Kadının yeri devrimdedir
Klasik bir devrimciyi elinde bir silah tutan ya da yumruğunu havaya kaldıran bir erkek olarak hayal etmek kolaydır. Ancak devrimler bazen bundan daha fazlasıdır. Bir devrimin sürekliliğini sağlamak için bir insan kitlesi ve çoğunlukla perde arkasında kalan, devrimi destekleyip bunu sürdüren bir altyapı gerekir. Popüler devrimci imajı, devrimlerin aslında gerektirdiği insan ve rol çeşitliliğini gizliyor.
Yazar: Ingrid Sharp / Corinne Painter
Çeviren: Yaren Erol
Rosa Luxemburg, uluslararası sosyalist harekete yaptığı muazzam katkılarıyla tanınır. Ancak Alman Devrimi’nde yer alan diğer birçok kadının hayati rolü çoğunlukla görmezden geliniyor.
Klasik bir devrimciyi elinde bir silah tutan ya da yumruğunu havaya kaldıran bir erkek olarak hayal etmek kolaydır. Ancak devrimler bazen bundan daha fazlasıdır. Bir devrimin sürekliliğini sağlamak için bir insan kitlesi ve çoğunlukla perde arkasında kalan, devrimi destekleyip bunu sürdüren bir altyapı gerekir. Popüler devrimci imajı, devrimlerin aslında gerektirdiği insan ve rol çeşitliliğini gizliyor.
1918-19 yılları arasında yaşanan Alman Devrimi’nde de bu durum farksızdır. Sahip olduğumuz bilgilerin büyük bir kısmı çoğu erkek olan liderlere odaklanmış durumda. Rosa Luxemburg sıklıkla bir kadın devrimcinin karşı örneği olarak dâhil edilirse, kadınların oynadığı çok daha geniş rol büyük ölçüde gölgede kalır. Onların katılımını görmezden gelmek Alman demokrasisinin bir dönüm noktasına olan anlayışımızı bozar. Ancak bugün araştırmalar kadınları tekrar bu tarihin içine koymanın yollarını arıyorlar.
KATLİAMA KARŞI
1914 yılında savaş patladığında Almanya’nın dört bir yanındaki kadınlar ve erkekler nasıl tepki verecekleri konusunda sık sık anlaşmazlık yaşadılar. Ağustos 1914’te patlak veren savaşın çoğunlukla büyük bir coşkuyla karşılandığı ifade edilse de aslında popüler davranışları okumak zordur. Temmuz 1914’te savaşı desteklemek için ilan edilen vatansever mitinglerde yürüyen insanlardan daha fazlası Alman barış gösterilerinde yürüdü.
Seferberlikten önceki haftada Almanya genelindeki şehir ve kasabalarda düzenlenen otuz iki barış mitingine toplam 750 bin kişi katıldı. Bunun 100 bini ise sadece Berlin’deydi. Bunlar, Fransa’da ve daha sonrasında Londra’da, ne kadar fazla sayıda savaşan ülke vatandaşının hala mümkünken savaşı engellemenin yollarını bulmak istediklerini gösteren benzer kitlesel mitingler şeklinde yankılandı.
Resmi olarak tüm partiler birlikte çalışmayı kabul ettiği ve sansür resmi anlatıya karşı çıkmayı neredeyse imkânsız hale getirdiği için siyasi bir ateşkes vardı. Ancak geride kaldı. O zamanlar Sosyal Demokratların (SPD) parlamento üyesi olan Karl Liebknecht ve on üç arkadaşı savaş bonoları için oy kullanmakta çekimser kaldılar ve bu şekilde SPD 1917 yılında kendi içinde bölündü.
