nin bu günlere gelmesinde önemli roller üstlendiler. Bu kadro birikimine, gösterdikleri cesaret ve irade için bir kere daha teşekkür ediyoruz. Zaten aramızdan ayrılmış falan da değiller. Mücadele bütünlüğü içerisinde yan yana olmaya devam edeceğiz. FKF’nin kuruluşunda görev alan arkadaşlarımız, gençliğin temsiliyetini alma iddiamızı hayata geçirmek için önemli adımlar attılar. Şimdi FKF için bu temsiliyet iddiasını bir adım daha ileriye taşıma zamanı. Bu iddiayı gerçekleştirebilmek için, yeni jenerasyonu daha yakından tanıyan, taleplerine ve karakterine daha hakim yeni kadrolara sorumluluk vermek gerekiyordu. Yenilenme hamlemiz, bu iddiamızla beraber düşünülmeli.

FKF, kurulduğundan bugüne bıkmadan, yorulmadan gerçek mücadelelerin içinde yer aldı. Bununla birlikte kadrolaşma faaliyetini de hiç bir zaman ikinci bir plana atmadı. Zaten her zaman söylediğimiz şey de buydu. Kadrolar “cam fanusta” yetişmez, mücadelenin içinde gelişir ve yetkinleşir. Kadro politikamız bundan sonra da bu şekilde devam edecek. Bundan sonra da genç, cesur, mücadeleci, deneyimli kadrolar yetiştirmeye devam edeceğiz. Biz bunu sadece bir örgütsel gündem olarak görmüyoruz. Aynı zamanda Türkiye siyasetinin de böyle kadroların yetişmesine ihtiyacı var.

Hazır gençlikten konuşuyorken… AKP, YGS eylemlerinden itibaren liseler üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. Bugünlerde ise AKP’nin “proje okul” müdahalesine karşı liselerde güçlü eylemler organize ediliyor. FKF, bu durumu nasıl değerlendiriyor, neler yapıyor?

Liseler, YGS eylemlerinden bu yana birçok kez ülke gündemine girebildiklerini, gündeme müdahale edebildiklerini ve AKP’yi köşeye sıkıştırabildiklerini gösterdi dediğiniz gibi. Örnek olarak geçtiğimiz dönemin sonu gösterilebilir. İstanbul Erkek Lisesi’nde başlayan, sonrasında Türkiye’nin köklü liselerine yayılan “Karanlığa Sırtını Dön” eylemleriyle birlikte liseliler dinciliğe, baskıcılığa karşı olduklarını bir kere daha göstermiş oldu. Liseliler, Türkiye halkının umutsuzluğa kapılmaya başladığı günlerde tıpkı YGS eylemlerinde olduğu gibi bir kere daha umut oldular.
[ih2]
Türkiye solu, liseleri, uzun süre yalnızca üniversitedeki mücadeleye kadro yetiştirdiği bir alan olarak değerlendirdi. Biz en başından beri buna karşı çıktık ve liselilerin tıpkı üniversiteliler gibi gençlik mücadelesinin önemli bir parçası olduğunu söyledik. Bu tespit gerek YGS eylemlerinde, gerek Berkin Elvan’ın cenazesinde, gerekse daha geçtiğimiz aylarda “Karanlığa Sırtını Dön” eylemleri ile somutlandı. Şimdi de proje okulları gündeminde bir kere daha gün yüzüne çıkıyor.

AKP uzun zamandır kendi dindar-kindar gençliğini oluşturmak için adımlar atıyor. Bunu gerçekleştirmek için önce üniversiteleri denediler. O kavgayı kaybettiler ve üniversitelere giremez hale geldiler. Şimdi sıra liselere geldi. Liselerde de kaybedecekler. Liseliler karanlığa sırtını dönmeye devam edecek, AKP’yi liselerden de kovacaklar. Bu kararlılık memleket sathına da taşınacak, kimsenin şüphesi olmasın. FKF de bu iddiayı ete kemiğe büründürebilmek için lise direnişlerinin içinde, önünde yer almaya gayret ediyor.

