Japonya pasifizminin sonu
İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD işgali ve ordusunun topyekün silahsızlandırılması sonrasında savunma amacıyla ABD ordusuna muhtaç kalan Japonya'nın başbakan Shinzo Abe yönetiminde "pasifizmden çıkışını" değerlendirmeye alan ve Mint Press News'te yayınlanan "The End Of Japan’s Policy Of Pacifism"* başlıklı makaleyi Muzaffer Ege Alper'in çevirisiyle okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.
Japonya başbakanı Shinzo Abe’nin 2012’de seçildiğinden beri daha güçlü bir ordu için yaptığı çağrılar sert bir tepki yarattı. Abe bu gelişmelerin sorumlusu olarak görülse de gerçekte Japonya’nın çok da fazla sözünün geçmediği ABD-Japonya ‘stratejik ilişkilerinin’ bir kuklasından ibaret olması muhtemel.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD işgali ve ordusunun topyekün silahsızlandırılması sonrasında savunma amacıyla ABD ordusuna muhtaç kalan Japonya, buna paralel olarak ABD çıkarlarına güdümlü bir politik hatta yerleşti. Bugün dahi ABD Dışişleri Bakanlığı (State Department); ABD-Japonya ilişkilerinin ‘ABD’nin Asya’daki güvenlik politikasının temel taşı’ ve ‘bölgedeki istikrar ve büyümenin vazgeçilmez unsuru’ olduğunu belirtir.
Bugüne kadar ABD çok kez Japonya ordusunun tekrar oluşturulmasını önerdiyse de -örneğin Kore savaşı sırasında- yakın zamana kadar Japonya buna olumlu yaklaşmıyordu. Ancak krizin eşiğindeki ekonomisi, Çin ve "Kuzey Kore" (Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti - KDHC) ile olan ilişkilerdeki gerilimler nedeniyle artık fazla bir seçeneği yok. Milliyetçi hamaset yükselse de aslında tüm bu gelişmelerin temelinde para yatıyor: ordunun yeniden kurulması yerli silah üreticilerinin altını oyup, ABD silah sanayisinin bölgedeki etkinliğini genişletmesi ile sonuçlanacak. Uluslararası müdahale kapasitesi olmayan bir Japonya yerine, ABD ile olan işbirliği daha derinleşmiş ve bölgede daha aktif olacak Japonya’nın Çin ve "Kuzey Kore" karşısında ABD çıkarlarını daha iyi savunacağı düşünülüyor. Halen geçerli olan Wolfowitz doktrini uyarınca, Çin’i ‘kuşatma ve hapsetme’ politikası çerçevesinde Japonya’nın tepeden tırnağa silahlandırılması hedefleniyor.
JAPONYA BORÇ BATAĞINDA OLMASINA RAĞMEN SAVUNMA SANAYİ YATIRIMI ARTIRILIYOR
Çok sayıda ulus-devlet ekonomik zorluk yaşasa da, Japonya’nın bulunduğu durum oldukça ayrıksıdır. Dünyadaki en büyük borç -GSMH'ye oranı yüzde 250- ile bu ülkenindir, aynı oran örneğin Yunanistan için yüzde 179’dur. Aynı zamanda Japonya ekonomisi uzun süreli bir ekonomik durgunluk içindedir. Normal şartlarda Japonya ekonomisinin borç yükü altında çoktan çökmüş olmasını beklerdik, ancak ‘nicel genişleme’ olarak bilinen pervasız para basma politikası sayesinde bu çöküş ertelenebilmiştir. Japonya Merkez Bankası'ndan uzmanlar, uzun süreli kötü hava koşulları gibi görece önemsiz olayların bile ekonomiyi küçülmeye iteceğini, Japonya ekonomisinin son derece kırılgan olduğunu söylemektedir. Japonya’nın skandal negatif faiz politikası bile ülkenin ekonomik talihini değiştirememiştir.
2012’de iktidara geldiğinde Japonya ekonomisini yeniden canlandıracağını vaat eden Abe, görünüyor ki bunu ülkesinin askeri-endüstriyel birliğini (military industrial complex) güçlendirmek yoluyla başarmayı hedefliyor. Abe taraftarlarının 2012 seçimleri sırasında gururla söyledikleri ‘zengin ülke, güçlü ordu’ sloganı hayata geçirilmeye çalışılıyor. Bu sloganın mantığına göre ancak zengin bir Japonya kendini savunabilir.
Bu etkinlik aklınıza Japonya halkının eşit biçimde ülkenin kalkınmasına katkıda bulunduğu bir resmi getirebilir, gerçekte olan ise askeri harcamalar için daha fazla para basılmasıdır. 1947’den beri yürürlükte olan ve ABD’liler tarafından hazırlanan Japonya anayasası, Japonya’nın pasifizm politikası ile birlikte, yürürlükten kaldırılmak isteniyor. Bu, Abe’nin ‘kuşağımızın büyük sorumluluğu’ diye nitelendirdiği bir hedef.
