20 Ocak’ta Donald Trump yemin töreni ile görevi Barack Obama’dan devralarak resmen ABD Başkanı oldu. Yemin törenin hemen ertesi gününde ise ABD’de yaklaşık yarım milyon kişi sokağa çıkarak Trump’ın başkanlığını protesto etti. ‘Kadın Yürüyüşü’ olarak çağrı yapılan protestolar ABD tarihinin en kalabalık protesto gösterileri olarak tarihe geçti. Yürüyüşün örgütlenmesi ve çağrısında birçok farklı kurum, kuruluş ve kişi de yer aldı. Hem örgütlenmesi süreci (200’den fazla örgüt çağrıcı oldu) hem de sahne konuşmaları çok geniş bir yelpazenin protestolara katıldığını gösteriyor. Demokrat Parti’den politikacıların, ünlülerin ve sanatçıların da katıldığı yürüyüşün çağrısında, Barack Obama’nın seçim kampanyasının yaratıcılarından Shepard Fairey’nin yürüyüş için ‘We, the People’ (Biz, Halkız) başlıklı posterleri kullanıldı. Protesto günündeki konuşmacılar ve konuşmalar da protestoların çok geniş bir kesimi bir araya getirdiğini bir kez daha gösterdi.
IRKÇI VE KADIN DÜŞMANI TRUMP
Trump’ın seçim kampanyası boyunca yürüttüğü siyaset, yayınlanan kamera görüntüleri, ırkçı ve kadın düşmanı söylemleri protestolarla sonlanan bir öfkeye neden olmuştu. Kadınları aşağılayıcı sözleri ve ırkçı politikaları protestoların da ana hedefi oldu. Sadece ABD’de değil, ABD dışındaki birçok ülkede de yaklaşık 2 milyon insan bu protestolara destek için yürüdü. Kadın düşmanlığı, ırkçılık, homofobi, islamofobi ve yabancı düşmanlığı protesto edildi. Özellikle Avrupa’da faşizmin, ırkçılığın ve kadın düşmanlığının yükselişi ve Trump’ın bir simge niteliğinde olması Avrupa’dan da geniş kalabalıkları kapsayan protestoların gerçekleşmesine neden oldu.
YÜRÜYÜŞÜN ÖRGÜTLENMESİNDEKİ TALEPLER NELERDİ?
Yürüyüş fikrinin Teresa Shook adında emekli bir avukat tarafından Facebook’ta önerildiği ve kısa sürede çok geniş bir kesime yayıldığı söyleniyor. Ancak çağrıcı örgütlerin çeşitliliği, yürüyüşün merkezi olan Washington’daki sansasyonel eylem konuşmaları, ünlülerin içerikten daha fazla gazetelerde yer alması protesto için bir araya gelinen taleplerin de üzerini örttü.
Siyah kadınlardan ve farklı kesimlerden yürüyüşün beyaz feminizm tarafından ele geçirildiğini iddia etmesi de eylemin daha fazla eleştirilmesine yol açtı. Türkiye’den de bazı kesimler “Women’s March”ı Sorosçuların ve Hillarycilerin örgütlediği bir eylem olduğunu iddia ederek eylemi itibarsızlaşma çabasına giriştiler. Öncelikle yürüyüşe katılan 200’den fazla örgüt içerisinde birçok işçi sendikası da vardı. Bunlardan bir tanesi Uluslararası Hizmet Sektörü İşçileri Sendikası (SEİU) ülkede sağlık alanındaki en büyük sendika ve Trump’un sağlık güvencesini ortadan kaldırma çabalarına karşı yaygın bir mücadele veriyor. Kürsüden medyatik ve politik yönü belirsiz konuşmaların yapılmış olması nedeniyle, sosyalist feminist ve LGBTİQA örgütleri Hillary destekçisi diye suçlamak gerçekten haksızlık… Diğer taraftan daha solda yer alan bu örgütler yine de yürüyüşün taleplerine renklerini çalmaya çalışmışlar. Peki, acımasızca eleştirilen yürüyüşün örgütlenmesinde öne sürülen talepler nelerdi? Birkaçına bakalım:
