İş cinayetlerinin nedeni kapitalist sistemdir
4000 yıl önce yazılan Hamurabi Kanunları’nda bile insan ihmaline veya kusura dayanan istenmeyen zararlı olay “kaza” olarak kabul edilmemiş ve cezalandırılması istenmişken dört bin yıl sonra kitlesel ölümlere yol açan iş cinayetlerine “kaza” denilmesi insanlığın ve hukukun geldiği nokta açısından ibret vericidir.
Mehmet Torun
Hızlı teknolojik gelişmeler bir yandan insanın refahına hizmet ederken, öte yandan insan hayatı ve çevre için tehlikeleri de beraberinde getirmekte. Üretim sürecine giren her yeni madde, her yeni makine, araç ve gereç insan sağlığı, işyeri güvenliği, çevre sağlığı ve çevre güvenliği için tehdit oluşturmakta. Bir bakıma yükselen refah insanlığa iş cinayetleri, meslek hastalıkları ve çevre kirlenmesi olarak geri dönmekte.
Kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir. Sermaye; işçiyi, emekçiyi üretim alanında kullandığı bir makine gibi, bir hammadde gibi üretim girdisi olarak ele alır. Bundan dolayı, işçi sağlığı ve iş güvenliği için alınacak önlemleri bir maliyet unsuru olarak görür. Maliyeti düşürmek için bu alandaki önlemleri minimize etmeye çalışır.
İlk yazılı kanun olarak kabul edilen ve M.Ö. 1790’lı yıllara dayanan Hamurabi Kanunları’nda “kaza” Tanrı tarafından gerçekleştirilen bir olay olarak kabul edilmiş. Ancak, 267. maddesinde “ihmal”e dayalı gerçekleşen olay ayrı tutulmuş, “kaza” olarak kabul edilmiş ve yaptırım getirilmiş.
- Bir hayvan tanrı tarafından öldürüldüyse (kaza) ya da bir aslan onu öldürdüyse çoban tanrı huzurunda masumiyetini ilan eder ve sahibi de bunun kaza olduğunu kabul eder.
- Bir çoban bir şeyleri ihmal ettiği için ahırda bir kaza meydana gelmişse bu kazadan çoban sorumludur ve sığır ya da koyunu sahibine tazmin eder.
4000 yıl önce yazılan Hamurabi Kanunları’nda bile insan ihmaline veya kusura dayanan istenmeyen zararlı olay “kaza” olarak kabul edilmemiş ve cezalandırılması istenmişken dört bin yıl sonra kitlesel ölümlere yol açan iş cinayetlerine “kaza” denilmesi insanlığın ve hukukun geldiği nokta açısından ibret vericidir. (Murat Özveri)
İş cinayeti; tabir olarak, literatürdeki iş kazası formlarından biridir. Önlenebilir özellikteki iş kazalarına dair, kazaya yol açan şeyin mevcut çalışma sistemi ve koşullarıyla ilgili olduğunu tespit eder. Dolayısıyla, bir kaza önlenebilir olduğu halde meydana geliyorsa, ihmalin varlığı kaçınılmazdır. Bu ihmalin adli bir vaka olarak çözümlenme sürecinde de cinayet soruşturması açılır ve taksir, bilinçli taksir, olası kast gibi hukuki terimler devreye girer. Yani suçluların bulunması için meselenin kişiselleştirilmesi gerekir. Bu bakımdan, ölümlü iş kazalarının bu türü cinayet tabiriyle dile getirilir.
Ülkemizde esnek üretim ilişkileri, güvencesizlik, ucuz işgücü üzerinden sermaye birikim modeli uygulanmakta, bunun sonucu olarak iş cinayetleri oldukça yüksek oranda gerçekleşmekte. Yılda ortalama 2000 civarında emekçi işyerlerinde yaşamlarını kaybetmekte, binlerce işçi sakat kalmakta. Yaklaşık 10 yıl önce yürürlüğe giren 6331 sayılı İş Güvenliği Yasası iş cinayetlerini engelleyemedi. Çünkü, olayların nedenlerine yanlış teşhis konulunca sorunlar çözülemedi. Yasanın gerçek amacı, yaşanan iş cinayetlerinde işverenlerin olayla illiyet bağını koparmaktı, bu da başarıldı. İş Güvenliği Uzmanları bu alanda sorumlu (günah keçisi) olarak gösterilecek ve sistem aksamadan sürdürülecekti. Yaşanan örnekler bu tespiti doğrulamakta. Soma’da, Ermenek’te, Çorlu tren kazasında, inşaatlarda yaşanan ölümlü olaylarda iş güvenliği uzmanları ya da mühendisler gerçek suçlu gibi yargılandı, ceza aldı. Gerçek sorumlular ise gizlendi.