Siyasi iktidar yapıları dışında gruplar ve önde gelen kişiler savaşa karşı nasıl tepki vereceklerinden emin değillerdi. Savaş öncesi enternasyonalizm ve barışa olan bağlılıklarına rağmen liberal orta sınıf kadınların hareketi, kaynaklarını vatansever savaş çabalarını örgütlemeye adamaya fazlasıyla hazırdı. İşçi sınıfı kadınları liberal hareketin ana şemsiye örgütü olan BDF’nin (Birleşik Alman Kadınlar Birliği) kadınları tarafından yönetilen ulusal kadın hizmeti içindeki orta sınıf kadınların yanında savaşmaya gönüllü oldular. Bu kadınlar vatansever savaş işlerine katıldılar ve uluslararası bağlantıları kestiler. Fakat hem sosyalist hem de liberal hareketlerin içinde savaş karşıtı olan azınlık gruplar vardı. Dayanışma mesajları ile tarafsız ve “düşman” ülkelerdeki kız kardeşlerine ulaştılar ve 1915 Hague ve 1919 Zürih’te düzenledikleri iki toplantılarında bir tür uluslararası feminist pasifizm formüle ettiler. Feminist ve pasifist Lida Gustava Heymann (1868-1943); avukat ve pasifist Anita Augspurg (1857-1943) ve kadın hakları savunucusu Helene Stöcker (1869-1943) gibi kadınlar bu alanda dikkat çeken isimlerdir.
Gazeteci ve sosyalist Clara Zetkin (1857-1933) de savaşa karşı çıktı ve 1915’te Berlin’de Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nı düzenledi. İngiltere’den, Almanya’dan, Hollanda’dan, Fransa’dan, Rusya’dan, İtalya’dan, İsviçre’den ve Polonya’dan gelen bu kadınlar savaş sırasında ülkeler arasında seyahat ederek ve “düşman” uluslardan kadınlarla buluşarak büyük kişisel risk aldılar. Delegeler savaş nedeniyle artan yaşam maliyetlerini eleştiren önergeleri ve Rosa Luxemburg’a uygulanan zulmü kabul ettiler. Savaşa son verme ve tüm ülkelerdeki sosyalist gruplar için barış ve sosyalist bir gelecek için birlikte çalışma çağrısında bulundular. Bu konferansın bildirgesi savaşan ülkelerde geniş çapta dağıtıldı ve birçok kadın metni gizlice elden ele aktarma ve fikirlerini tartışmadaki rolleri ile politikleşti.
Savaşa karşı çıkmak tehlikeliydi, savaş karşıtı eylemlere katılan birçok kadın tutuklandı. Örneğin Rosa Luxemburg 1916’da mahkûm edildi ve Kasım 1918’e kadar hapishanede kaldı. Yazar Claire Goll (1890-1977) gibi diğer kadınlar ise sürgüne gönderildi. Bazı kadınlar, insanların çektiği acıların onları savaşa karşı çıkmaya teşvik edeceği umuduyla sosyal yardım çalışmalarına katılmayı reddettiler.
Özellikle 1914’ten önce liberal kadın hareketine dâhil olan diğer kadınlar çevrelerindeki insanlara yardım etmenin onların görevi olduğunu düşündüler ancak işçi sınıfı kadınlarını yardımlardan başka herhangi bir alanda refah çalışmalarına dâhil etmek için mücadele ettiler. Sosyalist kadınlar sosyalizmi uluslararası ölçekte kurmayı savaşı bitirmenin ve gelecek savaşları durdurmanın tek yolu olarak gördüler ancak bu konuda kadınların belirli bir rolünün olup olmadığı konusunda anlaşmazlıklar vardı. Savaşa karşı çıkan kadınlar için ortak bir yaklaşıma sahip olmak zordu.
Savaş karşıtı mesajlar dağıtmak da çok zordu. Alman sansürü, halka açık olan fikir ve bilgileri kısıtlamak için aniden Ağustos 1914’te seferber edildi. Ordu yetkilileri sansür kontrolünü ele aldılar ve tüm kamusal tartışmalar ve kültürel üretim üzerinde kapsamlı bir kontrol sağladılar. Makalelerin yayınlanmasını yasaklayabilir, uygun bulmadıkları gazeteleri kapatabilir; oyunlar, filmler ve gösteri izinlerini reddedebilir ve savaş çabalarını ya da Alman maneviyatını zedelediği görülen kişi veya grupları yargılayabilirlerdi. Mart 1916’da New Fatherland filminin yönetmeni Lili Jannasch vatana ihanet suçundan tutuklandı, on dört hafta tutuldu ve savaşın sonuna kadar herhangi bir siyasi eylemde bulunmayacağına, hükümleri kimseye ifşa etmeyeceğine söz vermesi koşuluyla yargılanmadan serbest bırakıldı. Savaş karşıtı fikirler paylaşmak ve direniş taktikleri geliştirmek zordu ve sonuçları ağırdı.
