İshak neden yalnız?
Aslında ‘‘karanlık gecede’’ yalnız olan Mühendis Ali’dir. İshak onun yalnızlığı karşısındaki örgütlü karanlığın içinden sıyrılarak, vicdani bir muhakeme sonucu mücadele etme iradesi göstermiştir.
Kerem Yıldırım
Karanlık Gece mekân tercihleri, olay örgüsü ve oyuncularıyla, bir solukta izlenen çarpıcı ve etkileyici bir film olmuş. Özellikle İshak’ın “aşağıdan gelir gelinin göçü” türküsünü söylediği sahne olağanüstüydü…
Karanlık Gece’yi izleyene kadar böyle bir yazı yazacağımı hiç düşünmemiştim.
Filmi izledikten sonra içimi bir öfke kapladı. Ancak sadece memleketi cehenneme çeviren karanlığa değil, o karanlık karşısında mücadeleyi yalnızlığa hapseden Türkiye aydınının muntazam melankolisine ve yılgınlığına da öfkelendim. Dili doğru kullanmak açısından “öfkemizi” tanımlayalım. Öfkemiz dostçadır ve güzel günlere, ortak geleceğimize olan inancımızın daha da güçlendirilmesine yöneliktir.
Bu yazı siyasallaşmış estetiğe devrimci öneriler sunma amacıyla yazılmıştır, aynı zamanda estetik nesnenin ideolojik kritiğidir.
***
Filmden çıkar çıkmaz “İshak neden yalnız?” diye sordum. Filmi izlediğim salonda, filmin yönetmeni de vardı. Yönetmen film sonrası izleyiciyle yaptığı söyleşide birçok meseleye değindi ama İshak’ın yalnızlığını bir mesele olarak görmediği açıktı.
Bu soruyu birkaç ay önce izlediğim Kurak Günler’i izledikten sonra da sormuştum, şimdi sadece isim değişti: “Savcı Emre neden yalnız?”
Her iki film arasında ziyadesiyle benzerlik vardı ama meselenin bu yanıyla ilgilenmiyoruz, bizim açımızdan en çarpıcı benzerlik mücadele öznesinin yalnız başına çabalamasıydı, yalnız başına yenilmesiydi.
Türkiye siyasal tarihinin yüz elli yıllık gerilimi olan modern-geleneksel çelişkisi her iki filme de damgasını vuran ortak moment denebilir. Özellikle son yirmi yılda daha da derinleşen bu çelişki, yönetmen Özcan Alper’in de ifadesiyle AKP rejimini bu iki filmin ortak senaristi hâline getirmiş.
Burada bir soru daha yöneltmeliyiz: Modern-geleneksel ya da kentli/eğitimli-taşralı/muhafazakar gerilimi hangi toplumsal sınıflara dayanıyor, geleneksel olana karşı hangi siyasal talep yükseliyor?
Daha da önemlisi, geleneksel olana, egemene karşı savaşım hangi sınıfın ideolojik-siyasal perspektifine göre verilecek?
İshak’ın ya da Savcı Emre’nin neden yalnız olduğu sorusunun yanıtının yukarıdaki sorulara verilecek yanıtlarda gizli olduğunu düşünüyorum.
Aslında ‘‘karanlık gecede’’ yalnız olan Mühendis Ali’dir. İshak onun yalnızlığı karşısındaki örgütlü karanlığın içinden sıyrılarak, vicdani bir muhakeme sonucu mücadele etme iradesi göstermiştir.
Ali; kentli, üniversite okumuş, seküler yaşayan, gitar çalan, bilimsel bilgiye entelektüel bir kaygıyla yaklaşan bir mühendis. Babası emekli edebiyat öğretmeni, ablası ise Almanya’da akademisyen. Ali ve ailesi, kentli ve eğitimli orta sınıfları temsil ediyor. Tıpkı Savcı Emre ve ailesi gibi…
Yani her iki aile de AKP rejimine karşı yalnız kalan, yalnız mücadele eden, hatta “kendisi gibi davranmayı sürdürebilmek” için mücadele etmek zorunda kalan kentli orta sınıfın reflekslerini yansıtıyor. Bunun siyasal karşılığı, en iyimser ifadeyle, siyasal pratik açısından orta sınıf solculuğudur ya da burjuva radikalizmidir.
Mühandis Ali’yi ve Savcı Emre’yi yalnızlaştıran mevcut ideolojik-siyasal pozisyonlarıdır. Ali ve Emre’nin emekçi halkla olan mesafesi, özünde orta sınıf solculuğunun emekçilerle olan mesafesidir.
