İlk otobüs protestocularının cesareti
Thomas C.Holt, Carrie Lee Fitzgerald’ın isyanını anlatıyor…
Yazar: Thomas C. Holt
Çeviren: Gülşah Kartalkaya
Carrie Lee Fitzgerald, Ocak 1944’te Danville, Virginia’nın kırsal eteklerindeki evine doğru yol alan Lynchburg’daki Trailways otobüsüne bindiğinde üzüntüden hastalanmıştı. Daha yeni “zenci” hastanesinde böbrek hastalığı nedeniyle tedavi görmekte olan 42 yaşındaki kocasını ziyarete gitmişti. Carrie, oradan ayrılırken kocasını son defa canlı olarak görüyor olabileceği korkusunu taşımaktaydı. Ve gerçekten de birkaç hafta sonra onu kaybetti. Belki de içinde bulunduğu ruh hali ve acısı o günkü beklenmedik davranışlarını açıklamaktadır. Ya da belki de Carrie’nin davranışı ile o gün ona eşlik eden en küçük kızının kocası, Pasifik’te başka bir cephede “dünya demokrasisini kurtar” adı altında savaşıyorken, üç oğlundan birinin Avrupa’daki Amerikan ordusuna hizmet ediyor oluşu arasında bariz bir çelişki bulunuyordu. Belki de bu siyahi yaşantısının 66 yıl boyunca sistematik olarak küçük düşürülmesinin ve saygısızlık edilmesinin üzerine olan birikmişliğinin bir sonucuydu.
Sebebi her ne olursa olsun, otobüste kızının korkusuna rağmen “beyazlar” için ayrılmış olan bölüme oturdu. Sürücü durumu fark etti ve ona arkaya geçmesi için bağırdı. Ailesi ve arkadaşları için tanıdık olan bir ses, o sessiz otobüse kırbaç gibi vuran bir cevap verdi. Sürücünün isteğini bariz bir şekilde reddetti. O binmeden önce otobüse dolan üniversite öğrencilerinin renkli koltuklarını doldurduğunu bu nedenle de inen ilk yolcunun kalktığı boş yere oturduğunu belirtti. Belki de sürücü, koltuğundan kalkıp yaşlı bir kadını yerinden zorla kaldırmayı tatsız ve polisi bekleyip de gecikmeyi uygunsuz bulmuştu. Her halükarda onu rahat bırakmaya karar verdi, Virginia yasaları ve töreleri lanetlenmiş oldu. Böylece Carrie yola, kalan 60 mil boyunca rahatsız edilmeden devam etti. Yıllar sonra aile irfanı onun isyanını, 10 yıl sonraki Sivil Haklar Hareketi simgesel başlangıcının söylenmemiş bir provası, “Bir Rosa Parks Anı” olarak kutlayacaktı. Ancak aile irfanının aksine Carrie’nin isyanıyla ilgili en kayda değer unsur o anın ABD’deki siyahların yaşam tarihine nasıl bir örnek olduğuydu çünkü öncesinde ve sonrasında da benzer birçok isyan meydana gelmişti. Nitekim 6 ay sonra savaş uçağı inşa eden bir yüklenici firmada çalışan 27 yaşındaki Irene Morgan, Baltimore Maryland’de bulunan evine gitmek için Gloucester, Virginia yakınlarında bulunan Hayes Store durağından bindiği otobüs ile çıktığı yolculukta aynı protestoyu başlatacaktı. Carrie Fitzgerald’ın aksine Irene Morgan tutuklandı. Daha sonradan davası, halkın ve 3 yıl sonra Amerika Yüksek Mahkemesi’nin dönüm noktası niteliğinde bir karar almasına öncülük eden Siyahi İnsanların Yükselmesi Ulusal Derneği’nin dikkatini çekmiş, Yüksek Mahkeme Irene’nin eyalet sınırlarını aşan bir yolculukta olduğunu, maruz kaldığı ayrımcılığın kendisinin sivil haklarının ihlal edilişinin anayasaya aykırı olduğunu bildirmiştir. Morgan’ın Virginia’nın Jim Crow Yasalarına olan mücadelesi onun bir sınır eyaletinde yaşlanmasını ve oradaki Amerikalı siyahların savaş zamanı eylemciliğini iyi yansıtıyor olabilir ancak bu gerçeklerin her biri aynı zamanda siyahların eşit muamele ve saygı görmek için duydukları özlemin ülke çapında değişen ortamını da yansıtır.