KADINLARIN SESİ
Tarihçiler için kadınların sesini bulmak oldukça zor olabilir ve Birinci Dünya Savaşı’nın sonu da farklı değil. Kadınların yazıları çoğunlukla erkeklerin, özellikle de askerlerin yazıları gibi korunup aktarılmadı. Dahası, kadınlar resmi siyasi iktidardan dışlandı. 1908’den itibaren sadece siyasi toplantılara katılmalarına resmi olarak izin verilmişti ve haklar 1918’e kadar onları da kapsayacak şekilde genişletilmedi. İş yerleri de aktivizm için resmi yapıların birçoğundan yoksundu. Kadınlar, resmi sendika temsilciliği olmayan ve işçilerin genellikle birbirinden çok izole olduğu bir sektör olan ev hizmetinde iyi temsil ediliyordu. Sonuç olarak kadın işçilerin erkekler gibi siyasi aktivizm gelenekleri ve eğitimleri yoktu. Ancak yine de kadınlar tüm bu engellere rağmen çeşitli rollerde ve her düzeyde devrime katılmanın yollarını buldular.
Başta kadınların sesini bulmak zor görünse de günümüze ulaşabilen mektuplar, röportajlar, hatıratlar ve hatta polis raporları onların deneyimleri ve eylemleri hakkında kıymetli bilgiler sağlayabilir. Birçok kadın savaşa karşı çıkmaya devam etti ve bu karşıtlık savaş yılları boyunca büyüdü.
Alman iç cephesi dört yıllık bir sefalet yaşadı. Müttefik Devletlerin uyguladığı ekonomik ambargo çok etkiliydi, Almanya hızla gıda ve ham madde kıtlığıyla karşı karşıya geldi. 1914’te hasat azdı. Almanya’nın ekonomisi, savaştan önce suni gübre üretiminde kullanılan kimyasalların ithalatına dayanıyordu ve savaş ilerledikçe gıda kıtlığı daha da kötüleşti. Hükümet bu probleme tepki vermede yavaş kaldı ve besin ile malzeme kullanımının önceliğini askeri kullanıma verdi. 1916-17 kışı en kötüsüydü ve “Açlık Kışı” olarak anılmaya başladı. Maaşlar enflasyona ayak uyduramaz hale geldi, zorlanan işçilere ek sorumluluklar yükledi. 1915’ten beri grevler, gösteriler ve isyanlar yaygındı.
Dahası Rus Devrimi, Almanya’daki sol kanattan eylemcilere ilham verdi. Rus yoksulları, Avrupa’da en çok ezilen grup olarak görülüyordu. Eğer onlar ayaklanıp çarı devirebildilerse Almanlar neden aynı şeyi yapamasın? Alman devrimi gerçekleştiğinde devrimciler işçi ve asker konseylerini Rusya’daki Sovyetlere benzer tarzda kurdular. Fikir paylaşımı ve uluslararası iş birliği birçok Alman devrimcinin devletin kurulmasına yardımcı olmak ve fikirleri tekrar Almanya’ya getirmek için Rusya’ya gittiği 1920’lere kadar devam etti. Cläre Jung (1892-1981) Moskova’da sekreter olarak çalışmaya başladı ancak kısa süre sonra Almanya’da devrim sonrası toplumda yararlı olacağını umduğu birçok yardımlaşma projesi geliştirdi. Hilde Kramer (1900-1973) çeviri, tercüme ve yazışma protokollerine yardımcı olmak için Moskova’ya gitti. Sonunda Moskova’yı tam bir hayal kırıklığı olarak buldu. Dil engelleri bir yana Rus tarım işçilerinin deneyimleri şehirli Alman komünistlerinden o kadar farklıydı ki ideolojik olarak birbirlerini anlamakta sıkıntı yaşadılar.