Kongre izlenimlerinizde Cumhuriyet’in tasfiyesinden ve yeni bir rejimin inşaasından bahsettiniz, oradan devam edelim. FKF'yi, kuruluşundan itibaren verdiği mücadeleyi değerlendirirsek, her zaman başa yazdığı mücadele başlıklarının Cumhuriyet ve laiklik olduğunu söyleyebiliriz. Bir süredir, özellikle bu başlıklarda CHP, ÇYDD ve FKF'yi daha sık birlikte hareket ederken görüyoruz. Laiklik ve Aydınlanma sempozyumları bu noktada devam edecek mi? Cumhuriyet ve laiklik kavgasında FKF neler yapacak?

Bu ülkede Cumhuriyet’i ve laikliği savunan insanlar uzun yıllar boyunca ciddi saldırılara maruz kaldılar. Sadece fiziksel anlamda değil, düşünsel tarafı da var bu saldırıların. Sonuç olarak laiklik tanımını da tahrip ettiler. Laiklik, bazen din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasına indirgendi, bazen özgürlükçü laiklik tanımıyla sulandırıldı, bazen de sorun sanki dinlerin yasaklanmasıymış gibi laikliğe inanç özgürlüğü dendi. Bunların hiç biri değil aslında laiklik. Ne laiklik kavramının gelişimine, ne de Cumhuriyet’i kuran kadroların beyanlarına baktığımızda böyle olduğunu görüyoruz. Çok kabaca laikliği, dinin, siyasetten ve toplumsal hayattan soyutlanması, erkin gökten yere inmesi, hayatı ve hayata dair olan her şeyin dünyevi şeyler tarafından belirlemesi olarak tanımlayabiliriz. Laiklik, sık sık yazdığımız gibi, insan aklının özgürleşme mücadelesidir bu yanıyla.

Az önce bahsettiğimiz saldırılar bir diğer tahribatı da laikliği savunan insanların psikolojisinde yarattı. Dikkat edin kendilerini laik, Cumhuriyetçi olarak tanımlayan insanlar, laikliği savunurken ama’lı fakat’lı cümleler kurmaya başladılar. Laiklik savunulurken utanılması gereken bir şeymiş, “hatalardan” ve “günahlardan” ibaretmiş gibi davranılıyor. Bizim bunun tam tersini yapmamız, ama’sız fakat’sız laiklik dememiz, bütünüyle sahiplenmemiz gerekiyor halbuki. Öteki türlüsü bizi de, mücadeleyi de ilerletmez. Karşımızda dizginlerinden boşalan bir yobazlık var. Türkiye Devrimi’nin ihtiyacı bu topraklardan yobazlığı silip atacak bir laiklik programıdır. Bu konuda ısrarcı olmaya devam edeceğiz.

Bu sempozyumları örgütlemeye başlarken bu iki tahribatı yok etmenin üzerinde durduk hep. Hem laiklik tanımı üzerine beraber tartışalım, beraber üretelim, oluşan tahribatı yok edelim; hem de Türkiye’nin ilerici birikimini bir araya getirelim, güçlendirelim, bu psikolojiyi, bu özgüvensizliği dağıtalım dedik. Bu amaç doğrultusunda bu sempozyumları örgütlemeye, bu tip yan yana gelişleri yaratmaya devam edeceğiz. Kongrede tartıştığımız konulardan biri de buydu. Laiklik ve Aydınlanma Sempozyumları’nı mümkün olan her yerde örgütleme kararı aldık. Yani evet, bu üç gençlik örgütünün yan yana gelmesi için adımlar atmaya devam edeceğiz.

Cumhuriyet ve laiklik mücadelesine tekrar dönecek olursak, bu iki kavga başlığı sadece bizim ön planda tuttuğumuz başlıklar değil, aynı zamanda kavganın da sivrildiği, daha da sivrilmeye devam edeceği yerler.

Bu konuda bir kaç noktanın altını tekrar tekrar çizmek gerekiyor. Birincisi bu iki talebin de ortaklaşmış talepler olması. Türkiye’nin bizim de parçası olduğumuz bir kutbu, bir çok konuda farklı görüşlere, fikirlere sahip olabilir. Ama Cumhuriyet ve laiklik talepleri bu toplumsallığın ortaklaştığı noktaların başında geliyor.