“Kadın hakları insan haklarıdır. Cinsiyet adaletinin, ırksal adalet ve ekonomik adalet olduğuna inanıyoruz. Kadınların sağlıklı bir yaşama ve her türlü şiddetten kurtulma hakkı vardır. Farklı renk ve toplulukları, ırkları hedef alan polis şiddetine ve acımasızlığına karşı hesap verilebilirlik ve adalet olması gerektiğine inanıyoruz. Cinsiyet adaletine inanıyoruz. LGBTQIA hakları insan haklarıdır. Göçmen, kayıtsız işçilerin iş güvencesi hakkı vardır. Tüm insanların ve toplulukların temiz hava, temiz su kaynaklarına ulaşma hakkı vardır. Üreme özgürlüğüne inanıyoruz. Tüm kadınların üreme hakkı, HIV ve hastalıktan korunma, doğum kontrolü, temiz ve güvenli kürtaj hakkı vardır. Bütün kadınların eşit işe eşit ücret hakkı vardır. Kadınların sosyal güvenlik hakları ve çocuk bakımı alma hakkı vardır. Yerli ve farklı renkteki kadınlar ekonomik yükü ve özellikle bakım/hizmet yükünü taşımaktadırlar. Bütün işçilerin örgütlenme, asgari ücret talebi için mücadele hakkı vardır.” gibi, organize eden örgütlere göre ileri sayılabilecek talepler vardı.
Tabii uzun bir metni burada epeyce kısaltıyorum, ama yukarıda aktardığım kısımla da çelişen ve sansürlediğim bir kısmın olmadığını da belirtmek istiyorum. Metnin diğer kısımları yukarıdaki hak taleplerinin ayrıntılandırılması şeklinde... Karşı çıkılamayacak bu talepler, Avrupa’da ise daha sosyalizan, faşizme ve kadın düşmanlığına karşı toplanılan daha radikal eylemler şeklinde karşılık buldu. Avrupa’daki dayanışma yürüyüşleri yükselen faşizm ve hükümet karşıtı bir karakter taşıdı.
YETERİNCE RADİKAL DEĞİLSE, SEN BİR ŞEYLER YAP!
8 Mart Kadın Grevi çağrıcıları arasında da yer alan Keeanga-Yamahtta Taylor www.theguardian.com’da yayınladığı yazıda eleştirilere ders niteliğinde bir cevap verdi. Yazının başlığı Kadın Yürüyüşünün yeterince radikal olmadığını düşüyorsan bu konuda bir şeyler yap!” şeklinde… Aslında yazının içeriği Kadın Grevinin liberal havaya bir müdahale amacı taşıdığını da gösteriyor. Yazıdan parça parça ama üzerinde durulması gereken kısımlardan bazı aktarımlar yapmak istiyorum.
“Washington DC’deki ve ülke çapındaki kadın yürüyüşü müthiş heyecan ve umut vericiydi ve Trump’a karşı direncin inşa edilebilmesi için bir milyon adımın ilkiydi. Fakat sosyal medyaya baktığımızda yürüyüşçülerin eleştirildiğini ve hatta kınandığını görüyoruz: Bu insanlar daha önce neredeydi? Neden şimdi ortaya çıktılar? Yürüyüşün neden daha radikal talepleri yok. Yürüyüşü örgütleyenler neden liberal ve neden liberaller konuştu? Gibi gibi…
Liberaller yürüyüşte miydi? Evet! Ve tanrıya şükür... Trump’a karşı direnebilmek için bir hareketin kitlesel olması gerekiyor ve kitlesel hareketler homojen değildirler – politik olarak heterojenlerdir. Ve dünyada politik macerasına liberal fikirlerle başlamayan tek bir radikal ve devrimci yok…
Kadın Yürüyüşü başlangıç, bir son değil… Bir dahaki sefere ne olacağı bizim ne yapacağımıza bağlı. Hareketler bize cennetten, donanmış ve örgütlenmiş olarak inmiyor; gerçek insanlar tarafından politik sorularıyla, zayıf ve güçlü yanlarıyla beraber vücut buluyor.
….
Eğer, sol (bu hareketlenmeyi, M.K*) etkilemek ve yönlendirmek, liderlik etmek için uğraşmazsa bu muhalif hareketi kendi siyasi limitlerine çekmeye çalışan Demokratlara ve liberallere bırakmış olacağız.
