İliç…

İliç…

Bu olay iş kazası değildir, çünkü iş kazası öngörülemeyen, önlem alınamayan olaylar olarak tanımlanır. Oysa bu facia, konunun uzmanları tarafından öngörülen ve önceden uyarılmasına rağmen önlem alınmayan bir olaydır ve iş cinayetidir.

Mehmet Torun

10 Şubat 2011 tarihinde Türkiye kömür madenciliğinde kara bir gün yaşanmıştı. Kahramanmaraş, Afşin-Elbistan B Termik Santrali için Ciner grubu tarafından kömür üretimi yapılan sahada meydana gelen şev kayması sonucu ikisi mühendis ve dokuzu maden işçisi olmak üzere on bir maden emekçisi hayatını kaybetmişti. Yaklaşık 100 milyon ton toprağın altında kalan maden emekçilerinden dokuzunun cansız bedenlerine bugün bile ulaşılamadı. Göçük altında kalan ve yıllarca cesetlerine ulaşılamayan işçilerin cenazelerini çıkarmanın maliyeti fazla gelince daha düşük maliyetli bir yol bulundu. “Maden Şehitleri Anıtı” cesetleri toprak altında kalan madencilerin toplu mezar taşı oldu. Çöllolar kömür sahasında daha çok kömür üretmek ve daha fazla kâr elde etmek için şirket çıkarlarının öncelenmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yeterli önlemler alınmadan kazı yapılması sonucunda  meydana gelen bu iş cinayeti ne yazık ki son olmadı.

13 Şubat 2024 tarihinde ABD-Kanada menşeili çokuluslu SSR Mining şirketi ve yerli ortağı Çalık Holding tarafından işletilen altın işletmesinde zehirli kimyasallarla yıkanan yığınların kayması sonucu 9 işçi kayan atıkların altında kaldı. İlk açıklamalarda toprak kayması ve heyelan olarak kamuoyuna duyurulan bu olay sıradan bir maden göçüğü veya heyelan değildi. Bir doğa olayı da değildi.

İşletmede altın kazanımı yığın liçi denilen bir yöntemle yapılıyordu. Parçalanan altın cevheri içeren kayaçlar öğütülerek çok ince taneler halinde yığın haline getirilip siyanür püskürtülerek yıkanıyordu. Kayan malzeme, insan eliyle oluşturulan siyanür ile yıkanan, yüksekliği 120 metreyi bulan öğütülmüş kayaç yığınlarıdır, suni tepelerdir. 30 milyon ton civarındaki zehirlenmiş kayaç yığınları eksik önlemler nedeniyle kaymış ve 9 kişiye diri diri mezar olmuştur.

Bu olay iş kazası değildir, çünkü iş kazası öngörülemeyen, önlem alınamayan olaylar olarak tanımlanır. Oysa bu facia, konunun uzmanları tarafından öngörülen ve önceden uyarılmasına rağmen önlem alınmayan bir olaydır ve iş cinayetidir. İşletici firma elbette suçludur, sorumludur ama bu konuda yalnız değildir. Kamu adına şirkete işletme izni verenler, kopyala-yapıştır yöntemiyle yapılan ÇED raporunu onaylayanlar, denetim yapmayanlar, kapasite artışı izni verenler, şirketin 17,4 milyon dolarlık vergi borcunu silenler, şirketle birlikte suçludur, sorumludur.

Altın sahasının aktif Munzur fay zonu üzerinde olduğu bilinmesine rağmen, raporlarda bu fayı ölü olarak gösterenler, siyanürün tehlikesini bilmelerine rağmen zararsız olduğuna dair rapor veren sözde bilim insanları, üç beş kuruş menfaati için görev suistimali yapan yetkililer bu cinayetten sorumludur. Yıllardır yaşam alanlarını korumak için mücadele eden bir avuç insanı yalnız bırakan, onlara yeterli desteği vermeyen herkes en azından kusurludur.

2022 yılının Haziran ayında aynı işletmede siyanür borusu patlamış ve siyanür çevreye yayılmıştı. Kirlilik önce gizlenmiş daha sonra da küçük bir olay gibi gösterilmeye çalışılmıştı. Kamuoyunun ve basının ısrarla olayın üzerine gitmesi sonucu Bakanlık müdahale etmek zorunda kalmış, şirketin faaliyetleri 3 ay süreyle durdurulmuş ve 16 milyon TL para cezası kesilmişti. 3 ay sonra faaliyete başlayan işletme bir kez daha kapasite artırımı istemiş ve kabul edilmişti. Bu süreçte ek ÇED raporu istenmiş ve ÇED uygunluk belgesi verilmişti. Bu belgeyi veren bakanlığın başındaki şahıs bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı. ÇED iptali için TMMOB yargıya başvurmuş ve çevresel riskleri gerekçe göstererek işletmenin kapatılmasını da talep etmişti. Ancak bu talep kabul edilmemiş, işletme kuruluşundan üç kat fazla kapasite ile çalışmaya devam etmiş. Kapasite artışı aynı zamanda risklerinde artması anlamına gelmekteydi. Daha fazla patlatma yapılması, daha fazla siyanür ve sülfürik asit kullanılması demekti. Daha yüksek yığın yapılması, bu yığınların siyanürle yıkanması demekti. İşte bu yığınlar fazla yüke dayanamadı, yıkıldı.