İkincisi AKP’nin ve 2.Cumhuriyet’in karakteri. AKP’nin gerici karakteri zaten herkesin malumu, tekrar etmeye gerek yok. Bu karakteri, 2.Cumhuriyet’in temel mayası. Yani şunu vurgulamaya çalışıyorum; gericilik, AKP veya 2.Cumhuriyet’in herhangi başka bir öznesi için bir tercih olmanın ötesinde bir zorunluluktur. Bu iddiayı taşıyan herhangi bir öznenin az önce bahsettiğim ortaklaşmış talebi karşılama ehliyeti olamaz. Bu durum bu iki talepte kendi özgüçlerinin çok ötesinde bir yıkıcılık, bir enerji biriktiriyor. AKP’nin laikliğe, Cumhuriyet’e her fırsatta saldırmasının sebebi de bu. Çünkü bu talepler yok olmadan AKP arzu ettiği rejimi kuramayacak.

Bizim Cumhuriyet’e ve laikliğe karşı yıkıcılığın revaçta olduğu bir dönemde bu iki mücadele başlığını öne çıkarmamızın, burada diretmemizin sebebi de bu. Hedefimiz ise, gücünü buradan alan, Cumhuriyet’i ve laikliği daha ileri taşımayı misyon edinmiş kurulabilecek en geniş gençlik cephesini oluşturmak.

Araya gireceğim... Şunu çok merak ediyorum, laiklik gündeminde CHP üyesi gençler mücadele çağrısı yaparken, bunun için sokaklarda mücadele ederken, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu gericilerle 10 Ekim'de 'islam' konferansına katılıyor. Üstelik bunu doğrudan CHP örgütlüyor. Sizin CHP'nin bu tavrına ilişkin görüşleriniz nelerdir?
[ih3]
15 Temmuz darbe girişiminin ardından AKP eliyle oluşturulan Milli Mutabakat zemininin, yine AKP eliyle dağıtıldığını söyledim az önce. OHAL ilanı, çıkan KHK’ler, sol, muhalif akademisyenlere Cemaat bağlantısı bahanesiyle gözaltılar, bütün örnekler bunu açıkça ortaya koyuyor. Milli mutabakat dağıldı dağılmasına ama dağılırken aynı zamanda mutabakatın mensubu herkesi de sağa çekti. AKP iktidarı süresinde siyaset alanı büyük oranda dinselleştirildi. Meclis muhalefeti uzun zamandır kimin “gerçek müslüman” olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. AKP’yi devirmenin yolu, AKP’den daha çok islam vurgusu yapmak zannediyorlar. 10 Ekim’de yaşanan bunun çok açık bir göstergesidir aslında.

10 Ekim günü Kemal Kılıçdaroğlu’nun o konferansa katılması en hafif tabiriyle akıl tutulmasıdır, ihanettir. Konferans katılımcılarının özgeçmişlerine değinmeye bile gerek yok, katılımcıların mensubu olduğu yapılar her şeyi açık açık ortaya koyuyor. “Ne şiş yansın ne kebap” mantığıyla mücadele edilmez. Buradan ne kararlılık çıkar, ne de kazanım. Kılıçdaroğlu 10 Ekim’de katledilen CHP’li gençlere, partisine oy veren milyonlara ihanet etmiştir. CHP kurucusu olduğu Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’in değerlerine de ihanet etmiştir. CHP içinde beraber mücadele ettiğimiz arkadaşlarımızın da bunun farkında olduğunu, bu anlayış ile uyuşmadıklarını biliyoruz. Kılıçdaroğlu partisine oy veren milyonların fersah fersah gerisinde bugün. Kendi partisinin üyelerinin islamcı IŞİD tarafından katledilmesinin yıl dönümünde yapılan anmada olmak yerine aynı gerici zihniyet ile panelde konuşmasının hiçbir açıklaması olamaz.

Tekrar ediyorum. 2.Cumhuriyet’in hiçbir aktörünün ne laikliği ne de Cumhuriyet’i savunma ehliyeti yoktur. Kılıçdaroğlu, 2.Cumhuriyet’e, gericileşmeye itirazı olmayan “muhalefet” konumundadır. O yüzden kendisinden ne Cumhuriyet ne laiklik savunusu beklentimiz var. Kendisi ne yaparsa yapsın, ama yaptıklarının hesabını vereceğini unutmasın.

Peki, CHP'li gençlerle aranızdaki ortak mücadele bağını zedelemiyor mu bu durum?

CHP’li arkadaşlarımızın bir bölümünün devrimcilikleri ile ilgili bir kaygımız yok. Dediğim gibi Cumhuriyet ve laiklik mücadelesinde geri adım atmayan, dirençli, devrimci bir cephe kurmaya çalışıyoruz. Bu cephede CHP’li genç mücadele arkadaşlarımız var; islamcı düzene itirazı olmayan CHP yönetimi değil.