Mesele savunduklarımızın, ilkelerimizin üzerini örtmek değil. İnsanları daha radikal bir politikaya kazanmak istiyorsak, sadece bizim var olmadığımız politik alanlara da nasıl müdahale edeceğimizi ve argümanlarımızı nasıl oluşturacağımızı öğrenmeliyiz. Devrimci sosyalistlerin birleşik cepheler yaratmak konusunda uzun ve zengin bir gelenekleri vardır ve 3 milyon insan sokaktayken bu şu anda daha gerçekçi görünmektedir.”
BU "1459 GÜNLÜK BİR DİRENİŞTİR"
Türkiye’den baktığımızda sokağa çıkanları Demokrat Parti’ye ve Hillary’e çalışmak, Sorosçu olmak gibi apolitik suçlamaların yanı sıra ABD’nin emperyalist politikalarının kadın yürüyüşünde konu edilmemesi, bizzat bölgemizde ABD’nin aktör olduğu savaşlar ve çatışmalar nedeniyle mağdur olan kadınlardan bahsedilmemesi de haklı eleştiriler arasındaydı. Liberal feministlerin manipülasyon girişimleri bir yana en fazla bu nedenle Türkiye’de bir organizasyon yapılmadı diye düşünüyorum.
Kadın yürüyüşünde konuşan ünlülerin yanı sıra en fazla ses getiren konuşmalardan biri de kendini sosyalist feminist olarak tanımlayan ve bir dönem ABD komünist partisi merkez komite üyeliği de yapmış Angela Davis’ti. Konuşmasında “Bu bir kadın yürüyüşüdür ve bu kadın yürüyüşü, devlet şiddetinin ölümcül gücüne karşılık feminizmin vaadini temsil etmektedir. Ve kapsayıcı ve mücadeleleri kesiştiren feminizm hepimizi ırkçılığa, İslamofobiye, anti-Semitizme, kadın düşmanlığına, kapitalist sömürüye karşı direnişe davet etmektedir.” diyerek 1459 günlük bir direnişin başladığını ilan etti.
Bu çağrının üzerinden çok fazla geçmeden sosyalist feminist olarak kendilerini tanımlayan ve devrimci niteleyebileceğimiz 8 öncü kadın (Linda Martín Alcoff, Cinzia Arruzza, Tithi Bhattacharya, Nancy Fraser, Barbara Ransby, Keeanga-Yamahtta Taylor, Rasmea Yousef Odeh, Angela Davis) “%99’un feminizmi” için 8 Mart’ta bir kadın grevi çağrısı yaptılar. Kadın Grevi için Arjantinli, Polonyalı kadınlardan esinlendiklerini söyleyen çağrıcılara baktığımız zaman farklı etnik kökenden gelen, sadece kadın alanında değil farklı politik mecralarda da öncü sayılabilecek ve kendini sosyalist olarak tanımlayan kadınlar olduğunu söyleyebiliriz.
Keeanga-Yamahtta Taylor aynı zamanda “Siyahların hayatı önemlidir” hareketinin de örgütleyicilerinden; Tithi Bhattacharya Ortadoğu ve Filistin konularında çalışan bir ve islamofobiye karşı mücadele eden bir aktivist: Cinzia Arruzza ise Marksizm üzerine çalışmalar yapan ve sosyalist feministler arasındaki tartışmalarda yeni ufuklar açan “Dangerous Liaisons: The Marriages and Divorces of Marxism and Feminism” kitabının yazarı. http://www.migrantinnen.net/abd-kadin/ sitesinden Semra Çelik www.theguardian.com’da yayınlanan çağrıyı çevirmiş, buradan alıntılıyorum:
“Bize göre sadece Trump ve onun saldırgan kadın düşmanı, homofobik, transfobik ve ırkçı politikasına karşı çıkmak yeterli değil. Toplumsal alandaki ve işçi haklarına yönelik neoliberal saldırılara da karşı çıkmak zorundayız.”
YENİ BİR FEMİNİZM DALGASI MI?
