Gelecek hayallerinin gerçekliği 

Gelecek hayallerinin gerçekliği 

Kapitalizm elbette kaçınılmaz, doğal ve sonsuz bir düzen değil. Piyasanın kontrolsüz çalışması onun toparlanmasını engelliyor. Daha uzun bir zaman boyunca nitelikli bir toparlanma olmayacağı da görülüyor. Demek bir boşluk oluşuyor, fırsatlar doğuyor. En azından buna inanılabilir.

Semih Gümüş

Aradan otuz yıl geçti ama o günleri yaşayanlar bilir, duvar yıkıldıktan sonra dünya değişti. Değişecekti demek. Yol açtığı çöküntü bir göktaşının açabileceği çukurdan daha küçük olmadı. Ağaçlarımız kavruldu, ormanlarımız çöl oldu, ışığımız azaldı. O günlere gelene dek bir çeyrek yüzyıl boyunca –bu ülkede bir daha aynısı görülür mü bilmiyorum– karşılıksız özveriler ve acılarla mücadele edenler için bu çöküşün moral etkisini anlatmak kolay değil. Onun karanlık ruhumuzda açtığı yaraları sarabildik mi, ben kendimi düşündüğüm zaman bile bir on yıl etkisinden kurtulamadığımı hatırlıyorum. 

1990’dan sonra Türkiyeli sosyalistler –daha önce bir araya gelmiş de değildiler ama– bu kez tam anlamıyla bölük pörçük oldular, aralarından kimileri –ki önceden içinde oldukları partilerde önemli görevlerdeydiler– Marksizmin ve sosyalizmin yalan olduğuna karar verip yok oldular, kimileri de ruhsal ve düşünsel dinginliklerini kazandıktan sonra orada burada sosyalizm mücadelesinin içinde olmaya çalıştılar, oldular.

Paul Mason, Dinyester Irmağı’nın serbest piyasa kapitalizmi ile Vladimir Putin’in yönettiği ve dilediğiniz adı verebileceğiniz tuhaf sistem arasında bir coğrafi sınır olduğunu söylüyor. Bir yanda serbest piyasanın yoksullaştırdığı, günde 5 dolara sefalet içinde çalışan insanların yaşadığı Moldova var, öte yakada oligarkların ve gizli polisin her şeyi zapturapt altına aldığı, Transdinyester adı verilen Rus Devleti. Mutsuzluğu neyin yarattığı konusunda kesin sözler etmek doğru olmaz. Gene de Paul Mason Kapitalizm Sonrası’nda tozlu yollar ve asık suratlarla dolu o kurşuni dünyayı komünizmin değil, kapitalizmin yarattığını belirtiyor. Böylece kapitalizm üstüne söyleyeceklerimiz için bir giriş yapıyor. Onun Kapitalizm Sonrası’nda ortaya attığı savlar bu arada elbette sorgulanabilir ama tezlerinin tartışılmasında sonsuz yarar var. 

Paul Mason sonra uzun uzun açıkladığı çıkış seçeneğini baştan belirtiyor: “Birincisi, neoliberalizmi başımızdan defederek küreselleşmeyi yaşatır, ardından kapitalizmin kendisini geride bırakarak gezegeni yaşatırız; ve böylece kendimizi kargaşadan da, eşitsizlikten de kurtarmış oluruz.” 

Mason’ın hayali gülümsetiyor mu, düşündürüyor mu ve çok iyimser gelebilir ama bir gelecek tasarısı kurmak için onunki gibi sözlere de gereksinim var. 

Neoliberalizm şeytanlığına temelli bir karşı çıkış, doğrudan kapitalizmi ve onun siyasal sistemini de hedefe koyar. Asıl sorunumuz kapitalizmin kendisi. Yeni demokrasi için mücadele aynı zamanda ekonominin bütün alanlarını kapsamazsa nasıl başarılı olabilir. Dolayısıyla yeni demokrasi tasarımı, aynı zamanda sanayiyi, ticareti ve tarımı, yani ekonominin bütün alanlarını da içine almalı. 

