Geleceğe dönüş: Dünya enflasyonu

Geleceğe dönüş: Dünya enflasyonu

Amerika ve Avrupa gibi iki farklı kıtadaki birbirinden farklılaşan enflasyon hareketlerine ve bu hareketlerin kaynağına bakarsak enflasyonun tüm ekonomiye işlemekten ziyade sektörel bazda kaldığını söyleyebiliriz.

Doğukan Taşkıran

Dünya kapitalizmi, geçim araçlarının üretiminin ve dağılımının geniş ölçekte kamunun elinden kapitalist üretim tarzı hakimiyetindeki piyasaya aktarıldığı, bu hususta sermaye dolaşımının önündeki tüm sınırların kaldırıldığı küreselleşme döneminde, 2008 krizinden sonra yeni bir sınavla yüzleşiyor. Bu yeni dönemde, kapitalist üretim tarzının dünya pazarında gösterdiği reaksiyonların yeni olmadığının altını çizmek gerek. 1960’ların sonundan başlayarak 1980’lerin başına dek sürmüş 1970’ler enflasyonu, günümüz sorunlarını yeniden hatırlatıcı bir niteliğe sahip. Öte yandan günümüz dünyasının yakıcı çelişkileri sadece ekonomi alanında kalmıyor gerek sivil gerekse de siyasal düzeylerde ifadesini gördüğümüz sosyal patlamalara değin varıyor. Pandemiyi yönetemeyen sağ popülist iktidarlara karşı solun yükselişi, sınıf hareketlerinin giderek yaygınlaşması vb. durumlar bunun örnekleri arasında sayılabilir. Ancak ilgili çelişkileri sadece doğrudan halklar ve sınıflar arasında değil, devlet kademesindeki çeşitli ayrılıklar üzerinde de görmek mümkün. Merkez bankalarının enflasyona karşı içinde kaldıkları ayrılıklardan kamu politikasındaki ayrılıklara (ABD teşvik paketine Kongre muhalefeti gibi) bir dizi çelişki, devlet kurumlarını esir almış durumda. Bu gelişmeler çerçevesinde hem günümüz kapitalizminin pandemi dönemindeki krizinin genel bir resmini sunmak, hem de bunun önceki süreçlerle olan bağlantısını (özellikle 2008 krizi) incelemek makalenin temel amacını oluşturacaktır.

İlk olarak dünya enflasyonu sorununun sınıflar açısından ne manaya geldiğini belirtmek gerekiyor. Enflasyon, metaların genel fiyatlarının yükselişini ifade eden bir kavram olarak gelirlerin dağılımında başat etkenlerden biridir. İşçiler hayatlarını idame ettirmek için geçim araçlarına ihtiyaç duyarken sermayenin birikmesi yolunda, sermaye sahipleri, kâr etmek zorundadır. Olası bir enflasyon anında nominal fiyatların yükselişi ücret-fiyat düzeyinde kaynakların göreli dağılımını da etkileyeceğinden, bütün sınıflar üstünde belirleyici bir kader oynayacaktır. Merkez ülkelerin bu bağlamda kontrol edemedikleri başlıca şey, miktarsal genişleme (quantitative easing) ve düşük faiz politikalarına rağmen reel sektördeki düşük düzeyli enflasyon. Diğer yandan enflasyon seviyesinin çok yukarıda seyretmesi de iyi bir şey değildir, zira sermayedarların ürettikleri metaları satmaları gerekir. Merkez bankaları ise bu çelişkinin ağırlığını hissederek fiyat hareketlerini belli bir enflasyon seviyesinde tutmaya çalışıyor. Örneğin FED, 2012’den beri fiyatların 35 yılda bir ikiye katlanmasını hedefleyen enflasyon politikasını uygulamaya çalışmasına rağmen ABD’de yıllık enflasyon ortalaması sadece 2017-2018 yıllarında yüzde 2’nin üstüne çıkmış vaziyette. (Dorn, 2022) 2018’den pandemiye kadar geçen süreçte ise enflasyonun her sene giderek düşüyordu.