Lean-in-feminsm’in (beyaz feministler, yönetici-kariyer feministleri de deniyor) eleştirildiği çağrıda yeni bir dalganın yaratılmakta olduğu ve yeni dalganın %99’un feminizmi olması gerektiği vurgulanarak bütün dünyada da kadın eylemlerinin ırkçılık karşıtı, anti-emperyalist, heteroseksizm karşıtı ve neoliberalizm karşıtı yeni bir uluslararası feminist hareketin müjdesini verdiğini söylüyorlar.
Yine Semra Çelik’in çevirisinden aktarıyorum:
"İlk adım olarak 8 Mart’ta erkek şiddetine karşı çıkmak, üreme ve yeniden üretim haklarını savunmak için uluslararası bir grev çağrısı yapıyoruz. Bu çağrımızla 30 ülkede grev çağrısı yapan kadınlara katılıyoruz. Trans kadınlar da dahil tüm kadınları ve onları desteklemek isteyen herkesi grev, eylem, boykot, sokak, köprü alan işgalleriyle dolu bir gün için harekete geçirmek düşüncesindeyiz. 8 Mart’ta ev, bakım veya seks hizmeti sunulmayacak, kadın düşmanı politikacı ve işverenlerle tartışılacak ve eğitim hizmeti veren kurumlarda grev yapılması düşünülüyor. Bu eylemlerde kariyer kadınları feminizminin (lean-in-feminsm böyle çevrilmiş) görmezden geldiği‚normal çalışma hayatındaki kadınlar, toplumsal yeniden üretim alanında çalışan kadınlar, bakım işlerinde çalışanlar, güvencesiz işyerlerinde çalışan veya işsiz kadınların ihtiyaçları ve talepleri savunulacaktır.
21 Ocak’taki Kadın Yürüyüşleri ABD‘de de yeni kadın hareketinin ortaya çıkmak üzere olduğunu gösterdi. Önemli olan bu atılımın sönmesini engellemektir. Gelin 8 Mart’ta gösteriler yapmak için bir olalım. Gelin bu uluslararası eylem gününü kariyer kadınları feminizmindenkurtulmak, onun yerine yüzde 99’un feminizmini, tabana ait feminizmi, işçi kadınlar, aileleri ve tüm dünyadaki destekçileriyle dayanışma içindeki antikapitalist bir feminizmi kurmak için değerlendirelim.”
Çağrının içeriğine ve çağrıcılara baktığımızda Kadın Grevi içeriğinin çok daha soldan bir karakter taşıdığını söyleyebiliriz.
Özellikle 8 Mart’ı kırmızıya boyamaya çağıran, renkli ve işçi kadınları sokağa davet eden bir dil Kadın Yürüyüşüne yapılan liberal müdahaleyi de püskürtmeye yönelik bir hamle olarak değerlendirilebilir. Bu çağrının ardından Kadın Yürüyüşünü organize edenler de 8 Mart’ı ‘Kadınsız Gün” olarak ilan ettiler ve kadınları greve ve boykota çağırdılar. Yayınladıkları çağrıda “8 Martta bir araya gelelim, kadınsız bir gün nasıl olurmuş gösterelim”den öteye belirli bir talep bulunmuyor ya da en azından ben interneti taradığımda göremedim.
GÖRÜNMEYEN EMEK
8 Mart Kadın Grevi çağrıcılarından olan Keeanga-Yamahtta Taylor http://www.truth-out.org’da yayınlanan röportajında 8 Mart Kadın Grevinin kadınların yaptığı işin ve kadın emeğinin görünür hale getirilmesini, değersizleştirilmeye, karşılıksız çalışmaya ya da düşük ücretlere karşı çıkışı ve kadın emeğinin ABD ekonomisinde çok önemli bir yer tuttuğunu göstermeyi amaçladığını söylüyor. Röportajda “%99’un feminizmini inşa etmekten bahsediyorsunuz, bunun ne anlama geldiğini biraz açabilir misiniz?”sorusuna ise şöyle bir yanıt veriyor:
“Neye karşı duruyoruz, birkaç şey var. Tepkimizin bir kısmı lean-in feminizmin ağırlıklı görüş olmasına karşı, özellikle Hillary Clinton’ın başkanlık kampanyasının desteklenmesine: %99’un feminizmi halen üreme sağlığı, kürtaja ulaşım, ücret farklılıkları gibi temel sorunlar varken sadece elit erkek dünyasında kadınların rolü ile ilgilenmeyi reddetmek ile ilgilidir. Hala çocuk bakımı bir sorundur. Çocuk bakımı için kamusal ya da eyalet fonu yoktur. Kamusal eğitime, kamusal yapıya saldırılar vardır.”
