Joker´in sonu

Joker´in sonu

Kapitalizmin sonunu hayal etmek mümkün ve bu mülksüzleştirilmeye karşı olduğu kadar düşsüzleştirilmeye karşı da mücadele etmeye bağlı.

Deniz Schulze

Joaquin Phoenix´in oynadığı Joker (2019) filminin sonu bir gariptir. Hikâyenin (güvenilmez) anlatıcısı Arthur bir akıl hastanesinde, bembeyaz bir odada siyahi kadın görevlinin karşısında oturmaktadır. Odanın beyaz duvarına sigara külünden "denetlenmeyen hastalara izin verilir" yazılmıştır. Kamu sağlığındaki kemer sıkma politikaları nedeniyle denetleme işini yapacak kimse kalmamıştır sanki: Ne odada Arthur´un bileğindeki kelepçeler dışında bir güvenlik önlemi bulunur ne de ikisini masa dışında ayıran herhangi bir sınır. Kendisi filmde gördüğümüz alışılageldik gülme krizlerinden birine girdiğinde, kadın ona neden güldüğünü sorar. Yönetmenler filmin sonunu tahmin etmemize imkan bırakmadan araya Arthur´un çocukluğundan kısa bir sahne koyarlar: "Anlatsam da anlamazsın…" Bundan sonra sekansa Frank Sinatra´nın That´s Life´ı eşlik eder ve film, karakterin hastane içinde kan izleri bırakarak dans edişiyle sonlanır.

Postmodern anlatının müthiş bir örneği olan Joker, ideolojinin işleyiş biçiminden, güvenilmez anlatıcıya ve anti-kahramanın oluşumuna kadar pek çok konuda Fight Club´ı (FC) andırır. Bu andırış o kadar barizdir ki 1999 yapımlı FC´ın yönetmeni David Fincher, filmde akıl hastalarının şiddet eğilimli olarak gösterilmesini eleştirmek (istatistikler akıl hastalarının genellikle şiddetin faili değil, mağduru olduğunu gösterir) ve Todd Phillips´in filmini onaylamadığını belirtmek zorunda kalmıştı. Bu bilgilerin hepsi elbette düne ait. Her ikisi de yıllar öncesinde kalan bu iki filmin günümüzle ilgisi, yine postmodern öğeler içeren Açlık Oyunları (2012) veya Vendetta (2005) filmlerine göre bile çok az gibi. Bununla birlikte FC, Çin üzerinden bir geri dönüş yaşayacak gibi görünüyor. Rotten Tomatoes´un tanınan film eleştirmenlerinden Cortney Howard´ın Twitter´dan yaptığı paylaşıma göre, FC´nin son sahnesi geçtiğimiz günlerde Çin´de yapılan bir gösterim sırasında sansürlendi. Ardından 25 Ocak Salı günü The Guardian olayın bir haberini yaptı. Sansürlenen sahnede yukarıda anılan filmlerden farklı olarak, iktidar aygıtına veya herhangi bir otoriteye değil, bu aygıtı yeniden ürettiği ima edilen ve hala ışıkları açık olan gökdelenlere karşı planlanmış bir saldırı yer alır. Çinli yetkililer bu sahneyi göstermek yerine, filmin sonuna (güvenilmez) anlatıcının akıl hastanesine kapatıldığını belirten yazılara yer veriyor.  Bir başka ifadeyle filmin jenerik kısmı, yazılı bir sondan sonra başlıyor. Böylesi bir son FC´nin veya diğer filmlerin radikal olduğu düşünülen sonundan ne kadar farklı? Dahası, FC´nin sonu bu durumda Joker´in sonuyla örtüşmüyor mu?

