Hırvatistan: AB denetiminde faşizm
Zagreb’deki seçimde en çok dikkati çeken şey ise farklı sol grupların bir araya gelerek oluşturduğu “Zagreb je Naš” (Zagreb bizimdir) cephesinin başarısıydı.
AB sürecinde Hırvatistan’ın faşist geleneğinin törpüleneceği umulurken, bugün tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Faşizme karşı mücadeleyi sadece söylemsel düzeyde yapan, zaten yapı itibariyle daha da ötesini yapabilecek yapıya sahip olamayan Avrupa öte yandan sol muhalefeti kendi siyasî dinamikleri içinde tutabilmeyi başarıyor.
Geçtiğimiz haftasonu Hırvatistan’da yerel seçimler yapıldı.
Hırvatistan seçim coğrafyasında genellikle taşrada, bilhassa Adriyatik kıyı şeridi Dalmaçya ve Hırvatistan’ın Sırbistan sınırındaki Slavonya bölgesi, sağ parti HDZ’nin (Hrvatska Demokratska Zajednica: Hırvat Demokrat Birliği) baskın olduğu, merkezde de sosyal demokrat partinin ağırlıklı olduğu bir dağılım vardır. Bunun dışında dört büyük şehir; Zagreb, Split, Rijeka ve Osijek’te seçimlerin galibi güncel siyasi duruma göre şekillenir. Eski Yugoslavya’nın “kızıl kentlerinden biri” olarak bilinen Split’te uzun zamandır HDZ birinci parti olarak çıkıyor. Zagreb ise sosyal demokratların kalesi olarak bilinir ama son seçimlerde sol-liberal “Emek ve Dayanışma Partisi” (Stranka Rada i Solidarnosti) liderliğinde üç sol ve liberal partinin oluşturduğu cephenin adayı belediye başkanlığını kazandı.
Zagreb’deki seçimde en çok dikkati çeken şey ise farklı sol grupların bir araya gelerek oluşturduğu “Zagreb je Naš” (Zagreb bizimdir) cephesinin başarısıydı. Evvelki gün Zagreb je Naš’ın başarısıyla ilgili bir haber İleri’de yayınlandı.
Solun başarısı yabana atılır gibi değil. Ama ulusal ölçekte seçim sonuçlarına baktığımızda sağ az da olsa oylarını arttırdı. Daha da önemlisi, özellikle AB’ye tam üyeliği kabul edildikten sonra Hırvatistan’da iyice açığa çıkan faşizm.
Son dönemlerde sağcı Hırvat siyasetçiler, sürekli olarak 1941-45 yılları arasında Alman Nazi kukla devleti “Hırvatistan Bağımsız Cumhuriyeti” ve para-militer faşist örgüt Ustaşa’ya ait sembollerle sobeleniyor. Sağ siyasetçiler önce inkâr ediyor, sonra medyada yayınlanan fotoğrafın kumpas olduğunu, ya da tamamıyla tesadüf eseri böyle bir pozun ortaya çıktığını iddia ediyor, o da yemezse “aslında Ustaşa da bizim tarihimizin parçası” diyerek işin içinden çıkmaya çalışıyor.
Fakat bazen işi ifrada vardırabiliyorlar. Örneğin, HDZ’li bir bakan geçtiğimiz aylarda, İkinci Dünya Savaşı esnasında yaklaşık 83 bin kişinin katledildiği Jasenovac kampının kasaplarından birini sahiplenmeye kadar vardırıp, İkinci Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden HOS (Hırvat Savunma Güçleri) adına bir anıt mezarın açılışına katıldı. Üstelik anıt mezarın üzerinde Hırvat faşizminin şiarı “Za dom spremni” (Anavatan için hazır) sloganı işlenmişti. İkinci Dünya Savaşı’nda yüzbinlerce masumun canını alırken Hırvat faşistlerin dilinden düşmeyen slogan…
1990’lı yıllarda Franyo Tucman (Franjo Tudjman) liderliğinde Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan eden Hırvatistan, başta Tucman olmak üzere hiçbir zaman Ustaşa ve Bağımsız Hırvatistan Devleti geçmişini reddetmedi. Bilakis, Slavonya ve Krayina’dan Sırpları tehcire zorlarken ederken, Bosna’da Boşnak köyleri katliamdan geçirirken en önemli referansları “anavatan için hazır” olmalarıydı.
AB üyelik sürecinde, AB’nin siyasî baskıları sonucu Hırvat siyasetçiler bir dönem için aşırı milliyetçi unsurları en azından görünürde biraz törpülediler. Genel beklenti, AB’ye tam üye olan Hırvatistan’ın, üyelikten sonra neo-faşist oluşumlara, neo-faşist siyasî söyleme müsaade etmeyeceği yönündeydi. Bir dönem iyi de idare ettiler. Hatta Avrupa kamuoyu sosyal demokratların iktidara geldiği Hırvatistan’ın faşist geçmişinden ve Tucman iktidarında somutlaşan neo-faşist devlet geleneğinde yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığı yönünde bir yanılgıya düştü. Ama beklenenin tam tersi oldu. Zaten kelin merhemi olsa kendi başına sürer, AB troykası faşizme karşı müvcadele edebilecek yapıya sahip olsa önce kendi topraklarında bunu başarırdı. Bir de üstüne üstlük AB üyeliğini garantiye alan Hırvatistan tam üyelikten sonra faşistlere yönelik göstermelik siyasî baskıyı hepten kaldırdı.