Pandeminin ilk dönemlerinde ekonomik birimlerin işleyişinin sınırlandırılması, kapanma politikaları gibi unsurların baskıladığı talep, enflasyonun öncelikle düşmesine katkıda bulunmuştur. Ancak tedarik zincirlerinin bozulması, birtakım firmaların batması, borçlarını çeviremeyen şirketlerin işçi çıkarması gibi durumlar arz tarafında ciddi bir şok meydana getirmiştir. Hal böyle olunca politik iktisatta bir tartışma yeniden alevleniyor: günümüz enflasyonu ne yönden 1970’leri andırmaktadır? Enflasyon 1970’li yıllara mı benzemektedir, yoksa 1950’lerde olduğu gibi başarılı bir çıkış söz konusu mudur? Bu konuyu çeşitli başlıklardan ele almak mümkün.

Marksist bir politik ekonomi açısından söylenmesi gereken ilk şey, sermaye birikiminin bu iki farklı dönemdeki seyrinin incelenmesinde yatmaktadır. 1929 krizinin doğurduğu 1930’lar bunalımı ortamından ABD, İkinci Dünya Savaşı’nın canlandırdığı sanayi yatırımlarıyla, Avrupa ise savaş sırasında yaşanan sermaye yıkımını telafi etmesini sağlayacak Marshall yardımlarıyla 1948’de çıkmıştı. Üstelik Kore Savaşı’nın yeniden canlandırdığı üretim, kârlılığın henüz düşük olmadığı 1950’lerdeki canlanmanın geçici motoru olabilmişti. Fakat 1970’lere bakıldığında 1960’ların sonundan itibaren düşmekte olan kâr oranlarının yarattığı yeni depresyon ortamı, üretkenlik ve ücretlerin paralel gidişatını kesen başat etken olmuştur. Düşen kârlılık karşısında verilen enflasyonist tepkiler, 1979’da Volcker şokunu takip eden neoliberal reformların gerekçesini oluşturmaktaydı. Daha sonradan Washington Uzlaşısı adıyla anılacak ilkeler etrafında toplanan dönem reformları deregülasyon, liberalleşme ve özelleştirme kavramlarıyla ifade edildi.

Enflasyonun düşürülmesindeki başat etken emeğe yapılan saldırılardan, ücretin gerilmesi yoluyla emek maliyetlerinin geriletilmesinden ileri geliyordu. Wasner, Jauregui, Huato ve Basu tarafından kâr oranlarının dalgalanmasına dair yapılan şu bağlantıdaki(1) ölçüm denemesi, meselenin boyutlarını daha iyi gösterebilir. Ancak tabloda dikkat edilmesi gereken bir şey var ki, o da post-2008 döneminde kârlılığın dramatik çöküşü. İşte tam da bu yüzden yeni dönemdeki enflasyondan olası çıkışlar, 1950’lerdeki çıkışı andırmayabilir. Kârlılığın oluşturduğu bariyer, yatırımların yeniden toparlanıp toparlanmayacağı noktasında asıl belirleyici olacaktır.

Enflasyonu etkileyen sebeplerden ikincisi tedarik zincirlerindeki bozulma. Sermaye, doğası gereği kâr ister. Çünkü kendisini biriktirmesinin tek yolu kâr biçimindeki artık-değerdir. Bu sebeple pandemi sırasında Marx’ın söylediği başka bir gerçekle, sermayenin daha az kârlı alanlardan daha çok kârlı alanlara akmaya başladığı bir düzlemle karşılaştık. Başta düzenli üretim yapan fabrikalara çip sağlayan Çinli üreticiler, pandemiyle kapanan fabrikaların düşen talebi karşısında iş yaşamının zorunluluğu dolayısıyla yeni alanlarda üretim yapmaya başladılar. Ancak 2021 yılı itibariyle kapanmalar, yerini normalleşmelere bıraktıkça plansızlık kaynaklı çip tedariki sıkıntıları, meta arzında önemli kısıtların meydana gelmesini sağladı. Buna ayrıca ABD-Çin arasında devam eden teknolojik rekabetteki yasaklamaların katkıları da eklenmelidir. ABD’nin Çinli çip üreticisi SMIC’yi kara listeye alması bunlardan biridir. (Grothaus, 2022)