Fitzgerald’ın 1944’teki dünyası Morgan’ınkinden farklıydı ama aynı zamanda demokratik olarak yeniden inşa edilmiş Güney hayallerinin kanlı şiddet ve siyasi ihanete kurban gitmesinden yalnızca 1 yıl sonrası, 1878’deki doğduğu zamanla da aynı değildi. Nazizme karşı olan bu savaş yalnızca o rüyayı yeniden canlandırma sözünü vermiyordu, aynı zamanda Carrie’nin direnişine olanak verecek maddi koşullara da sahipti. 10 yıl önce tarım işçiliğini bırakan ailesi artık ne kalacak yer ne de geçimini sağlamak için tarla sahiplerinin kaprislerini çekmek zorunda değildi. En küçük kızına bağlılığından dolayı ordunun verdiği ödenek aileye daha önceden kiracısı olduğu 2 katlı ahşap kulübeyi satın alma imkânı sunmuştu. Yani o gün otobüsteki hareketleri için ondan açıklama bekleyen bir ev sahibi olmayacaktı. Büyümüş çocuklarının işlerini tehdit eden kimse de yoktu. Yirminci yüzyılın yarısı itibarıyla bunlar, ne kuzey ne de güney askeri hizmetinde yer alanlar, savaş zamanı talebini karşılamak adına genişletilmiş kentsel iş gücü piyasasında çalıştıkları için siyah hayatı yeniden şekillendiren büyük demografik dönüşümü pekiştirecek bir düzen oluşturuyorlardı.
Böylece Carrie’nin, muhtemelen Irene Morgan’dan daha fazlasını barındıran hikâyesi Sivil Haklar Hareketi’nin gelişinden on yıllar önceki kritik değişimleri yansıtıyordu. Yine de tarihe geçen ya da kaybolan birçok olay gibi, Carrie’nin Jim Crow rejimine karşı sergilediği anlık bireysel mücadelenin, daha sonra gerçekleşen; bazılarının “özlemi duyulan sivil haklar hareketi” olarak adlandırdığı olayların başlangıç bölümü ile bağdaştırılmaması gerekir.
Bunun yerine en iyi ihtimalle on yıl sonraki süregelen tarihsel dönüşümleri mümkün kılan daha geniş çapta isyanların başlangıç simgesi olarak görülebilir. 1955 ve 1965 yılları arasında Jim Crow düzenine yönelik verilen mücadeleler bariz bir şekilde daha önce gelen direniş kuşaklarından filizleniyordu ve onlar önceki hikâyeler olmadan anlaşılamamaktadır, ancak bir şey apaçıktır ki; Carrie Fitzgerald’ın isyanı yine de kitlesel toplum hareketinin bir parçası olmamıştır.