Muhafazakâr-sağ bakış açısına göre ideoloji, bize ne yapmamız gerektiğini söyler. Arthur ve Tyler tam da bu nitelikleri itibarıyla "ideoloji-sonrası" bir dünyada yaşıyormuş gibi hareket ederler. Oysa ideoloji, aslında etrafımızı saran metalar-nesneler, olaylar, özneler ya da hakikatler hakkında onto-politik bir temelde düşünmek ve kimi fenomenler üzerinden kurulan teorik ya da pratik konumlanışlar arasında bağ kurmaktır. Bu bakımdan ideoloji kavram üretmez, teorinin ürettiği kavramları yeniden üretir. Esas işlevi, Ernst Bloch´u anarak söylersek, binlerce yıldır söylenenleri tekrar etmektir. Sadece bu nedenle bile söz konusu iki filmin başının ya da ortasının, sonundan daha radikal olduğu iddia edilebilir. Çünkü bu tür filmlerin sonu, biraz sonra açıklanacak nedenlerden dolayı ideolojik “yeniden üretim”e kapalıdır.

Joker filminden bir örnek verelim: Arthur´un biyolojik babası ve çok ünlü bir TV şovmeni olan Thomas Wayne´in -bizim arkasında Arthur´un olduğunu bildiğimiz- metroda işlenen cinayet hakkında ekranlarda konuştuğu bir sahne vardır. Wayne kendisinin kurbanları tanımadığını ama hepsinin bir yatırım şirketi için çalışan, eğitimli, iyi ve onurlu insanlar olduklarını belirtir (tanımıyorsa nereden biliyor?). Sunucu, Wayne ile konuşmasında söz konusu cinayetin hızlı bir şekilde artan "zengin düşmanlığı" ile ilgisi olabileceğine yönelik bir fikir belirtir. Filmin ilk paragrafta bahsedilen sonundan bir önceki sekansta, işte bu ortalarda yer alan sahnede bahsedilen öfkeli kitleleri görürüz. Hem de Joker ile özdeşleşmiş halde! Bugün televizyon kanallarının çoğunda eylem görüntüleri bile yer almazken, böyle sahneleri izlemek bazen kimimize çekici gelebiliyor. Ancak gerçek, bu tür yapımların kişiyi pasifleştiren, kendisinin üstlenmesi gereken bazı meseleleri başkasına yıkan konformizmin yeniden üretiminden ibaret sanki. Burjuva ideolojisi genellikle bu şekilde tekrar eder: Kendisi orada yokmuş gibi görünürken, hala oradadır. Acaba mesele bundan ibaret değil mi? Fredric Jameson´un postmodernizmin kültürel mantığı için dediği gibi, böylesi filmler aracılığıyla (postmodern) ideoloji bize yanlış bağlantılar mı kurduruyor?  

Fransız psikanalist Lacan´ın ileri sürdüğü “Büyük Öteki” (BÖ) kavramı ile yukarıda verdiğimiz ideolojinin yeniden üretimi örneğini biraz daha somutlaştırmak mümkün. Kavram o kadar farklı şekillerde ve çokça kullanıldı ki, artık ne olduğunu kimse umursamıyor gibi. BÖ en basit haliyle, ideolojinin ya da otoritenin ne dediğini, onu benimseyen kişinin daha iyi bildiğini sandığı yerde ortaya çıkar*.  Aslında bir çok modernlik durumunda olduğu gibi, gerçek otorite konuşmak zorunda değildir, -BÖ bu yüzden "yok"la özdeşleştirilmiş bir olumsuzlamadır. Film ve sanat yapıtında ise BÖ, her zaman sahnelenmiştir ve aslında seyircinin gözünde biten olumlayıcı bir perspektifte sona erdiğinden, yeniden üretilmeye karşı koyar. Oysa günümüzde BÖ, "çalıyorlar ama hizmet ediyorlar”ın gerçekler bütün çıplaklığıyla ortada olsa bile "çalmıyorlar"a dönüşmesinde olduğu gibi, kötücül bir niteliğe de bürünebilir. Tarihte yaşamış veya şu an yaşamakta olan kişilerin yazdıklarının "aslında o orada bunu değil şunu dedi" denilerek güncelleştirilmesinde olduğu gibi, naif bir nitelik de barındırabilir. Net olan, bu kavramın anlattığı şeyin, kendisi maddi bir güç olmasa bile -Marx´ın ünlü "silahların eleştirisi-eleştiri silahı" örneğini hatırlayalım- kişiyi varmış gibi harekete geçirebilmesidir. Ama burada salt tekrarın dışına çıkan bir praksis eksikliği de söz konusudur.