Çip üretimi bir yana, aynı zamanda sanayinin temel girdi kalemlerinden birisi olan enerji sektöründeki arz sorunları da dünya enflasyonunun şişmesindeki bir diğer neden. Fiyatların yükselme eğiliminde olduğu anlarda genelde ihracatçı ülkelerdeki sermayeler bunlardan yararlanma imkanına sahip olabiliyor. Örneğin 1973’te petrol ambargosuyla şişen petrol fiyatları, 1960’ların sonundan başlayan dünya enflasyonunun kapitalist düzendeki yansımalarından birisiydi. Yeni çıkan Rusya-Ukrayna çatışmasından ise şüphesiz fiyatlar etkilenecek, ileri vadede fiyat şişmelerine katkısı olacaktır. Ekim ayında Putin, enerji arzının arttırılması yönünde birtakım sözler vermişken Ukrayna işgalinin getireceği sonuçlar, bu sözlerin rafa kaldırıldığı bir durum yaratacaktır. Diğer bir önemli enerji tedarikçisi olan OPEC, üretim kapasitesinin getirdiği kısıtlı üretimiyle, enerji fiyatlarını tırmandıran başka bir cepheyi oluşturuyor. OPEC’in önümüzdeki süreçte planlanmış miktarın ötesinde üretimi arttırması ve fiyatları düşürmesi beklenmiyor. Rusya-Ukrayna geriliminin yarattığı ve eklediği bir başka değişen de budur. Kısacası enerji cephesinde, kapitalist üretim tarzının plansızlıktan doğan kaotikliğinin gelecekteki kaynak dağılımını hesaplayamaması ve devletler arasındaki mücadelelerin sermaye üzerindeki etkisi enflasyonu etkileyen iki değişkendir.

Gelelim pandemideki enflasyonun gerçek etkisine: arz şoku ve düşük kârlılık. Tedarik zincirlerinde çip ve enerji merkezli bozulma arz şokunun parçasını oluştursa da gerçekte merkez ülkelerdeki sermaye yatırımlarının kadük kalması meselenin esas boyutunu oluşturuyor. Pandemide harcamalarını kısarak birikim yapan ve ardından bu tasarrufları gevşemelerle birlikte harcamaya kalkanların bir tür bastırılmış talep oluşturduğu argümanı ortaya atılsa da bu argüman üç şeyi göz ardı ediyor: işsizliklerin artmasıyla ücretinden olan işçiler, sermayenin merkezileşme eğilimi olarak küçük-orta işletmelerin iflası, enflasyon beklentilerine bağlı olarak öne çekilen beklentiler/talep (Boesler, 03)

Bunu 2021 yılının sonundan itibaren henüz damgasını vurmuş olan Omikron varyantının etkileri çerçevesinde değerlendirmekte fayda var. Pandemi kapitalizmi, birçok işçinin işsiz kalmasına yol açmışken ve var olan tasarruflarını pandemide hayatta kalmak için harcamalarına neden olmuşken meselenin basitçe bastırılmış talepten gelmesi zor. Örneğin ekonomist Michael Roberts’ın tezine göre, büyük ekonomilerdeki aşırı nakit genellikle varlıklı kesimin elinde bulunmaktadır ki onlar da harcamaktan ziyade tasarruf yapma eğilimindedir. (Roberts, 2022) İşçi sınıfı tüketim eğilimini ise temel geçim araçlarını edinmek için gerekli sektörlere (enerji ve gıda) yapılan harcamalar oluşturuyor. Üstelik Roberts sadece bunu iddia etmekle kalmıyor, aynı zamanda günümüz arzının kısılma nedenini, pandemiden önce 2019’daki sanayi çıktısı, şirket yatırımları ve uluslararası ticaretteki yavaşlamalara bağlıyor. Bu sebeple büyük kapitalist ekonomilerdeki büyüme oranları, FED’in ortalama enflasyon hedeflemesine rağmen tarihi düşük seviyelere ulaşmıştı.