Yani hayır, CHP’li gençlerle aramızdaki ortak mücadele zeminini zedelemiyor. Ama CHP’li gençleri ile CHP arasındaki bağı mutlaka zedeliyordur. Sadece CHP’li gençlerle de değil, bu durum Türkiye’nin ilericileri ile CHP arasındaki bağı da zedeliyor.

FKF, geçtiğimiz 4 yıl boyunca önemli çıkışlara imza attı. Bu süre zarfında FKF'nin hep tabuları yıkıcı bir tarz takındığını görüyoruz. Bu tarz yeni dönemde nasıl devam edecek, önümüzdeki dönem neler yapmayı planlıyorsunuz?

Aslında bizim kuruluşumuz bile başlı başına tabuların yıkılmasıydı. Bize FKF’yi kurarsanız tüm sol size düşman olur dediler. Dinlemedik, kurduk. Ardından yine aynı kişiler bizi kendi kontrollerinde tutmayı denedi. Ona da izin vermedik. Tarzımız da hep bu şekilde devam etti. Hiçbir zaman, bir şeyi yapmaya karar verirken, bunu yaparsak insanlar bize ne der diye düşünmedik. Biz doğru bildiğimizi, Türkiye halkının ihtiyacı olduğunu düşündüğümüz her şeyi yaptık, yapmaya da devam edeceğiz. Bizim için önemli olan budur.

Laiklik savunulmalı, yeniden kazanılmalı dediğimizde birileri bize dönüp “Laiklik devrimci bir talep olamaz” dedi. Umursamadık. Bize o günlerde bunu diyenlerin hemen hemen hepsi de bugün laikliği savunur oldu.

Kürt halkı Kobane’de IŞİD’e direnirken, Türk, Suriye ve Rojava bayrağını aldık, üç bayraklı eylem yaptık. Bunu yaparken Orta Doğu’da yükselen yobazlığa karşı mücadele zorunluluğu önemliydi bizim için. Eylemden sonra bize ulusalcı diyen de oldu, Kürtçü diyen de. Yine umursamadık. O gün Türkiye’nin, Türkiye Devrimi’nin ihtiyacı olan neyse onu yaptık. Ve buna benzer bir çok örnekte yaptığımız bu çıkışların, kısa bir süre sonra Türkiye solunun geneline yayıldığını, Türkiye solunun önünü açtığını gördük.

FKF, her zaman cesur ve mücadeleci oldu. Gerektiğinde yakınındakiyle bile kavga etmesini bildi. Bundan sonra da böyle olacak. Bundan sonra da karar alırken “bize ne derler” diye düşünmeyeceğiz. Türkiye’nin nasıl bir çıkışa ihtiyacı var, gençliğin sorumluluğu nelerdir, biz bunları düşünmeye devam edeceğiz.

Türkiye solundan bahsettim… Bize kalırsa Türkiye solunun sadece tabularını yıkmaya değil, başlı başına yeniden kurulmaya ihtiyacı var. Türkiye solunun 12 Eylül referanslarından, savunmacı tutumundan kurtulması gerekiyor. 12 Eylül sonrasındaki Türkiye’yi açıklamak için ortaya atılan bu referanslar bugün bırakın Türkiye’yi açıklamayı, hareketsizliği teorize etmenin dışında hiçbir işe yaramıyor. Türkiye solu Haziran’ı yaratan ve yeni Haziran’ları yaratmaya gebe olan olanaklara gözünü dikmeli, gözünü dikerken de cesur olmalıdır. “müdahale edersek girersek kirlenir miyiz” benzeri yaklaşımlardan uzak durmalıdır.

Bakın, 15 Temmuz gecesi Türkiye solunun bir bölümü “bu bir tiyatrodur” çıkışı yaptı. Bu tarzda çıkışlar Türkiye solunun bir bölümünün refleksi haline gelmiş durumda. Bu önemli bir veri bence. Bu çıkışın altında siyasetsizlik yatıyor çünkü. Türkiye solu siyaseti sadece kendi açtığı, kendisinin belirlediği gündemlere girmek, kendisi dışında etkenlerin olduğu gündemlerde ise kavga etmeden çekilmek sanıyor. Bu yüzden herhangi bir öznenin, kendisinin belirlemediği bir gündeme girip manevra yapmasını akılları almıyor. AKP’nin müdahil olduğu her gündemi, ya suni gündem ya da tiyatro sanıyorlar. Bunun değişmesi lazım. Türkiye’nin daha cesur, daha mücadeleci, daha inatçı bir sola ihtiyacı var. FKF bu yeniden kuruluş sürecinde üstüne düşen bütün sorumlulukları üstlenmeye hazırdır.

