Kadrolaşma üzerine
Bu yazımızda belli yönlerine değindiğimiz bu sürecin başarıyla sürdürülmesi TİP’in toplumsal mücadelede yeni seviyelere sıçramasını mümkün kılacaktır.
Sinan Dervişoğlu
Son seçimler, Saray Rejimi'ni yıkmayı başaramadığımız için tüm ilericilerde ve sosyalistlerde bir üzüntü, hatta hayal kırıklığı yaşatmıştır. Buna karşılık son 50 yıldır bir “ilk” başarılarak sosyalist bir parti 1 milyon oy almış, kendi bilek gücüyle, kimseden “emanet” oy almadan parlamentoya 4 milletvekili sokmayı ve üye sayısını 40.000’in üstüne çıkarmayı başarmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki hayal kırıklığının bu başarıyı gölgelemesine, onu bulandırmasına hiçbir yerde, ilerici kesimde ve özellikle de TİP üyeleri arasında asla izin verilmemelidir. Bu durum, önümüzdeki dönemde TİP’e, ilericilere ve sosyalistlere daha büyük ve iddialı görevler yüklemekte, öte yandan da yeni olanaklar sunmaktadır; esas olarak da üzerinde odaklanılması gereken budur.
Önümüzdeki görevlerin en önemlilerinden biri kitle içi çalışmaya tüm hızımız ve enerjimizle devam etmek ise, bir diğeri de yatay genişlemeyi dikey kurumsallaşma ve kadrolaşma ile tamamlamaktır. TİP’in üye sayısı 40.000’i aşmıştır; bu şimdiye kadar ulaşılamamış bir sayıdır, bir başarıdır, ama aynı zamanda da bizlere ciddi bir görev yüklemektedir. TİP ciddi “kilo almıştır”, bu kiloyu kasa ve kemiğe çevirmek, partinin omurgasını sağlamlaştırmak ve güçlendirmek şarttır. Zayıf bir kemik ve kas yapısında, fazla kiloların bedende nasıl bir eğilmeye, deformasyona ve organik zaaflara yol açtığı bilinmektedir; o açıdan partinin siyasal ve örgütsel omurgasını ve kas gücünü artırmanın önemi ortadadır.
Bu açıdan sık sık bir ihtiyaç olarak dile getirilen “kadro” ve kadrolaşma” kavramlarını açmak, doğru bir çerçeveye oturtmak ve bunun yollarını irdelemek gerekmektedir. Yazımızın konusu bu olacaktır.
KADRO NEDİR?
Kadro, siyasal bir hedef için bir kitleyi ve bir eylemi yönetme yeteneğine, becerisine ve bunun için gerekli birikim ve tecrübeye sahip siyasal özne demektir. Bu açıdan partideki tüm merkez, il, ilçe ve birim yöneticileri birer kadrodur. Bunlar partinin kadrolarıdır. Bu tanımı yapınca, otomatikman şu soru gündeme gelmektedir: Partide özel bir yönetici görevi olmayan üyeler nedir? Onlar “rütbesiz er”, ya da yönetilmekten başka bir önemi olmayan kol gücü, veya düz “kitle” midir? Geçmişte parti dışındaki “hareket” tarzı geleneklerde yapılan “kadro-kitle” ayrımı hatırlardadır: Öne çıkan, seçkin unsurlar (“birileri” (genellikle şefler) tarafından) ”kadro” olarak seçilir; diğer unsurlar ise “kitle” diye anılır; onlar eylemlerin temel katılımcısı ve kol gücüdür; bizzat bu ayrım dahi “A tipi ve B tipi taraftar” türünde bir siyasal ayrımcılığı içermektedir.
Böyle bir mantık, parti kültürünü ve ruhunu benimsemiş bir örgüt için geçerli olamaz. Hiçbir parti içi yönetici görevi olmayan bir parti üyesi de potansiyel olarak bir kadrodur; onlar da kendi mücadele alanlarının, mahalledeki çalışmanın, parti üyesi olmayan emekçilerin katıldığı eylem ve çalışmaların, sendikalarda, odalardaki mücadelenin “kadro”larıdır. Onlar da bu alanlarda bir eylemi ve bir kitleyi yönetmek becerisine sahip olmak ve geliştirmek zorundadır. Kadrolaşma, tüm parti üyelerini içeren bir ihtiyaç ve zorunluluktur. Biz bu yazımızda ağırlıklı olarak parti kadrolarını ele alacağız; ancak bu çerçevede tespit edeceğimiz ilke ve yaklaşımlar, halkın mücadele alanlarını yöneten tüm parti üyeleri için de genelleştirilebilir, hatta genelleştirilmelidir.