Yukarıda saydığım ikinci etken olan küçük-orta işletmelerin iflası, tedarik zincirlerinin ardından arz şokundaki etkeni açıklayan bir başka unsuru oluşturuyor. Örneğin, McKinsey’nin bir incelemesine göre küçük-orta düzeyli ABD işletmelerinin yüzde 45’i, tedarik zincirlerinde aksaklıklar yaşıyor. (Lin, Rayavarapu, Tadjeddine, & Yeoh, 2022) Bunun yanında ABD’de iflas etmiş veya kapanmış birçok aynı ölçekteki işletmenin arz cephesinde enflasyona sebep verecek kısıtlar yarattığı da belirtilmeli. Kapanmalar da zaten varlığını sürdüren işletmelerin tam kapasiteyle çalışmasını sağlayamadı. Son olarak merkez bankalarından bazılarının, enflasyona dair teorilerini enflasyon beklentisi yönüne kaydırmaları, enflasyonun artacağını düşünen kitlelerin harcamalarının öne çekilmesiyle paralel. Özellikle işçi sınıfının düzenli harcamalarının gerçekleştiği, yukarıda sayılan sektörlerdeki enflasyonun normalden daha fazla tasarrufa sahip bulunan üst sınıflar kadar olmadığını tekrardan belirtmek gerekiyor.

Bütün bunlar bir başka tartışmaya getirmekte: genel enflasyon mu, sektörel enflasyon mu? Amerika ve Avrupa gibi iki farklı kıtadaki birbirinden farklılaşan enflasyon hareketlerine ve bu hareketlerin kaynağına bakarsak enflasyonun tüm ekonomiye işlemekten ziyade sektörel bazda kaldığını söyleyebiliriz. Bu da halihazırdaki enflasyonun sektörlerdeki üretim kapasitesini etkileyen arz kısıtlarından kaynaklı olduğunu gösteren başka bir örnek. Adam Tooze’un tespit ettiği üzere, ABD’deki fiyatlar enerji, gıda, otomobil sektörlerinde yükselirken İngiltere’deki temel enflasyon kaynağı enerjidir. (Tooze, 2022) İki kıta arasındaki enflasyon farkına baktığımızda ABD’deki yüzde 7 civarındaki enflasyona karşılık Euro bölgesindeki bu oran yüzde 5 civarında kalmaktadır. Bunun Pisani-Ferry tarafından belirtilen üç sebebi bulunuyor: ABD’deki mali desteğin yarattığı dengesizlik, Avrupalı işçilerin iş sözleşmesi ve güvencelerini elinde tutmaları, Powell’in ortalama enflasyon hedefinin yüzde 2 üstü enflasyon hedeflemesi. (Pisani-Ferry, 2022) Avrupa’daki işçilerin örgütlülüğü pandeminin işçiler üstündeki etkisinin daha sınırlı olmasına yol açtığı halde, enflasyonun önüne geçmesini engelleyemedi.  