29 Ekim yaklaşıyor. Tabular dedik, “Saltanata son ver” sloganıyla kamuoyunun hatırlayacağı 29 Ekim çıkışı, oldukça ses getirmişti. Solun, Cumhuriyet’e olan mesafesinin kapatılmasında önemli bir rol üstlenmişti. FKF bu yıl ise Taksim'e çıkma kararı aldı, bu yönde açıklamalarınızı okuduk. Özellikle 15 Temmuz sonrası yaşanan AKP darbesinin ardından bu kararınızın altında hangi düşünceler var?

Cumhuriyet Devrimi, Türkiye’nin ilerlemesi açısından çok önemli bir sıçrama, çok değerli bir kazanımdır. Bunu tereddütsüz söylememiz gerekiyor.

Bugün baktığımızda ise 29 Ekim kutlanabilir bir gün olmaktan çıktığını görüyoruz. Ortada kutlanabilecek bir şey kalmamış durumda. AKP kurulduğundan beri Cumhuriyet’e sürekli saldırıyor. Cumhuriyet, AKP eliyle tasfiye edilmiş durumda. 15 Temmuz sonrası yaşanan Saray Darbesi bu durumu destekler nitelikte. OHAL KHK’leriyle fiili bir tek adam rejimi yaşıyoruz. Bugün gündemi sıkça meşgul eden Başkanlık sistemi de bu fiili durumu hukukileştirme çabası. Cumhuriyet resmiyette de yok edilmeye çalışılıyor. Böylesi bir tabloda Cumhuriyet’le ilişkilenen, 29 Ekim gibi, her başlık bir mücadelenin konusu oluyor. Bu anlamıyla 29 Ekim bir mücadele günü, Cumhuriyet’i yeniden kazanma günü olarak karşımıza çıkıyor.

AKP, Cumhuriyet’e saldırıyor saldırmasına da, bir ihanet de kendine Cumhuriyetçi diyenlerden geliyor. Burada şunun altını iyice çizmek lazım. Cumhuriyet kavgası Türkiye’de uzun yıllardan beri süre gelen bir kavgadır ve tarafları hep aynıdır. Çok sade ve genel bir yorumla, ilericiler ve gericiler arasındadır. Bir dönem 31 Martçılar ile İttihatçılar arasında, sonrasında Mustafa Kemal ve saltanat düşkünleri arasında, günümüze gelirsek, AKP'yle Haziran Türkiyesi arasındadır. Esasında ortada iki farklı gelenek, iki farklı hat, iki tane taraf var. Her gündemde Cumhuriyet düşmanları ile yan yana gelip, sonrasında 29 Ekim’de çıkıp Cumhuriyeti savunacağız diyemezsin. Bu arkadaşlar 29 Ekim’de istediklerini yapsınlar ancak bugün Cumhuriyet düşmanı bir konumdadırlar. Söyleyelim, Cumhuriyet mücadelesini de bu arkadaşlara bırakmak niyetinde hiç değiliz.

Cumhuriyet bizim daima ilerisini düşüneceğimiz, hayal edeceğimiz, ama bir adım dahi geri çekilemeyeceğimiz bir zemin. Cumhuriyet, saraylarında sefa sürenlerin ihtiyacı olmayabilir, ama Türkiye halkının, gençlerin, kadınların, emekçilerin ihtiyacı olmaya devam ediyor.

Açıklamamızda da belirttik. Gençlik, laikliğin ve Cumhuriyet’in sahibi ve bekçisidir. FKF, hep bu sorumluluğun bilinci ile davrandı, bundan sonra da davranmaya devam edeceğiz.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Bizim gibi düşünen, AKP’nin gerici diktasından usanmış, mücadele etmek isteyen herkesi, 29 Ekim günü saat 15’de Taksim’de beraber yürümeye davet ediyoruz. Teşekkürler.

Röportaj için biz teşekkür ederiz…

DAHA FAZLA