Kadın Grevinin, Kadın Yürüyüşünü organize edenlerle işkili sorusuna da Kadın Grevini koordine edenlerin Kadın Yürüyüşünü organize edenlerle bazı ortak noktalar bulmaya çalıştıklarını ve Kadın Grevine ilgiyi artırmak için görüştüklerini ifade ediyor ve ardından aslında onların da “Kadınsız Bir Gün” adında Kadın Grevinden farklı bir dizi politika ve platformla etkinlik plan yaptıklarını ekliyor. Ardından bizim için tabi güçleri birleştirmek önemli dese de kibarca ayrı oluşumlar olduklarını ifade ediyor.
Röportajdan ve haberlerden de çıkardığım bu çağrının ardından endişelenen ve politik olarak 8 Mart’ta boşlukta kalmak istemeyen Kadın Yürüyüşçüleri ise boykot içerikli bir iş yapmaya çalışıyor.
Taylor’ın da röportajında belirttiği gibi 8 Mart radikal köklerinden kolay kolay koparılamaz ve röportajda 8 Mart’ın tarihte yoksul ve işçi kadınların ekmek ve barış talebiyle beraber gelenekselleştiğini ifade ediyor. Cinzia Arruzza ve Tithi Bhattacharya yine aynı sitede verdikleri röportajda 8 Mart’ı tekrar politize etmenin zamanı geldiğini vurguluyorlar. (www.theguardian.com/commentisfree/2017/feb/21/womens-day-strike-march-8-donald-trump)
Trump’ın seçilmesinin neoliberal politikaların, kaynakların zenginler tarafından ele geçirilmesinin işçi haklarının erozyonu, neokoloniyal savaşların ve ırkçılığın bir semptomu olduğunu belirtiyorlar. Yine röportajlarında Arruza ve Bhattacharya 8 Mart’ı yaratanların Amerikalı çoğu göçmen olan kadın işçilerin olduğunu, Clara Zetkin’in önerisi ile Uluslararası Kadın Günü olarak organize edilmesinin gündeme geldiğini ve Rusya’da ekmek ve barış isteyen kadınların devrimci eylemleriyle gelenekselleştiğini anlatıyorlar. 8 Mart tarihine vurgu aslında Kadın Yürüyüşünü örgütleyenlerin 8 Mart’ın içini boşaltmaya yönelik girişimlerini geri püskürtmeye yönelik ifadeler olarak okunabilir.
Önde gelen sosyalist ve aktivist feministlerin çağrısı aslında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yaklaşık 30 ülkenin destek verdiği Uluslararası Kadın Grevi organizasyonunun ABD ayağı olarak örgütlendiği ve organizasyonla iletişime geçildiği duyuruldu. Şimdilerde ise Türkiye’den de dayanışma için neler yapabileceği konuşuluyor. Politik talepleri ve duruşları itibariyle, 8 Mart’ı daha kırmızı yapmak için tüm dünyadaki kadınlarla beraber Kadın Grevi çağrısı önemsenmeli. Tüm dünyada yükselen kadın düşmanlığına karşı kadınların ayağa kalkışı dayanışmaya değer diye düşünüyorum. Hakları için mücadele eden kadınlarla dayanışırken, Türkiye’de de yükselen gericiliği, faşizmi, laikliğin yok edildiğini, kürtajın ve doğum kontrolünün yasaklanmaya çalışıldığını, çocuk istismarcılarının aklanmaya, boşanmanın yasaklanmaya çalışıldığını, kadın milletvekillerinin ve siyasetçilerin tutuklandığını ve emperyalizmin bölgede yarattığı yıkımı anlatırken, dayanışma için HAYIR’ı büyütmek için dünya kadınlarından destek isteyebiliriz.
*M.K çevirisiyle
**Çeviriler: Meltem Kolgazi