Kadınlar özellikle iç cephede korkunç koşullardan etkilendi. Uzakta savaşan ve ailelerine bakmanın ek yükünü taşıyan erkeklerin yerine sık sık yeni ve ek işler üstlendiler. Yaptıkları, erkeklerin yaptığı kadar değer görmedi ve kadın işçiler çoğunlukla erkek meslektaşlarından daha az maaş aldı. Savaş zamanı yoksunluklar daha da kötüleştikçe kadınlar örgütlenmeye başladı. Büyük şehirlerdeki polis raporları, yetkililerin çok sayıda kadının bir araya gelmesi ve yiyecek kuyruklarını planlama fırsatı olarak kullanmaları hakkındaki endişelerini gösteriyor.
Münih’te polis, kadınlar tarafından yaşadıkları korkunç koşulları protesto etmek için düzenlenen günlük yürüyüşleri bildirdi. Yürüyüşlerin, gösterilerin sayıları ve sıklıkları arttı fakat etkili bir şekilde organize etmek hala zordu. Berlinli yazar ve savaş karşıtı eylemci Lola Landau (1892-1990) hatıratında yardıma muhtaç insanları sıcak tutacak giysiler üretmek için nasıl sözde bir örgü grubuna katıldığını, bu esnada kadınların savaş karşıtı broşürler hazırladığını ve mesajlarını nasıl paylaşacağını planladığını anlatıyordu. Landau, broşürleri dağıtmaya çalışırken yaşadığı bir dehşeti anlatıyor, diğerleri bu faaliyet nedeniyle tutuklanmıştı.
İSYAN
Tüm bu acı ve eylem dolu yıllar Almanya’nın devrim için verimli bir zemin olduğunu gösterdi, sadece bir kıvılcıma ihtiyaç vardı. Bu kıvılcım ise 30 Ekim 1918’de Wilhelmshaven’da kendilerini müttefik filosuna intihar görevine gönderen emri yerine getirmeyi reddeden bazı denizcilerin isyanıydı. Kıvılcım, denizciler tutuklandığında Kiel’e sıçradı, binlerce insan sokaklara döküldü, mahkûmların serbest bırakılması ve savaşın sona erdirilmesi çağrısında bulundu.
5 Kasım’a kadar Kiel, devrimcilerin elindeydi ve iki gün içinde devrim Münih’e ulaştı. Yetkililer devrimi bastırmaya çalıştı ancak birçok asker isyanı bastırmaya çalışmak yerine isyancılara katıldı. Eğer sadece denizcilerin olayına odaklanırsak devrim erkekler tarafından teşvik edilmiş ve organize edilmiş olarak görünür. Fakat isyanın bu kadar hızlı yayılması için nüfusun hazırlanmış olması ve temellerinin atılmış olması gerekiyordu. Devrimi denizcilerin isyanı başlatmış olabilir ancak kadınlar tarafından yayıldı ve gerçekleştirildi.
Kiel gibi bir denizci kasabasında bile kadınların oynadıkları önemli rolü görüyoruz. Gertrud Völcker (1896-1979) şehir merkezinde sendika bürosunda çalıştı. Kendisi sosyalist gençlik grubunda aktif bir üyeydi ve devrimi detaylarıyla anlattı. O ve arkadaşları, sosyalist işçiler gençlik grubunda yürüyüşler yapmışlar, savaş marşları söylemişler ve bayraklar taşımışlar. Eşitlik mücadelesini benimsediğini “Özgürlük, demokrasi, insan onuru, sosyal eşitlik ve dayanışma mücadelesi benim kendi mücadelem oldu” sözleriyle ifade ediyor. Martha Riedll (1903-1992) da Kiel’de devrime katılan bir diğer genç kadındı. Devrimciler için görevler yürüttü ve mesajlar taşıdı, hayati bir iletişim hattı sağladı ve hükümet güçleri kontrolü tekrar ele geçirmeye çalışırken hayatını tehlikeli sokaklarda riske attı.
