"Health Türkiye" veya küresel hastaneye doğru
1990’lı yılların sonunda özellikle Asya krizinin de etkisiyle Tayland ve Singapur gibi Güneydoğu Asya ülkelerinde doğrudan hükümetler eliyle sağlık turizmine ulusal sağlık sistemi düzeyinde alan açılmasıyla yeni bir evreye girilmiş oldu. Türkiye ise bu sürece AKP ve onun neoliberal politika paketi olan Sağlıkta Dönüşüm Programı vesilesiyle dahil oldu diyebiliriz
Emre Kırmızıtaş
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından 2014 yılında yayımlanan sağlık turizmi raporu(1) şöyle başlıyordu: "Türkiye Kalbi Yarı Fiyatına Onarıyor". Birçok Avrupa ülkesine kıyasla Türkiye’ye gelen yabancıların sağlık hizmetlerinden ne kadar ucuza faydalanabileceğini vurgulayan raporda "sağlık hizmetlerinde pazarlamanın ihmal edilmesi" nedeniyle büyük fırsatlar kaçırıldığından bahsediliyordu. O zamandan bugüne istenilen sonuçlar elde edilememiş olacak ki bu sefer Cumhurbaşkanı Erdoğan yaklaşık 3 ay önce "Health Türkiye" isimli projelerini "Sağlık sistemimizi 'Health Türkiye' başlığı altında küresel bir markaya dönüştürüyoruz" diyerek tanıtıyordu.(2)
İlaç bulmaktan temel sağlık hizmetlerine erişime, sağlıkta bitmeyen şiddetten emek gücü planlamasına kadar neredeyse her başlığında birikmiş onlarca sorun bulunan bir sağlık sisteminin nesinin pazarlanacağı bir muamma olarak ortada duruyor. Fakat iktidarın uzun zamandır gözünü bu pazara diktiğini ve bir süredir bu alandaki payını büyütmek için çeşitli girişimlerde bulunduğunu biliyoruz. "Health Türkiye" projesini ise bu amaçla atılmak istenen epey büyük bir adım olarak görmek mümkün.
Türkiye’nin son 10-15 yılını incelediğimizde sağlık turizmi adı altındaki faaliyetlerin istikrarlı biçimde arttığını görüyoruz. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki dünya ölçeğinde sağlık turizmi pazarının para cinsinden toplam hacminin ne kadar olduğuna dair üzerinde ortaklaşılmış bir miktar bulunmuyor. Kayıt dışı faaliyetler hariç yaklaşık 100 milyar dolar civarında olduğu belirtiliyor fakat hizmet çerçevesini geniş tutup bu miktarı çok daha fazla yukarı çeken tahminler de var. Türkiye’nin buradaki payı ise her geçen yıl artıyor. Covid-19 pandemisinin etkilerinin en yoğun yaşandığı 2020 yılını saymazsak sağlık turizmi gelirlerinin 2015 yılından beri düzenli olarak arttığını, 2018’in ardından ise sıçrama yaptığını görüyoruz. (Şekil 1) Benzer bir eğilim Türkiye’ye sağlık turizmi için gelen toplam insan sayısında da izlenebilir. 2008’de yaklaşık 75 bin olan bu sayı 5 yıl sonra yaklaşık 300 bine, 2022 yılının ilk 3 çeyreğinde ise 876 bine ulaşıyor. (Şekil 2) (3) Bir diğer çarpıcı veri yapılan cerrahi işlemlerin sayısı. Estetik ve plastik cerrahi sağlık turizmindeki en önemli başlıklardan birisi. Uluslararası Estetik Cerrahi Derneği’nin yayımladığı rapordan Türkiye’nin pandemi döneminde dünyada en fazla estetik cerrahi yapılan beşinci ülke olduğunu öğreniyoruz. (4) Bu birkaç veri bile tabloyu açık şekilde ortaya koyuyor aslında. Peki, "Health Türkiye" projesini farklı kılan nedir? Bunu da bir sonraki bölümde tartışmaya çalışacağım.
Kaynak: TÜİK
Kaynak: TÜİK ve Sağlık Bakanlığı
Küresel Hastane
Neoliberal birikim rejiminin küresel ölçekte kurduğu meta zincirini (günümüzde "tedarik zinciri" olarak da tarif edilen) Anadolu’daki entegrasyon aşaması ve özel olarak Denizli’deki tekstil sektörü üzerinden inceleyen çalışmasında Özuğurlu (5), söz konusu üretim birimlerini ve sürecini kendisinden önceki çalışmalara da dayanarak "küresel fabrika" olarak tanımlıyor. Burada vurgulanan nokta neoliberal politikalarla birlikte odağın ulusal pazardan küresel piyasaya kaydığı ve onun ihtiyaçlarına göre belirlendiği, diğer bir deyişle ihracat odaklı bir üretim modelinin hayata geçirildiğidir.
Ulaşım ve iletişim teknolojilerinin eriştiği gelişmişlik düzeyinin meta ve sermaye dolaşımını nasıl kolaylaştırdığı hepimizin malumu. Bazı hizmet alanlarını daha doğrudan ve hızlı etkilemekle birlikte genel anlamda sağlık hizmetlerine yansımalarını da görebiliyoruz. Sağlık turizmi bunun en önemlilerinden birisi. Modern anlamda yirminci yüzyılın başından itibaren sağlık turizmi adıyla yapılan faaliyetlere rastlayabiliyoruz; bunların neredeyse tamamı dönemin zenginlerinin faydalanabileceği kısıtlı olanaklar. 1980’li yıllarla birlikte sağlık turizmi zenginlerin yanında daha alt sınıfların da gündemine girmeye (başlangıçta komşu bölgeler ve ülkelerle sınırlı olarak) başladı diyebiliriz. 1990’lı yılların sonunda özellikle Asya krizinin de etkisiyle Tayland ve Singapur gibi Güneydoğu Asya ülkelerinde doğrudan hükümetler eliyle sağlık turizmine ulusal sağlık sistemi düzeyinde alan açılmasıyla yeni bir evreye girilmiş oldu. Türkiye ise bu sürece AKP ve onun neoliberal politika paketi olan Sağlıkta Dönüşüm Programı vesilesiyle dahil oldu diyebiliriz. Görece geç başlayan bu süreç gerek konunun stratejik eylem planları ve hükümet programlarına girmesi gerek çeşitli mevzuat değişiklikleri gibi adımlarla 2007 yılından sonra hız kazanmıştır.