Doğa, oyun kurallarına göre oynandığı sürece asla kalleşlik yapmaz. Nitekim yığın yükseklikleri olması gerekenden 3-4 kat yüksek olunca ses verdi, çatlaklar oluştu, büyük yarıklar meydana geldi.  İşçilerin ifadesine göre yetkililer uyarılmış ve çalışma yapmayacaklarını söylemişler. Ancak iş tamamen durdurulmayınca facia yaşandı ve 9 işçi kayan balçık malzemenin altında kaldı. Yetkililerin günlerdir arama-kurtarma dedikleri operasyon aslında çaresizliklerinin bir göstergesi. Bir şeyler yapılıyormuş gibi gösterilmekte çünkü o ortamda yapılacaklar çok sınırlı. 30 milyon ton malzemeyi kaldırmak basit bir iş değil hele de siyanürle çamur haline gelmiş bir balçık yığını olunca.

Faciadan sonra TMMOB, TTB ve KESK  adına uzman heyetler olay yerine giderek kurtarma çalışmaları hakkında bilgi almak, destek vermek istediler.  Ancak işletmeye alınmadılar ama tarikat-cemaat mensupları işbaşındaydı Soma maden faciasında, deprem bölgelerinde olduğu gibi.  Bu da gösteriyor ki iktidar yine bildiğini okuyacak, bilim ve tekniği yok sayacak. Fıtrat, kader diyerek gündemi değiştirmeye çalışacak.

Facianın yaşandığı günlerde TBMM’de torba yasa içinde maden kanununda bazı değişiklikler yapılacaktı. Bu değişiklikler, yine şirketlerin talepleriydi ancak yaşanan facia nedeniyle geri çekildi. Gelecek günlerde yine gündeme alınacaktır. AKP iktidarı döneminde Maden Kanunu 21 kez değiştirildi. Her değişiklik bırakın sorunları çözmeyi daha karmaşık hale getirdi. Çünkü, her sermaye grubunun talepleri farklıydı ve iktidar bunları yerine getirmeye çabalıyordu. Ancak; sektörü, sektör çalışanlarını koruyan hiçbir yenilik yoktu bu değişikliklerde. Cumhuriyet tarihinde verilen ruhsat sayısı 3 binlerde iken AKP iktidarı döneminde bu rakam 300 binlere çıktı. Madenleri ticari bir mal gibi gören zihniyet, ülkenin her yerinde hesapsız kitapsız ruhsat dağıttı. Halkın ortak malı olan madenler, yandaşlara peşkeş çekildi. Denetim göstermelik hale getirildi. İşçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmadı, bu konuda yaptırım uygulanmadı. Tüm bunların sonucunda İliç faciası yaşandı.

Bütün bunlar ne uğruna yaşanmakta? Kimler kazanmakta kimler kaybetmekte? Yöre halkı kaybetmiştir, ülkemiz kaybetmiştir, yaşam kaybetmiştir, çevre kaybetmiştir. Kazanan sadece çokuluslu şirketler ve yandaş şirketler olmuştur. Çok uluslu şirketlerin ve yerli işbirlikçilerinin kasalarını doldurması için ülkemize yaşatılan bu olay, sömürge madenciliğinin en somut göstergesidir. Bugün ülkemizde 20 altın işletmesi bulunmakta. Bu sayının on yıl içinde 50 ye ulaşması bekleniyor. Yani İliç gibi 50 örnek... Hukukun çalışmadığı, hak aramanın suç sayıldığı bir ülkede yaşanacak olumsuzlukları düşünmek bile ürkütücü.

Bu sistemin adı sömürge madenciliğidir. Tüketildiğinde yerine konulamayan madenlerimiz talan edilirken, bize bırakılan siyanürle zehirlenmiş topraklar, kurutulmuş dereler, kesilmiş ormanlar, ölümler ve acılar…

Bu çarpıklığa son vermenin yolu örgütlü mücadele etmekten geçmekte. Yoksa çok daha ağıt yakarız kaybettiklerimizin peşinden.

DAHA FAZLA