AB üyeliğinden sonra Hırvatistan güncel siyasetinde faşist söylem öncekine göre daha güçlü bir şekilde yer almaya başladı. Hırvatistan bu konudaki eleştirileri ise çok kıvrak bir manevrayla sürklase edebiliyor: Faşist geçmişe öykünenlerle komünist geçmişe dair sembol ve söylemleri aynı başlıkta ele alarak…
Geçenlerde bir TV programında, Bosna-Hersek devlet bakanlarından Reuf Bayroviç Hırvatistan’ın genç ve alımlı cumhurbaşkanı HDZ’li Kolinda Grabar-Kitaroviç hakkında şöyle bir tanımda bulundu: “Grabar-Kitaroviç Tucman’ın NATO üniformalı olanıdır.” Grabar-Kitaroviç zaten Tucman’ın öğrencisi ve HDZ’ye 1993 yılında, Ustaşa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en parlak yıllarını yaşadığı Tucman döneminde partiye üye olmuş.
Başta Grabar-Kitaroviç ve diğer Hırvat sağcılar ne zaman Ustaşa sembollerin kamusal alanda, özellikle de HDZ’li yöneticiler tarafından yaygın bir biçimde kullanıldığı yönünde bir eleştiriyle karşılaşsalar, komünizme yüklenerek bu eleştirilerden sıyırmanın yolunu arıyorlar. Anti-komünist bir histeri, ağzından köpükler çıkarırcasına Hırvatistan’da Yugoslavya’nın şanlı anti-faşist tarihine saldırıyor. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı’nda verilen o şanlı mücadelenin cisimleştiği, her biri ayrı bir sanat eseri olan anıtlar AB’nin “eleştirel” bakışları altında yıkılıyor, parçalanıyor.
Öte yandan, Hırvatistan’ın varlığını Yugoslavya’ya borçlu olduğu gerçeği de madalyonun bir diğer yüzü. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere bile parmak ısırtan katliamlar yapan Hırvatistan’ın savaşın sonunda hesap vermeyeşinin, haritadan silinmemesinin nedeni savaş sonrasında sosyalist Yugoslavya’nın bir parçası olmasıydı. Dahası, Hırvatistan iktisadî gelişkinliğini, endüstriyel altyapısını Yugoslavya gibi güçlü bir ülkenin parçası olmasına borçludur.
Ama faşizmin mantıklı düşünebilme yetisi de yok, onuru da yok…
Hırvat faşistleri Balkanlar’da 1990’lı yıllarda Sırp faşistleri Çetniklerin gölgesinde kalmış olmalarının keyfini sürüyor. O kadar ilginçtir ki, Hırvat topçusu tarafından yıkılan Mostar Köprüsü’nün faili bile çoğu kişi için Sırplardır.
1990’lı yıllarda Yugoslavya’nın dağılması sürecinden AB ve ABD tarafından desteklenen Hırvatların ilk yaptıkları iş Tito döneminde kapatılan faşist derneklerin ve kulüplerin yeniden açılması olmuştur ama önceleri AB, sonrasında da ABD’nin Balkanlar’daki has adamı olan Hırvatistan’ın faşist siyaseti hep göz ardı edilmiş, Yugoslav savaşlarında yaptıkları katliamlar nadiren yargılanmıştır.
Durum buyken “Zagreb je Naš”ın göreceli seçim başarısı dikkatleri çekiyor. ZJN’nin adayı 35 yaşındaki yeşil hareket kökenli Tomislav Tomiç belediye başkanlığı seçiminde %4’e yakın oy aldı. Fakat belediye meclis seçiminde ZJN Zagreb oylarının %7,64’ünü alarak önemli bir başarı elde etti. Tipik bir Avrupa Sol hareketi olarak nitelendirebileceğimiz ZJN de zaten örgütsel yapı olarak kendine, önceleri bir kentsel mücadele tabanlı yurttaş inisiyatifi olarak kurulup sonradan siyasî partiye dönüşen Podemos’u örnek alıyor.
ZJN üç aylık bir geçmişe sahip fakat ardında yaklaşık 15 yıllık bir kentsel mücadele birikimi var ve esas olarak sosyal demokratların terk ettiği, sosyal adalet, ekolojik sürdürülebilirlik ve cinsiyet eşitliği gibi siyasî alanlarda var olmayı hedefliyor.
Özgür Dirim Özkan’ın İleri Portal’dan önce yayınlanan yazıları için:
http://yugoslavyayazilari.blogspot.com.tr/
Bazı yazıların İngilizce çevirileri için:
http://lettersfromyugoslavia.blogspot.com.tr/