Bu başlıkta Türkiye için yeni olan ise yakın zamana kadar daha çok belirli özel hastaneler, klinikler üzerinden yürüyen ve genel bütçeye katkısı marjinal diyebileceğimiz bir düzeyde olan sağlık turizminin, değişen çeşitli ekonomik faktörlerin de tetiklemesiyle iktidar tarafından sağlık sisteminin bütünü için ana belirleyen olarak kodlanmaya başlanmasıdır. Küresel piyasadan pay kapmak, marka değeri oluşturmak, sağlık sistemimizin gücünü dünyaya göstermek vb. türlü etiketlerle ifadesini bulan bu yönelim için devlet olanaklarının ve kamusal altyapının etkin bir şekilde kullanılması hedeflendiği anlaşılıyor. Örneğin, Türkiye’de aktif olarak faaliyet gösteren toplam 20 şehir hastanesinin 13’ü şimdiden sağlık turizmi kapsamına alınmış durumda. (6) Farklı illerdeki birçok eğitim-araştırma-uygulama ve üniversite hastanesinin de yine bu projeye dahil edildiğini anlıyoruz.
Sürecin doğrudan Sağlık Bakanlığı tarafından merkezi düzeyde yürütülmesi, kamusal altyapı dahil önemli kaynaklar ayrılması gibi faktörler göz önüne alındığında, iktidarın sağlık sistemini sermayenin güncel ihtiyaçları doğrultusunda küresel sağlık piyasasına çok daha radikal biçimde bağlama niyeti olduğu açıkça görülmektedir. Tam da bu nedenle küresel fabrika kavramsallaştırmasının sağlık hizmetlerindeki eğilimi anlamak için kullanışlı olabileceğini, sağlık turizmi olgusu üzerinden ülkemizde yaşanan süreci "küresel hastane" olarak tanımlayabileceğimizi düşünüyorum. Yukarıdaki veriler ve "Health Türkiye" gibi doğrudan devlet güdümlü olan kapsamlı proje, tıpkı ihracat odaklı modelle ortaya çıkmış küresel fabrikalara ve değişen üretim süreçlerine benzer şekilde sağlık hizmetleri alanında küresel hastanelerin kurulmaya çalışıldığına işaret ediyor olabilir.
Elbette sağlık hizmetlerinin başka birçok ürün veya hizmet alanından önemli farklılıkları bulunuyor; toplumsal yeniden üretimdeki ikame edilemez yeri, metalaştırmanın sınırları, hizmet türünün kendine has pratikleri, sağlık emekçilerinin sistem içerisindeki pozisyonu, örgütlülük düzeyleri vb. Bunun yanında sağlık emek göçü gibi ayrıca değerlendirilmesi gereken farklı dinamikler mevcut. Yine de benzerlikleri dikkate alarak sürecin bize neler getirebileceğini tartışmanın faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Özetle, ülkenin kaynaklarını ve altyapısını pazarlama faaliyetlerinde sıra sağlık sistemine gelmiş gözükmektedir. Saray Rejimi'nin günleri sayılı olduğundan bu ölçekteki bir işin kendileri tarafından nihayete erdirilmesi zor. Fakat esas tehlike AKP sonrası dönemde de projenin devam ettirilerek zamanla bir devlet politikası haline getirilmesidir. Bu yönde bazı emarelerin olduğunu görebiliyoruz.
Başta sağlık emek ve meslek örgütleri olmak üzere toplumsal muhalefetin bu süreci tüm boyutlarıyla (emek sömürüsü, çalışma ilişkileri, meslek etiğine etkileri vb.) masaya yatırması, ardından örgütlenme ve mücadele stratejisini hangi temeller üzerine kuracağını geç olmadan belirlemesi önem arz ediyor. Örneğin, artan fakülte-kontenjan sayılarını veya muayenehanelere karşı çıkarılan yönetmelik gibi son dönemdeki yasal düzenlemeleri bu bağlamda değerlendirmek, daha bütüncül bir şekilde kavrayabilmek işimizi kolaylaştırabilir. Pandemi sonrası sağlık alanındaki kamucu politikaların öneminin geniş kitlelerce görülmesi geçiş döneminde öne sürülecek talepleri radikalleştirebilmek ve sağlık turizmi gibi sermaye projelerine karşı güçlü direnç noktaları oluşturabilmek adına iyi bir zemin sunuyor. Başka bir ifadeyle, savunma pozisyonundan çıkmanın vakti geldi de geçiyor.
1-) https://www.tursab.org.tr/haberler/tursab-saglik-turizmi-raporu_11430
4-) https://www.aa.com.tr/tr/saglik/pandemide-dunya-estetik-icin-turkiyeye-kostu/2539138
5-) Özuğurlu, M: Anadolu’da Küresel Fabrikanın Doğuşu: Yeni İşçilik Örüntülerinin Sosyolojisi. İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2008.