Her iki kadın da askerleri devrimi daha da yaymaya hazırlanmaktansa eve gitmek istedikleri şeklinde anlattı. Völcker “İşçiler askerlerden daha yıkıcı ve canlıydılar” diye yazarken Riedl “Askerler eve gitmek için trenlere binmeye çalıştı” dedi. Küçücük bir ödül için çok çalışmaya ve ciddi kişisel riske girmeye hazır olan Völcker ve Riedl gibi kadınlar olmasaydı devrim büyük olasılıkla hızla bastırılırdı. Völcker ve Riedl’ın görüşleri Frankfurt’ta kilit rol oynayan sendikacı aktivist Toni Sender tarafından doğrulandı. “Devrimin ilk saatlerinde en büyük dezavantajı olduğu ortaya çıkacak olan faktörle karşı karşıya kaldık: Asker konseyleri” şeklinde yazdı ve devam etti: “İşçilerinkinin aksine askerlerin programı devrimci değildi. Askerler genel olarak tamamen eğitimsizdi. Talepleri savaşı mümkün olduğunca sıkıntısız bir şekilde bitirmekti. Eve dönmek ve çalışmaya devam etmek istiyorlardı.”
Kadınlar da devrimde liderlik rolünde bulundular. Rosa Luxemburg belki de kadın devrimcilerin en bilinenidir ancak asla tek değildi. Kendi araştırmamız devrimde tanınmış rollere sahip 256 kadın buldu ve bunlardan bazıları deneyimlerini anlattı. İş yeri konseylerinin kadın üyeleri, tüm temsilcilerin yüzde 5'i olarak tahmin ediliyor ve daha yüksek kademelerde bu oran daha da düşük rakamlara iniyor. Aralık 1918’de düzenlenen Konsey Konferansı’nda (Rätekonferenz) 489 delege arasında yalnızca iki kadın vardı ve bu kadınlardan biri olan Kaethe Leu konuşmasına diğer kadın delege olan Klara Noack’a gönderme yaparak “Bayan ve baylar…” sözüyle başladı. Bu düşük rakamlar kadınların tanınmış devrimci forumlara girmelerinin önündeki engeller göz önüne alındığında pek de şaşırtıcı değil ancak bunlar bizi kadınların daha geniş devrimci katılımlarına karşı kör etmemelidir. Kadınların devrimdeki rolleri ve cinsiyet eşitliği için ayrı taleplere ihtiyaç olup olmadığı hakkında sorular gündeme geldi. Devrim 1890’lardan beri kadın hareketlerini savunanların resmi olarak savaştığı bir şey olan genel oy hakkı getirdi.
Augspurg ve Heymann devrimdeki konumlarını açık bir şekilde görüyorlar: “Kadınların siyasetin ve toplumun tüm alanlarına katılımı isteniyordu. Alman kadınlarının yeni kurulan cumhuriyete katkı yapmayı öğrenebilmeleri için politik bilinç ve güvenlerini artırmanın her zaman en iyi yollarından biri olarak gördüğümüz kadın konseyinin kurulması çağrısında bulunduk.”
Ancak eşit katılım taleplerine rağmen kadınları iş piyasasından savaştan dönen erkekler lehine dışlayan eşitsiz işten çıkarma uygulamalarını önleyemediler. Hatıratına şöyle yazdılar: “Askerlerin işsizliği kabul edeceklerinin beklenmediği aşikârdı ancak savaş yılları boyunca ekonomiyi ve beraberinde maalesef silah ve mühimmat tedarikini elinde tutan kadınlar için bu sorun değildi. Kimse onlar için bir sorumluluk hissetmedi. Daha önce hiç bu kadar saçma bir adaletsizlik oldu mu?”
Hilde Kramer devrim zamanında sadece on sekiz yaşındaydı ancak şehir komutanlığının sekreteri olduğu Nisan 1919’da kısa sürede Bavyera Sovyeti’nde kilit rol oynamaya başladı. Daha sonra tutuklandı ve devrimci eylemleri sebebiyle bir süre hapishanede kaldı. Önemli bir pozisyonda bulunması ve birçok erkek liderle kişisel olarak tanışıyor olmasına rağmen Kramer erkekler tarafından yazılan hiçbir hatıratta yer almaz. Sanki onu göremiyorlardı.