Akıllara şu soru gelebilir: Batılı kapitalist ülkelerde neden bu kadar çok ölümlü olay yaşanmıyor, batılı sermaye, çalışanına daha fazla mı değer veriyor? Bu soruların yanıtı elbette hayır. Sadece gelişmiş kapitalist ülkelerde bu tür olayların bedeli oldukça ağır oluyor. Borsada işlem gören şirketlerin piyasa değerleri ciddi oranda düşüyor. Bunu en son örneği İliç faciasında yaşandı. ABD-Kanada kökenli altın şirketi, yaşananlardan dolayı çok ciddi maddi kayıp yaşadı. Borsadaki hisselerinin değeri olayın hemen ardından yüzde 60 civarında düştü, maddi kayıpları ise o an 1.5 milyar dolar civarında oldu. Ayrıca demokrasi kültürünün bize göre gelişmiş olması, örgütlü yapıların güçlü olması ve kamuoyu denetimi de şirketlerin otokontrolü açısından belirleyici olmakta.
Ülkemizde ise vahşi kapitalizm ve cezasızlık kavramı hakim. Bugüne kadar hiçbir gerçek sorumludan hesap sorulamadı. Çalışanların örgütsüz oluşları, mevcut sendikaların çoğunun bu konulara önem vermemesi ve ücret sendikacılığı yaşanan olumsuzlukları artırdı. Kamuoyu hafızası çok zayıf olduğu için olanlar çabucak unutuldu. Üstüne üstlük yönetenler tarafından her olay, “kader, fıtrat” olarak gösterildiği için gerçek nedenler hiçbir zaman gündeme getirilemedi, yeterince tartışılamadı.
Oysa neden çok açıktı. Sermeye; işçiyi insan olarak değil de makinenin bir parçası, bir maliyet unsuru ya da basit bir üretim aracı gibi gördüğünden iş kazalarına ve meslek hastalıklarına bağlı ölümler ve sakatlıklar korkunç derecede artsa da, yedekte bekleyen ve gittikçe büyüyen işsizler ordusu sayesinde kapitalistler açısından sorun yoktu. Kapitalizm bu açıdan muazzam bir yedek parça stokuna sahip ve onun için işçinin maliyeti makinenin maliyetinden çok daha düşük düzeyde. Yani makineye gösterdiği özeni ve dikkati işçiye göstermesi için hiçbir sebep yok.
Sorunlara sistemsel olarak bakılmadığı sürece iş cinayetleri artarak devam edecek. Pansuman tedbirlerle, göstermelik uygulamalarla sonuç almak mümkün değil. İşin daha vahim tarafı, ülkemizde hala “iş cinayeti” kavramını kullanmaktan dahi imtina eden bir okumuş (!) kesimin olması. Yaşananlar için iş kazası demek daha uygun diyenlere şunu tekrar sormalı:
Soma, Ermenek, Amasra, İliç facialarına ne diyeceğiz. Kaza mı? Bu facialar öngörülemez miydi, önlem alınamaz mıydı? Eğer iş kazası deniliyorsa yeni Soma’lara, İliç’lere hazır olun.
Engels 1844 yılında şunları yazmış: İngiliz burjuvazisi için yeryüzünde her şey, kendisi dahil para uğruna vardır, başka hiçbir şey uğruna değil. Hızlı kazançtan başka bir mutluluk, altın yitirmekten başka bir sızıdan haberli değildir.
2024 yılında, Türkiye’de şu söylenebilir: Halâ öyle. Değişen bir şey yok.