Son olarak üzerinde değinmek istediğim nokta, merkez bankalarındaki çıkmaz ve izlenen faiz politikaları. 2008 sonrasında kâr oranlarının düşmesine paralel olarak büyümenin ve dolayısıyla sermaye birikiminin yavaşlaması, devletlerin yatırımları genişletmek için ortodoks politikaları kademeli biçimde terk etmesine neden oldu. ABD’nin miktarsal kolaylaştırma programıyla para arzını arttırarak düşük faiz politikasıyla yatırımları genişletmeyi hedeflemesi, düşük kârlılık ortamında yavaşlamış yatırımlar açısından büyük önem arz ediyor. Bu konudaki sorun çift kutuplu: Birincisi, 2008 sonrası dönemde ABD’deki enflasyon hedeflemesi iki yıl hariç sürekli düşüşe geçti. Diğer bir deyişle, kullanılan programlar kârlılığın onarılmasında hedeflenen işleve sahip olamadılar. İkincisi, arttırılan para arzının yatırımlara dönmesi beklenirken finansal piyasalardaki aşırı kârlara yoğunlaşması, enflasyonun hedeflenememesinin üstüne yatırımları genişletemedi. Şimdi merkez bankaları iki türlü bir durumla karşı karşıya: ya zaten halihazırda bastırılmış talebi daha da kesmek için faizleri arttırarak borç almanın maliyetini arttırmak ya da faizlerin düşükte kalmasına izin vermek. Birinci durumda temel amaç talebi kesmek olsa da, yatırımların genişlemesi veya daralmasının son derece faize duyarlı olduğunun göz ardı edilmemesi gerekiyor. Eğer ki yatırım yapmak için gerekli kredinin maliyeti artarsa yatırımların düşüş seyrine geçmesi, arz sorununu çözmede o kadar etkili olmayabilir. Diğer yandan faizleri düşürmediği durumda enflasyonun olağan seyrinde ilerlemesi mümkün görünüyor. FED’in varlık alım programlarında kademeli daralma ve bahar döneminde faizleri yükseltmeye dair beyanları, kurumda enflasyonun uzun sürebileceği izlenimini uyandırmaktadır.

Sonuç olarak politik ekonomi açısından bakarsak, pandemi döneminde dünya enflasyonuna sebep olan arz şoklarını engelleyen iki sorun var: birbirine hayli entegre olmuş dünya pazarında sermaye dolaşımının önlemler sebebiyle kısıtlanması, halihazırda maliyet yükü doğuran enerji piyasalarının Rusya-Ukrayna çatışmasıyla daha da şişmesi. Bunun yanında pandemide ekonominin plansızlığından doğan sorunlar, arz şoklarını doğuran başlıca sebep olarak yorumlanmalıdır. 

NOTLAR:

(1)https://dbasu.shinyapps.io/World-Profitability/?fbclid=IwAR2AapiExQrMWd_DtV3uKm-sqWaavbQMYZV9pO4m5q5HQ2lTDKZ8PTXr8J8

KAYNAKÇA

Boesler, M. (03, 03 2022). To Tame Inflation, the Fed Needs to Get Into Your Head. Bloomberg. adresinden alındı

Dorn, J. (2022, 02 24). Why The Federal Reserve Accepted 2 Percent Inflation As The Norm. The National Interest: https://nationalinterest.org/blog/reboot/why-federal-reserve-accepted-2-percent-inflation-norm-169904 adresinden alındı

Grothaus, M. (2022, 02 24). Why is there a silicon chip shortage? 3 factors are to blame. Fast Company: https://www.fastcompany.com/90607876/why-is-there-a-silicon-chip-shortage-three-factors-are-to-blame adresinden alındı

Lin, D.-Y., Rayavarapu, S., Tadjeddine, K., & Yeoh, R. (2022, 02 24). Beyond financials: Helping small and medium-size enterprises thrive. McKinsey&Company: https://www.mckinsey.com/industries/public-and-social-sector/our-insights/beyond-financials-helping-small-and-medium-size-enterprises-thrive adresinden alındı

Pisani-Ferry, J. (2022, 02 24). European Inflation Is Not American Inflation. Project Syndicate: https://www.project-syndicate.org/commentary/inflation-more-worrying-in-us-than-eurozone-by-jean-pisani-ferry-2022-01 adresinden alındı

Roberts, M. (2022, 02 24). Stagflation: a demand or supply side story? Michael Roberts Blog: https://thenextrecession.wordpress.com/2021/10/11/stagflation-a-demand-or-supply-side-story/ adresinden alındı

Tooze, A. (2022, 02 24). Why inflation and the cost-of-living crisis won’t take us back to the 1970s. The New Statesman: https://www.newstatesman.com/ideas/2022/02/why-inflation-and-the-cost-of-living-crisis-wont-take-us-back-to-the-1970s adresinden alındı

DAHA FAZLA