ABE PASİFİZM POLİTİKASINA KARŞI
Tüm bunlar Abe’nin pasifizm politikasına karşı mücadelesinin sadece bir kısmı. İktidardaki üçüncü senesinde Japonya’nın savunma harcamalarını büyük bir hızla artırdı; resmi olarak bir ordusu olmayan Japonya şimdi dünyadaki en büyük yedince savunma bütçesine sahip. Aynı yıl içinde, diğer ülkelere askeri müdahalede bulunmayı engelleyen anayasa maddesini değiştirme çalışmalarına başladı. Bu görüşmeler sırasında parlementoda yumruklaşmalara varan bir düzensizlik ve çatışma durumu hakim oldu.
Japonya halkı çoğunlukla Abe’nin askerileşme planlarını reddetse de, aradaki fark giderek azalıyor. Abe’nin önerilerine olan destek bir sene içerisinde yüzde 40’dan yüzde 45’e çıkmış gözüküyor. Bu değişim büyük oranda Japonya medyasının "Kuzey Kore" ve Çin karşıtı propagandası ve korku tellallığına bağlanabilir. Nisan ayında Japonya hükümeti, Japonya’yı hedef alan bir nükleer füzenin gelişine 10 dakika içerisinde hazırlanmaları konusunda vatandaşlarına bir uyarıda bulundu. Abe kişisel olarak da korku tellallığı kampanyasına katıldı, geçen ay yaptığı bir konuşmada "Kuzey Kore’nin" Japonya’yı vurabilecek sarin gazı yüklü nükleer füzelere sahip olduğunu açıkladı. Bu açıklama etkisini kısa sürede gösterdi ve nükleer barınak ve radyasyon-engelleyen hava temizleyicileri satışında bir artış oldu. Tüm bu uğraşın sonunda Japonya’nın savunma bütçesi son senede 44 milyar dolara yükseldi.
JAPONYA ABD'NİN ASKERİ-ENDÜSTRİYEL İSTEKLERİNE BOYUN EĞİYOR
Japonya’nın askerileşmesi dış tehditlerden daha çok yerel ve ABD kökenli silah üreticilerinin talepleriyle ilgili. Abe yönetiminde, Japonya üretimi silahların ihracatına olan yasal engeller kalktı ve bu artan ihracat Abe’nin ekonomik politikası (‘Abenomi’) için bir temel oluşturdu. Abe, silah ihracatı sayesinde büyüyen yerli silah sanayisinin istihdamı artıracağını ve ekonomiyi iyileştireceğini söylediyse de, savaş karşıtı aktivist ve yazar David Swanson farklı düşünüyor. ABD’den Massachusetts (Amherst) üniversitesinde yapılan araştırmaya göre aynı miktarda yatırımın başka sektörlere yapılması veya azaltılan vergilerin eski oranlarında alınmaya devam etmesi çok daha büyük bir istihdam artışı yaratırdı. 2014’den itibaren Abe, yerli silah üreticileri yerine ABD’li silah üreticilerine odaklanmaya başladı. Esas dönüşüm ise 2015’de, ABD ile ‘karşılıklı savunma ticareti anlaşmasının’ imzalanması ile gerçekleşti.
Abe, halka bu anlaşmayı yerli silah sanayinin pazarını genişletecek bir fırsat olarak sundu ancak ABD açık bir biçimde Japon silahları almaya niyetli olmadığını belirtiyor. Bundan sonraki iki sene içerisinde Abe’nin tonu giderek değişti, öyle ki artık bir ABD’li politikacı gibi duruyor. 15 Şubat’ta yaptığı bir konuşmada ‘ABD kökenli gelişmiş silahlar bizim savunmamız için hayati önemdedir. Ulusal güvenlik ve ekonomi ayrı konulardır; ancak inanıyorum ki (Japonya’nın) artan ABD üretimli silah ithalatı ABD ekonomisi ve istihdamına katkıda bulunacaktır.’
Abe’nin bu sözleri Japon silah üreticileri arasında tepkiyle karşılandı. Bir savunma bakanı yetkilisi bu tepkiyi ‘Her nerede üretilirse üretilsin, Abe’nin maliyet-fayda açısından en iyi ekipmanı seçmesini’ önererek gösterdi.
Ancak Abe’nin bunu yapması oldukça güç olabilir. Kısa süre önce ABD başkanı Trump Japonya’nın ‘savunma yatırımlarının devamlılığının’ önemini, iki liderin de katıldığı bir toplantıda tekrarladı. ABD savunma bakanlığından üst düzeyde bir yetkili, bu ‘artan yatırımlardan’ beklentinin ABD’nin daha fazla savunma ekipmanı satması olduğunu belirtti.
Bu toplantıdan sadece üç ay sonra, Japonya hükümeti Raytheon tarafından üretilen Tomahawk füzeleri ile ilgilenmeye başladı bile. Trump’ın kısa süre önce Suriye’de kullandığı bu füzeler, Japonya’ya tanesi 1 milyon dolara mal olacak. Bu alımın gerçekleşmesi durumunda Japonya, ABD’deki askeri-sanayi birliğini desteklemiş olmakla kalmayacak, Pekin karşıtı saldırgan bir ülkenin kuklası duruma düşmekle kendi ülkesinin güvenliğini de tehdit etmiş olacak.
*Makalenin orjinaline buradan ulaşabilirsiniz.