Önce kadrolaşma sürecinin çerçevesini sağlıklı bir şekilde çizelim:
KADROLAŞMA: SOMUT BİR SİYASAL SÜREÇ İÇİNDE MÜMKÜNDÜR
Bu başlığın daha iyi kavranılmasını sağlamak için, biraz alaycı da olsa, net bir ifade daha kullanalım: Kadrolar saksıda ya da serada yetişmez! Kadrolaşma somut toplumsal ve siyasal mücadele süreçleri dışında düşünülemez.
Bu vurguyu niçin yapıyoruz? Yakın döneme kadar kimi örgütlerde, ister “hareket” tarzı olsun, ister kendine “parti” diyen örgütler olsun, kadrolaşmanın sık sık ele alınış tarzı şu olmuştur: Öne çıkan, diri ve farklı bir unsur “yöneticiler” tarafından saptanır, ona “A, B ve C kitaplarını oku, gel bizle paylaş; sonra da X, Y ve Z eylemlerine katıl seni gözleyelim, sonra senin hakkında bir karar veririz” denilir. Bilgisayar dünyasının deyimlerini kullanmak gerekirse, bu tamamıyla “çevrim dışı” (offline) bir kadrolaşmadır. Bu unsurun kitle çalışmalarına, örgütün toplumla kurduğu ilişkiye katkısı, bu alandaki yaratıcılığı asla gözlenemez. Böyle yetiştirilen kadroların kendileri de kaçınılmaz olarak (toplumsal mücadele açısından) “çevrim dışı” olacak, parti içi çalışmaları (seminer, bildiri dağıtma, toplantılar, üye kaydetme) halkın mücadelesinin önünü açmanın birer aracı olarak değil, başlı başına ve kendi içinde bir amaç olarak görecek, parti dışında gelişen kitle hareketlerine (örneğin Gezi’ye) dışardan bakacak, orada bir katkı ya da fark yaratma yeteneği asla gelişmediği, ya da geliştirilmediği için “asıl olan partidir” diyerek bunlardan uzak duracak, bu uzaklığa da kolayca kırk adet “ideolojik” gerekçe bulacaktır. Veya katıldığı takdirde ise, kısa vadede ve olgunlaşmamış bir biçimde “partiye fayda sağlama” güdüsüyle hareket ederek beceriksiz ve kısır bir “siyasallaşmayı” zorlayarak o kitleden kopacak, oradan kazanabildiği (ilerde kendine benzemesi kaçınılmaz olan) 3-5 yeni unsurla buradan çıkmayı bir “başarı” sayacaktır. Sol hareketimiz maalesef bu tarzda kadrolarla fazlasıyla doludur, ve bu tarz unsurlar sosyalizmi kitleler içinde yayma mücadelesi önünde birer olanak değil, maalesef birer köstek olarak durmaktadır.
Doğru yaklaşım, kadrolaşmayı somut, gerçek, toplumda karşılığı olan siyasal-örgütsel süreçlere oturtmaktır. Bunları da bizler için son derece nettir: Geçmiş dönemdeki seçim çalışması, depreme yardım kampanyası, önümüzdeki dönemde somut birer süreç ve görev olarak duran belediye seçimleri, keza sendikalar, odalar içinde TİP’in yapmayı hedeflediği (ve geçenlerde yapılan başarılı İşçi Toplantısı ile ilk adımı atılan) kitlesel ve örgütsel atılım, kitle örgütlerini canlandırma, güçlendirme, tabanlarıyla buluşturma ve toplumsal muhalefetin aktif unsurları haline getirme mücadelesi, kadrolaşmanın somutlaşacağı somut siyasal-toplumsal çerçeveler olarak önümüzde durmaktadır. Kadrolaşma pratikte bir tür siyasal-örgütsel-ideolojik olgunlaşma süreci ise, bu olgunlaşmanın nesnesi olan unsurlar, üyeler, emekçi halkla direkt temas içinde gerçekleşen bu çalışmalar içinde konumlandırılmalı ve değerlendirilmelidir
O zaman şu soruyu soralım: Bu “olgunlaşma”nın mekanizmaları nelerdir?
KADROLAŞMANIN BİRİNCİ HALKASI: GÖREV VERMEK, GÖREV VERMEK, GÖREV VERMEK!