Ali halkın güvenini kazanma ve geri kalmış köylülerin en azından bir kısmını değiştirme çabası yerine, kasabadaki evinden ayrılıp kasaba dışına taşınmayı, yani halktan uzaklaşmayı tercih etti. Savcı Emre tecavüze uğrayan Çingene kızı Pekmez’in babası adalete küfrederken, ona yaklaşmak yerine mesafeli davrandı.
Ali ormana tuzak kuran taşra egemenlerine diklendiğinde, Savcı Emre kasabanın sahipleri olan belediye başkanı ve eşrafa karşı dururken yalnızdılar. Her ikisi de haksızlığa karşı dururken meslektaşları/egemenlerin sadık memurları tarafından uyarıldılar. Bu uyarılar karşısında haksızlıktan rahatsız olan halkı seferber etmeye yönelmediler.
Hem Ali hem de Emre halka yüzlerini dönmedikleri için yalnızdılar.
Türkiye aydını; geri kalmış, gelişmemiş; emekçi ve yoksul halkla arasındaki ideolojik-kültürel mesafeyi aşmaya çabalamadığı için yalnızlaşıyor. Türkiye aydınının güncel siyasal ifadesi olan orta sınıf solcuğu da emekçileri egemen sınıfların en gerici iktidarı karşısında yalnız bırakıyor ve bu yalnızlaşmayı da kaderleştirerek tutuculaşıyor.
Esasen aydın, yoksul halkı yalnız bıraktığı ölçüde kendi de yalnız kalıyor.
Her iki filmin ortak trajedisi taşra gericiliğine karşı yenilmek değil, yalnız kalmaktı. Siyasal mücadeleler de kazanmak olduğu gibi yenilgiler de olur. Önemli olan yenildiğinde bile mücadele mirası bırakmayı becerebilmektir. Mühendis Ali’nin, İshak’ın, Savcı Emre’nin ve hatta Gazeteci Murat’ın yenilgisi ciddi bir savaş vermeden ve mücadele geleneği bırakmadan, yalnızlaşarak yenilmektir.
***
Örneğin Yaşar Kemal’in Teneke’sindeki Kaymakam Fikret’in öyküsü de Mühendis Ali ile Savcı Emre’nin öyküsüne çok benzerdir.
Fikret de yenilmişti ama Fikret ağalara karşı yoksul köylülüğü harekete geçirmek için çabalamıştı. Fikret haksızlığa karşı verdiği savaşta, ezilenlere ve yoksullara yönelerek savaşımını toplumsallaştırmayı denemişti. Ayrıca Yaşar Kemal’in Teneke’sindeki Zeyno Ana ve Kürt Mehmed Ali yoksul köylüler içindeki mücadele bilinci gelişkin kahramanlardır.
Özcan Alper’in de Emin Alper’in de Zeyno Anası ve Kürt Mehmed’i yok. Özcan Alper’in ve Emin Alper’in kahramanları yalnız kalmış, dışlanmış ve yenilmiş kahramanlar…
Yaşar Kemal’in 1955’te, Teneke’yi yazdığı dünyada da ve memlekette de yaşamadığımızın farkındayız. Her iki döneminde kendine özgü olumlu ve olumsuz birçok niteliği vardır. Ancak sanırım şunu söylemek de sorun olmaz, memleket hiçbir dönem aydınlar, ezilenler ve emekçiler için huzurlu ve özgür bir yer olmadı.
Türkiye egemen sınıflarının en zorba ve gerici iktidarına karşı savaşım ancak emekçi sınıfların mücadeleye dahil edilmesiyle mümkündür. Aydının yalnızlıktan kurtulması; emekçi ve yoksul kitlelere yönelmesiyle, onların içinde nefes alıp vermesiyle, halk sınıflarıyla organik bağlar kurmasıyla mümkündür.
İshak belki yine yenilebilir ama yalnızlıktan kurtulmalıdır, bir gün İshak kazanırsa o zafer kolektif bir aydınlığın örgütlenmesiyle gelecektir. Türkiye halkları ve emekçileri her gün bir yerlerde yenilgiler yaşıyor, dışlanmaya da devam ediyor ama o yenilgiler içinde de direnenler var, savaşanlar var; depo ve market işçileri var, özel sektör öğretmenleri var, çelik işçileri var; hem evde hem de iş yerinde sömürülen ama “yeter” diyen kadınlar var.
Türkiye aydınına, ötekilerin mücadelesini merkeze almak yerine, kimilerine göre demode olmuş sınıf mücadelesini merkeze alan ideolojik-siyasal perspektifi öneriyoruz.
Öteki olanı da kurtaracak olan emekçilerin sesinin gürleşmesidir.
Şimdilik sesleri kısık ama varlar. Şimdilik kısık olan bu sesi duymayacak mıyız?
Bu sesin gürleşmesine omuz vermeyecek miyiz?
Karanlık Gece günün şafakta çatlamasına dönecekse bu sesle birleşerek olacaktır.