İnsan kalabilmek zor zanaat

İnsan kalabilmek zor zanaat

Altın madenciliği teknik bir konu olmanın çok ötesine geçmiş, sosyal bir olgu olmuş ve altın madenciliğinin söz konusu olduğu her bölgede toplumsal muhalefet hareketleri ortaya çıkmış. Bu yanıyla konu salt teknik bir olgu olarak değerlendirilmemeli. Alınacak tavır aynı zamanda sosyal-siyasal bir tavır olmalı.

Mehmet Torun

Ülkemizde altın üretimi konusunda süregelen tartışmalar bugünlerde tekrar gündemde. Profesör titri olan bir zat, 4 Aralık Dünya Madenciler Günü dolayısıyla düzenlenen bir toplantıda madencilik doğayı tahrip etmez; biz doğayı tahrip etmiyoruz, doğanın yüzünü değiştiriyoruz; maden açılmasın diyen sivri akıllıları rahatsız eden nedir; … rahatsız olanlar zır cahildir; madencilik doğayı tahrip eder diyen adamı kovacaksın,… defol git diyeceksin”  diyerek bilimsel görüşlerini kamuoyuyla paylaştı.

Aynı günlerde yine Dünya Madenciler Günü etkinlikleri kapsamında, yabancı altın şirketince finanse edilen yemekte konuşan bir meslek odası temsilcisi “evinin önünde bir ağaç yetiştirmeyi beceremeyen, çevreci geçinen topluluklara” çıkıştı, madenciliğe karşı oldukları için.

Bu tartışmalar 1990'lı yıllarda başladı. Bergama’da ilk açılacak altın madenine itiraz eden "Hopdediks" lakaplı Bayram Çavuş’un ve Bergamalıların renkli direnişleri hafızalarda hâlâ. O günlerden bugüne köprünün altından çok sular aktı. 2001 yılında başlayan süreçle birlikte bugün ülkenin 20 ayrı noktasında altın madeni işletilmekte. Bu sayının gelecek yirmi yılda en az 50 olacağı söylenmekte. 21 yıllık süreçte yaklaşık 500 ton altın üretilmiş.

Çokuluslu şirketler ya da yerli ortaklarınca üretilen bu altından ülkemizin, halkımızın payına düşen ne olmuş? Ülkemizin kalkınmasına, zenginleşmesine, ilerlemesine ne kadar katkısı olmuş? Yöre halkları yoksulluktan kurtulmuş mu? Yanıtını siz verin. Gelecekte ne olur derseniz? 21 yılda yaşam kalitemiz, refah seviyemiz ne kadar arttıysa gelecek yirmi yılda da benzeri olur bu gidişle. Bize kalacak olan ise zehirlenmiş topraklar, sular ve bozulan doğa.

Bu gerçekliğe itiraz edenler düşman olarak gösterilmekte, en basitiyle madenci düşmanı ilan edilmekte. Bu konularda kamuoyunun ikna edilmesi için uzmanlar (!) devreye sokulmakta. Bu kerameti kendinden menkul uzmanlar egemenlere akıl hocalığı yapar, meşruiyet ve rıza üretirler. Sömürü, baskı ve şiddete dayalı egemenlik sistemi, onlar sayesinde kendini yeniden üretmeyi başarır. Elbette eğitimliler, diplomalılar arasında sisteme muhalif olanlar da vardır ama onlar her zaman küçük bir azınlıktır. Kaldı ki, gerçeği söyleyen de zaten "uzman" sayılmaz. O, işe ideoloji karıştırmıştır, söyledikleri "bilimsel" değildir çünkü…

Ekonomi, insan gereksinimlerinin giderilmesi yönündeki etkinliklerdir. Politika da bu gereksinimlere konu olan kıt kaynakların bölüşümü, bunun amaç, araç ve yöntemleri. Dolayısıyla, her ekonomik etkinlik bütün insanları ilgilendirdiği gibi politika da bütün insanlar içindir. Altın madenciliği de, ekonomik bir faaliyettir ve politik alanın içindedir. Buna rağmen, uzmanların büyük bir kısmı konuya seçkinci bir anlayışla yaklaşmakta, bu konuda kendilerinden başkalarının görüş açıklamalarına tepki göstererek, karar alma ve uygulama süreçlerinde de yalnızca kendilerini yetkin görmekteler.

Bilgiye sahip olmak, uzman olmak önemli bir kimliği ifade eder.  Ancak bu kimlik, uzman kişinin aynı zamanda bir yurttaş ve bir insan kimliğine de sahip olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Üstelik uzman kimliğinin, yurttaş kimliği ve insan kimliği ile çelişmemesi gibi bir zorunluluk da bulunmakta.

Altın madenciliği teknik bir konu olmanın çok ötesine geçmiş, sosyal bir olgu olmuş ve altın madenciliğinin söz konusu olduğu her bölgede toplumsal muhalefet hareketleri ortaya çıkmış. Bu yanıyla konu salt teknik bir olgu olarak değerlendirilmemeli. Alınacak tavır aynı zamanda sosyal-siyasal bir tavır olmalı. Örneğin meslek örgütlerinin alacağı tavır ya yerel halkla yakınlaşmaya yol açar ya da şirketlerle. Yerel halkın yanlış bilgilendirildiği, yönlendirildiği düşünülse bile, onların yaşamlarını doğrudan ilgilendiren böylesi konularda “bilim-teknik” adına, “mesleki hassasiyetler” gerekçeleriyle onlara cephe almak, yöre halkının yanında durmamak, şirketlerle birlikte saf tutmak anlamına gelmekte.

“Doğal kaynakların gerçek sahibi halktır” diyenlere ve bu uğurda mücadele edenlere saygıyla…

DAHA FAZLA