“Birinci halka” dedikten sonra aynı sözü üç defa tekrar ettiğimiz için okuyucu bizi bağışlasın; amacımız bu adımın ne kadar hayati önemde olduğunu vurgulamaktır. Gerçekten de sıradan bir üyeyi yukardaki basitleştirici ve amiyane deyimle “kitle” olmaktan çıkaracak olan, onu bölgesinden mitinge gelen 50 kişiden, ya da bildiri dağıtımına katılan 30 kişiden ayırt edecek olan, onunla Parti arasında kurulacak özel bağdır; bu da ona verilmiş olan ve onun partiye kendi bireysel varlığıyla katkıda bulunmasını sağlayan (büyük veya küçük) bir görevdir. Taban çalışmalarındaki pratikte, ilk başta çalışmalara aktif katılma konusunda isteksiz olan, çekingenlik ve endişe taşıyan parti üyelerine çok basit, sıradan görevler verildiğinde dahi motivasyonlarının nasıl geliştiğini, ve enerjilerinin ve yeteneklerinin nasıl daha büyük bir kısmını çalışmaya yönelttiklerini, ve fedakârlık seviyelerinin nasıl arttığını sayısız örnekle gözlüyoruz.
Görev verme konusunda dikkat edilmesi gereken, insanlara altından kalkamayacakları ve politik birikimlerinin yetersizliği yüzünden başarısızlığa mahkûm olacakları iddialı atamalardan kaçınmaktır. Herkes yüzmeyi denize atlayarak, başta da biraz çekinerek öğrenir, ve mutlaka kendi başına öğrenir; ancak hiç yüzme bilemeyen birini dalgalı denize atmak yanlış olacağı gibi, ilk kulaçlarında onun yanında olup ona destek vermek de şarttır. Öte yandan en basit görevler (toplantıda tutanakları tutmak, lokalin düzenini sağlamak, bildirileri ve afişleri merkezden temin etmek…vs) en deneyimsiz üyede dahi yarattığı “faydalı olma” hissiyle onun motivasyon ve heyecanını artıracak, daha ileri görevlere hazır, hatta belki onları “ister” hale getirecektir. En yıldız sporcuların dahi, işe çocukken gittikleri spor okullarındaki spor eğitimine eğlence yönü ağır basan “oyunlarla” başladığı unutulmamalıdır.
TİP’in 40.000 kişilik üye kitlesi bir mermer bloğa benzetilirse, görev vermek demek, bu bloğun değişik noktalarına değişik vuruşlar yaparak, kimisine derin, kimisine hafif dokunuşlarla o şekilsiz bloğu anlamlı ve etkileyici bir heykele çevirmek demektir. Bu da yönetici ekiplere düşmektedir. Her yönetici, mutlaka düşünüp zaman harcayarak etrafındaki herkes için bir görev “icat” etmeli, mümkün olabiliyorsa görevsiz kimse kalmamalıdır. Üye yoldaşlarımızı politik ve örgütsel açıdan olgunlaştırmanın birinci adımı budur.
KADROLAŞMANIN İKİNCİ HALKASI: KURUL, HER ÇALIŞMA İÇİN BİR KURUL!