On yıl sonra yapılan protestolarda ne onun bireysel protestosunu geliştirecek bir toplum seferberliği ne de kendi mizacıyla bu baskıya karşı sergilediği cesurca mücadelesine çok yakın tutulabilecek bir değişiklik olmayacaktı. Bahçesiyle ilgilenecek, torunlarına bakacak, kendi sessiz rutinine geri dönecekti. Birçok akademisyenin 1955 ve 1965 yıllarını kapsayan “klasik” Sivil Haklar Hareketi olarak adlandırdığı bu on yıl, en iyi ihtimalle Carrie’nin hikâyesindeki kayıp unsurların çoğunu içeren, ırkçı baskıya karşı uzun yıllar süren Afrikalı Amerikan direnişinin tarihinde eşsiz bir an olarak anlaşılabilir. Ancak bir sonraki anın Carrie’nin eylemlerini mümkün kılan ve aynı zamanda yaklaşan fırtınanın olabilirlik koşullarını değerlendiren sosyal, ekonomik ve jeopolitik dönüşümlere dayandığını, onların üzerine inşa edildiğini de kabul etmeliyiz. O halde Carrie’nin hikâyesinde bildiğinden daha farklı bir dünyada yetişecek olan çocukları ve torunları için on yıllar boyunca serpilecek olan daha geniş bir hikâyenin tohumlarını buluyoruz.
Aynı zamanda Carrie’nin hikâyesi bir sonraki adımın niteliğini ve onu yönlendiren toplumsal güçler hakkındaki bazı popüler yanlış kanıları da ortaya çıkarıyor. Sivil Haklar Hareketi yakın ABD tarihinin güzel anlatılan bir dönemi haline gelmiştir. Görüntüleri ocak ve şubat aylarında Martin Luther King Jr.’ın doğum gününde ve “Zenci Tarihi Haftası” (Negro History Week) kutlamalarıyla arka arkaya yayınlanır ve King’in güzel sözlerini seçmek için ara ara kısaltılır. Bu, Rosa Parks’ın Montgomery otobüsündeki simgesel oturma eylemi imajı desteklendiğinde bile, Hareket çoğunlukla kahraman ve karizmatik erkek liderlerin bireysel ya da toplu eylemleri olarak gösterilir. Hareket’in daha derin bir incelemesi, Carrie’nin tek başına yaptığı eyleme çok benzer, daha çok Carrie Fitzgerald, Irene Morgan ve Rosa Park gibi kadınların, eylemin ne anlama geldiğini ve olasılıklarının yeni farkında olan vatandaşların birikmiş şikâyetlerine daha az yol gösteren kahraman erkek liderler tarafından yönlendirilen bir eylemi gözler önüne serer. Böylece, İnsan Hakları Hareketi’nin sınırlandırmalarını ve başarılarını anlamak, onu gerçekten sosyal bir hareket haline getiren, kolektif, sürekli ve dünya değişimine katkı sağlayan özellikleri; tarihsel şartları yeniden kazandırmamızı gerektirir. Yirminci yüzyılın aşağı yukarı on yıl süren sosyal hareketinin en aktif katılımcıları, kolektif eylem, sürekli bağlılık, sosyal düzendeki esas değişimleri gerçekleştirme kararlılığının ve bunun devamlılığını sağlayan güç ilişkilerinin ayırt edici özelliklerinin fazlasıyla bilincindelerdi. Bu aktivistler, bu yükümlülüğü iki kelimeyle özetlediler: “The Movement”. Yazıda belirli artikellerle ve büyük harflerle belirtilen, farklı yerlerde ve bazen farklı amaçlar altında; farklı örgütsel himayeler altında ortaya çıkan bu sıradan insanlar devrimci bir değişim olmasını umdukları şeye ulaşmak için birlikte hareket ediyorlardı.
Elbette, ABD’nin ırksal düzeninin saçmalıklarına ve gaddarlıklarına karşı meydan okuyan ve direnen bazı genç aktivistlerin davranışlarında bir miktar kibir ve gözle görülür biçimde yanlışlar bulunuyordu. Carrie Fitzgerald ve Irene Morgan onları bu noktada hizaya getirebilirdi. Ancak bununla beraber bu özgürlük mücadelesinin uzun tarihinde farklı anlarda yaşlandıkları doğruydu. Bu mücadeleyi şekillendiren olasılık koşullarının daha iyi anlaşılmasının sosyal adalet ve insan onuru için devam eden mücadeleye faydalı olacağını umuyoruz.
Kaynak: Literary Hub