GELECEĞİN DENEYİMİ
Tüm bu kadınlar için devrim, savaş öncesinde ve sırasındaki eylemlilikleri ve daha sonraki politik kariyerleri arasında bir köprüydü. Kramer Berlin’e gitti, Almanya ve Moskova’daki çeşitli komünist gruplar için çalıştı. 1937’de Birleşik Krallık’a göç ettiğinde orada İşçi Partisi için çalıştı ve 1946’da Ulusal Sağlık Hizmeti Yasası (NHS) için belgeler düzenledi. Asker kaçaklarını Alman ordusundan saklayan ve Berlin’deki devrime silah tedarik eden Cläre Jung devrim boyunca geliştirdiği yeteneklerini Nazilere direnmek için kullandı. Heymann ve Augspurg kadınları siyasi hakları ve görevleri konusunda eğitmeyi amaçladıkları siyasi dergileri “Frau im Staat”ta yazmaya ve düzenlemeye devam ettiler. 1923’te Hitler aleyhine konuştular ve Almanya’dan sınır dışı edilmesi çağrısında bulundular. 1933’te Ulusal Sosyalistler yönetime geldiğinde Heymann ve Augspurg hızla tutuklanacak siyasi düşmanlar listesindeydi. Neyse ki o sırada İsviçre’de tatildelerdi ve akıllıca davranıp 1943’teki ölümlerine kadar sürgünde kalmaya karar verdiler. Savaşa karşı ahlaki duruşları birdenbire ortaya çıkmadı. 19. yüzyılın sonlarından beri eşitlik konularında ve 1904’ten beri de oylama konularında mücadele yürütüyorlardı.
Savaş deneyimi ve savaş sonrası ortamın istikrarsızlığı aslında kadın hareketleri içindeki enternasyonalizm kültürlerine bağlılığı güçlendirip netleştirirken ulusal ve uluslararası siyasette git gide artan siyasi etkileri kırılgan barışı korumaya yönelik ahlaki sorumluluk hislerini artırdı. Yeni dehşet verici silahların üretilmesi ve sivil halkı hedef alan savaş stratejileri erkekleri kadınlardan, savaşçıları savaşçı olmayanlardan ayıran cinsiyet ayrımına meydan okudu. Savaş ve barış sorunları artık kadınların endişelerinden ayrı konular olarak düşünülemez. Düşmanca ve tehditlerle dolu bir dünyada uluslararasında uyumlu ilişkiler için bir model ve sürdürülebilir bir barış inşa etmek için bir platform olarak uluslararası fikirleri olan kadınların hayal edilen topluluğuna acilen ihtiyaç vardı.
Devrim, sıradan insanların sokaklara dökülmesi ve çok sayıda protesto gerçekleştirmesiyle yapıldı. Rejim birçok savaş karşıtı konuşmacıyı baskıladı ve hapse attı ancak insanlar yine de birlikte çalışmanın ve bilgi paylaşmanın bir yolunu buldular. Savaşı durdurmak için hayatlarını tehlikeye atmakta gönüllüydüler. Birçoğuna göre bu muhaliflik yeni değildi, savaştan önce ve hatta iletişimin zor olduğu savaş döneminde bile uluslararası bağlantılarda aktiflerdi. Çok ciddi zorluklarla karşılaştılar ve büyük riskler aldılar. Kadınların savaş karşıtı ve devrimci eylemlerini hatırlamak, kadınlara radikal tarihlerini geri kazandırdığı için ve bize siyasi kazanımların hiçbir zaman ses çıkarmadan, örgütlü bir baskı ve toplu bir hareket olmadan güçlü ve öncelikli olandan alınamayacağını, çoğunlukla uzun yıllar boyu sürecek bir ısrar olmadan hiçbir şeyin kazanılamayacağını hatırlattığı için oldukça önemli. Kendi ulusal bağlamımızda kendini kuşatılmış hissedenlere kadın aktivizminin küresel bir boyutu olduğunu hatırlatıyor.
Kaynak: Jacobin