Joker filmindeki sahneye dönecek olursak, televizyonda dillendirilen zengin düşmanlığının arttığı bilgisi ve Arthur´un ediminin bununla ilişkili olabileceği yanılsaması şöyle çelişkili bir duruma yol açar: 

A) İki gerçekliğin aslında hiçbir ilişkisi yoktur ama sunucu bu ikisini birbirine bağlayarak, yoksul kitlelerin şiddete eğilimli olduğunu ima eder ve düzene "otoriteyi sağlama" mesajı verir.

B) İki gerçekliği kapsayan daha büyük bir gerçek vardır ve Arthur gerçekten sömürü çarklarının arasında ezilmektedir, bu mesaj tamamen bilinç dışı olarak hem sunucuyu hem de Arthur´u o kitlelerden biri yapar.

C) Başta tamamen başka bir motivasyonla hareket eden Arthur, televizyonda o sözleri işittikten sonra kendisine ideolojik bir zemin bulduğunu zanneder.

D) Arthur´un sunucunun böyle bir bağlantı kurduğunu görmesi, ikinci kişiliğinin onaylandığı yanılsamasına ve Joker ile Arthur´un birbirinden kopmasına -sonradan kendisinin aslında Joker olarak kanallara çıkmasına - yol açar.

Bu örnekler çoğaltılabilir fakat A ve B´nin baz alındığı olay, iki gerçekliği birleştiren ve onu yeniden üreten "ideolojiler alanı"na açılmıştır. Diğer iki durumda ise, ideoloji değil, ideolojiler ile bilinçli ve bilinç-dışı fikirler, teoriler, inançlar, etik yargılar vs. arasında gri bir alan oluşturan Büyük Öteki devrededir. C ve D durumlarında Arthur´un esas hatası, kitlelerin kendisini değil, Joker´i daha çok onayladığını düşünmesidir. Oysa Arthur adeta acılarından kurtulmuş bir İsa´ya dönüşene kadar kimse onunla kendisini özdeşleştirmez. Halbuki mesele baştan itibaren Arthur´un kendisinde bitiyordu. Özgün olan "yeniden üretim”in bu nedenle birleşmede meydana geldiğini unutmamak gerekir.  Buna rağmen Arthur, ideolojik kararlar, yani onto-politik bağlantılar üzerinden hareket etmez. Bu yüzden de praksisi özne dışına taşırmakla kalmaz, kendisini adeta Efendi (Joker) ve Köle (Arthur) olarak ikiye böler.

Nihayetinde Joker´in sonunda, sahnelendiği bariz olan bir seyirlik olay gösterilmektedir. Böylesi sahneler ideolojik gözlüklerini çıkarmış seyircinin gerçek bir devrimin (ya da sonun) nasıl olabileceğine ilişkin hayal gücünü elinden alır. Kapitalizmin sonunu hayal etmek mümkün ve bu mülksüzleştirilmeye karşı olduğu kadar düşsüzleştirilmeye karşı da mücadele etmeye bağlı. Bu noktada Çin'de gerçekleşen sansürün filme ne yaptığı ideolojik bir önem taşımıyor gibi görünüyor. Sonuçta filmin orijinal sonu da, sansürlenen kısmı da yeni bir düşe dayanmıyor. O zaman başka bir sonun mümkünlüğü konusunda ısrar ve inat etmekten vazgeçmemeli.

*Tam da bu özelliği itibarıyla, asketik (içe dönük) bir dini anlayış ile onu güncelleştirmeye çalışarak dışarıya çeviren bir dini yaklaşım arasında önemli bir fark bulunur. İkincisi kendi kendini ortadan kaldırmadan, yani içeriksiz bir salt politikaya dönüşmeden "ideolojileşme" sürecinden kurtulamaz. 

DAHA FAZLA