Kadro, bir eylemi ve onu gerçekleştirecek kitleyi yöneten unsur ise, bu “yönetme” yeteneği ancak bir kurul çalışması içinde gelişip olgunlaşabilir. Ancak bunun için de kurul çalışmasının doğru, sağlıklı ve tüm kapsamıyla birlikte tanımlanması ve gerçekleştirilmesi gerekir. Sadece bir sonraki haftanın eylemlerinin konuşulduğu, bu eylemler için Whatsup’tan çağrı yapıldıktan sonra bir sonraki kurul toplantısında yeni eylemlerin konuşulması ile yetinilen bir kurul çalışması kimseyi olgunlaştırmaz, böyle bir çalışma tarzının kısa bir süre sonra bir tükenmişlik hissi yaratması dahi kaçınılmazdır. Her kurul, kendi sorumluluk alanındaki bölge ya da kesimdeki çalışmayı, tüm boyutları ile ve ciddi zaman harcayarak planlamak, hedefler koymak, bu hedefleri takip etmek, değerlendirmek ve dersler çıkarmakla yükümlüdür. Zaman harcama konusunda, kurul üyelerinin zihinsel dayanıklılığı dışında hiçbir sınırımız yoktur; yani 1980’lerde ve 90’larda olduğu gibi polisin kadroların ensesinde olduğu, toplantı yapılan evin her an kapısının kırılıp ekiplerin basma tehdidi altında, toplantıyı hızla bitirme zorunluluğunun bulunduğu bir durum artık (en azından şimdilik) söz konusu değildir ve bu olanak sonuna kadar değerlendirilmelidir. Somut söylemek gerekirse:
-Mahalle çalışmaları, işyeri örgütlenmeleri, kadın ve gençlik çalışması, propaganda eylemleri hedefler konarak ve her aşamada bu hedefleri takip ederek yapıldığında
-Ortaya çıkan tıkanıklıklar ya da başarısızlıklar açıkça tahlil edilip tartışıldığında, eleştiri-özeleştiri mekanizması sağlıklı bir şekilde işletildiğinde
-Kurul toplantılarında ülke ve birimdeki politik gelişmeler tartışıldığında bu çalışmaya katılan bir partili unsurun olgunlaşması, yani kadrolaşması hızla gelişecektir. Böyle bir çalışma içinde yer alan her unsur:
Eylem düzenleme, düzenlenen eylemi artısı ve eksisiyle değerlendirme
Bir alanda örgütlenme çalışmalarını analiz etme, görev verme, doğru insana doğru görevi verme
Bir yoldaşının ya da kendisinin hatalarını görme, bunları dile getirme ve bunları düzeltme
Yeteneklerini kaçınılmaz olarak geliştirecektir; bir parti kadrosunun da en temel özellikleri zaten bunlardır. Burada bahsettiğimiz “kurul” çalışması sadece il ve ilçe kurulları için değil, bu birimlerde kurulan ve kurulacak olan mahalle, kadın, gençlik, emek alt kurulları için de aynen geçerlidir.
Bu açıdan iyi planlamış, yüzeysel ve alelacele olmayan, kurulun alanına giren bütün konuları tüm ayrıntıları ile ele alan ve tartışan, ciddi bir politik ve entelektüel emek sarfederek yapılan kurul çalışmaları, kadrolaşma ihtiyacımız için en vazgeçilmez ve elzem çalışmalardır.
KADROLAŞMANIN ÜÇÜNCÜ HALKASI: EĞİTİM
Son dönemde çok değişik (diğer sol gruplar, Kemalist, muhafazakâr, hatta ülkücü) çevrelerden gelen çok sayıda üye TİP’in saflarını doldurmakta, bu üyeler şu aşamada TİP’in yarattığı genel heyecan ve motivasyonla bir arada durmakta ve mücadele etmektedir
Bu birlikteliği kalıcı ve sağlıklı bir niteliğe kavuşturmak, TİP’in değerlerini kavramış ve içselleştirmiş bir üye kitlesi yaratmak, kadrolaşmanın tanımı olan “politik olgunlaşmanın” asli ön şartıdır; bunun temel halkası ise eğitimdir.
Kitlesel bir sosyalist partide kadrolaşmaya destek olacak bir eğitimin kanımızca 3 boyutu vardır ve bunlar birlikte kavranmalıdır.
Birincisi partinin siyasal kimliğinin ve kodlarının eğitimidir. Sosyalist hareketimizin tarihi, 1923’ten bugüne ülkemizin siyasal-sosyal tarihi, nasıl bir ülke hedeflediğimiz (Sosyalist Türkiye projesi), partinin ve partililiğin ne olduğu, kadın sorunu, emeğin örgütlenme sorunları, Marksist düşüncenin temelleri, parçası olduğumuz dünya işçi hareketinin tarihi, Marksist ekonomi politik, Marksist tarih anlayışı ve felsefe, bu konuda ele alınması gereken temel başlıklardır. Öte yandan bu konularda münferit yoldaşlarımızın, ya da kendi alanlarında uzman akademisyenlerin kendi emekleriyle ürettiği özgün çalışmaların da öğrenilmesi ve tartışılması, bunlar partinin resmi eğitimi olmasa bile, bu alandaki olgunlaşmayı hızlandıracaktır.