Bugün Batı’da kriz büsbütün atlatılmış değil, 2008’den bu yana kapitalizmin kendini arayışını izliyoruz. Krizin yükünü üstünden atan deveye bir dizi hendek daha atlatılmaya çalışılıyor, hem de önümüzde yeni bir dipsiz çukur açılmışken. Kapitalizm krizlerden yıkılarak çıkmıyor çıkmasına ama kendi niteliğini de bozdukça bozuyor, neoliberalizmin ayakçısı siyasal iktidarlar büyük sermayenin vergilerini düşürüyor ya da kendilerine bağışlıyor, onları devletin olanaklarını kullanarak destekliyor, böylece krizlerden yukarıdakiler zararlı çıkmıyor ama neoliberalizm bir yandan yıpranırken öbür yandan edepsizleşiyor, kendi yerine sertlik yanlısı yönetimleri öne sürüyor, arabanın önüne popülizmi koşuyor, tüketimi kışkırtmak da cabası. 

Üstelik burada krizden çıkış, sözgelimi Latin Amerika’daki gibi sol iktidarlara kapıları açmıyor. Özellikle Avrupa’da kapitalizmin krizleri son yıllarda sol ve sosyalist harekete yaramıyor da, çaresiz yığınlar sağcı iktidarlara ve siyasetçilere yöneliyor. Krizin uçaktan aşağıya paraşütsüz attığı bu ülkedeyse seçenek herhangi bir otoriter sağcı iktidar yerine onun zayıflığını örtecek bir sivil diktatörlük olarak göründü. İçinde yaşıyoruz. Ama bir çıkışın eşiğine de gelmek zorundayız. Merkezde çırpınanlar, daha doğrusu artık merkez sağda konumlananlar seyirci konumundan çıkmak üzereydi ama olmadı. Çünkü gözucuyla hep sağı, Siyasal İslamcıları izlediler. Sahici sol ve sosyalist hareketler de toplumsal karşılıkları güçlü olmadığı için fikri eyleme geçirmekte zorlanıyor. Büyük bir halk hareketi olan Kürt Siyasi Hareketiyle birlikte, neredeyse doğduğumdan bugüne dek beklediğim ama göremediğim bir gerçekliği kendi elleriyle ortaya koyan Türkiye İşçi Partisi, toplumu dönüştürecek manivelaya bundan sonra daha güçlü asılacak. 

Kapitalizm elbette kaçınılmaz, doğal ve sonsuz bir düzen değil. Piyasanın kontrolsüz çalışması onun toparlanmasını engelliyor. Daha uzun bir zaman boyunca nitelikli bir toparlanma olmayacağı da görülüyor. Demek bir boşluk oluşuyor, fırsatlar doğuyor. En azından buna inanılabilir. Kapitalizmden sonrası tünelin ucunda görünmüyor belki ama bu da yapılması gerekenleri ertelemeyi gerektirmiyor. Sosyalist hareketten beklenen, bu gelişmeleri öngören bir strateji geliştirmesi. Siyasal stratejilerin yanında önümüzde açılan ekonomik ve kültürel alanları yeni değerler doğrultusunda planlayan değişim tasarılarına, öncelikler sıralamasına gereksinim var. Yeni demokrasi tasarımı da önümüzde sıralanan alanları tek tek ele alıp yenileyerek olabilir. 

Kapitalizmden daha iyi bir sistem olduğunu ve onun nasıl olması gerektiğini biliyoruz, değil mi? Ki bu bizi toplumda oldukça ayrıksı gösteriyor, oraya nasıl ulaşmamız gerektiğini kapsamlı biçimde sınıfın ve halkın önüne koymalıyız. 

Durumumuz böyle, elbette zor ama şu da var ki bu zor durumlara yenik düşmedik. Şimdi dünyayı birbirine bağlayan bir ağ var ve o ağ içinde etkin olanlar birbirlerini harekete geçirmeye çalışıyor. Sosyal medya sansürle de engellenecek gibi değil. Yeni medya demokratizmin yepyeni bir biçimi, ne denirse densin, bu olanak dünyanın halini çok değiştirdi. Bu ağ otoriter devletlerin kontrol altına alamadığı bir hareket ettirici enerji veriyor. 

Bu arada zaman zaman yükselen küreselleşme karşıtı antikapitalist hareketler ya da devrimci sosyalizme barış içinde gerçeklik kazandırmaya kalkışan Zapatistalar ve olası ardılları ufuk çizgimizi genişletiyor. Hiç kuşku yok ki kapitalizmin neoliberal piyasasını da, güçlü devlet örgütlerini de tedirgin eden bu yeni olanaklar, gelecek ütopyalarını da değiştiriyor, yeni modeller çıkarıyor. Sosyalist sol bu modellerle yeni yeni ilgileniyor ve artık bu görevler kucağımıza gelmiş durumda. 

DAHA FAZLA