İkinci boyut, somut toplumsal çözüm önerilerimizdir. Yukardaki eğitim başlıkları bir parti üyesinin kafa yapısını ve kimliğini sağlamlaştırmak ve netleştirmek için anlamlıdır; ancak kitle içindeki örgütlenme çalışmasında bunları anlatarak emekçileri kazanmayı ummak gerçekçi değildir. Sosyalistler olarak ülkemizin değişik sorunlarına getirdiğimiz somut çözüm önerilerini, eğitimde, sağlıkta, doğa ve çevrede, tarımda, kadın sorununda, ekonomide somut olarak ne yapacağımızı kavramış olan üyelerin yapacağı kitle içi çalışma çok daha etkili olacak, bu bilginin özümsenmesi üyelerin politik olgunluğunu daha da artıracaktır. Böyle bir eğitim sadece kitle içi çalışmayı etkinleştirmenin de ötesinde sosyalizm fikrini kafalarda çok daha somut olarak ete kemiğe büründürecek; “gericilerden kurtulup başa geçince güzel şeyler yapacağız” belirsizliğinin ötesinde öncelikle niçin “başa geçmemiz “gerektiğini, devrimin ve sosyalizmin ülkemizdeki güncelliğini ve zorunluluğunu üye yoldaşlarımızın kafasına somut biçimde nakşedecektir.
Üçüncü boyut, kısa zamanda belki adım atamayacağımız, ancak orta vadede mutlaka yol almamız gereken bir ihtiyaca ilişkindir: o da yerelleşmek ve Türkiyelileşmektir. Üzerinde yaşadığımız ülkeyi sadece somut sosyo-ekonomik sorunlarıyla değil, tüm ruhuyla kavramak, onun tarihini, geçmişini, olağanüstü zengin kültür mirasını, geçmişten devraldığı birikimleri her türlü burjuva çarpıtmanın ötesinde sosyalist bir mantıkla kavramaktır. Ülkemizde burjuva ideolojik hegemonyanın iki ana akımı, Türk-İslam Sentezi ve Resmi Kemalist söylemin, bu tarihin çarpıtılması ile kendilerini var etmekte olduğu bilinmekte, 80 küsur milyon insanımız bu iki söylem arasında hapsedilmektedir. Kemalist söylem, tarihimizi 1919’dan başlatarak (“olmasaydın olmazdık” edebiyatı) ve burjuva Kemalist önderliği tanrılaştırarak kendini tanımlamakta, gerici milliyetçi-islamcı bakış ise eski Malkoçoğlu filmlerine taş çıkartan birer aptallık ve cahillik abidesi olan “Ertuğrul” ya da “Selçuklu” dizileri üzerinden gerçek ötesi bir tarih bilinciyle kendi egemenliğini güçlendirmektedir. Ülkemizde tarih, ideolojik mücadelenin kritik ve hayati bir alanı olarak karşımıza çıkmaktadır ve sosyalistlerin bu konuda kendilerine ait bir sözü olması şarttır. Bu topraklarda padişahların, paşaların, beylerin değil, emekçilerin ve aydınların 1000 yıllık tarihini ve mücadelesini kavramak ve bilince çıkarmak, bugünkü sosyalizm mücadelemizi bu mücadelenin sürekliliği içinde kavramak, özellikle halkımızı esir alan burjuva söylemlerin kodlarını kırıp parçalamak ve ideolojik alanda bir karşı hegemonya oluşturmak için vazgeçilmez önemdedir. Sosyalist hareketimizin ne yazık ki (Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın bu alanda övgüyü hak eden çalışmaları ve sevgili Metin Abi’nin bazı değerli eserleri dışında) anlamlı ve kullanıma hazır bir birikimi fazla yoktur; bu birikimi oluşturmak ve güçlendirmek de ne kadar zor gözükürse gözüksün, bizlere, yani 21.yüzyılın Türkiye sosyalistlerine düşmektedir.
SONUÇ
Önümüzdeki politik süreç, Saray Rejimi'nin hayatını idame ettirmek için en maceracı adımlara yöneleceği, ana muhalefet CHP’nin ise sağa verdiği tavizlerle kendi tabanında dahi saygınlığını ve umut olma potansiyelini hızla yitireceği bir dönem olarak gözükmektedir. Bu durum, TİP’in hem halk içi muhalefette hem de emek örgütlenmesi içinde derinleşmede çok daha etkili ve sonuç alıcı bir yapıya kavuşturulmasını bir görev olarak önümüze koymaktadır. Parti üyelerinin politik olgunlaşması, yani kadrolaşma, bu görevde başarılı olmanın zorunlu ön koşuludur. Bu yazımızda belli yönlerine değindiğimiz bu sürecin başarıyla sürdürülmesi TİP’in toplumsal mücadelede yeni seviyelere sıçramasını mümkün kılacaktır.
Bunu da hep birlikte başaracağız.