Kağan Şeker yazdı | Yargının bağımlı bağımsızlığı
Bağımsızlığın tüm bu hikaye içindeki yeri nerededir diye soracak olursanız, bunun da bir galat-ı meşhur olduğunu itiraf etmekle söze başlayabiliriz tabii.
AYRILSAK DA BERABERİZ
Hükümet sistemi tartışmaları doğrudan erklerin birbirleri ile olan ilişkisinden neşet eder. Bu yüzden aklımıza ilk düşenin kuvvetler ayrılığı olması tesadüf değil. Çünkü en geniş biçimiyle yapılan tasnif bu ayrımın niteliğine odaklanır. Kuvvetler sert biçimde ayrı ise başkanlık sistemi ve türevi modellerden kuvvetler nispeten daha yumuşak biçimde bir arada ise parlamenter sistem ve türevi modellerden söz edilir. Bu modellerde yasama ile yürütme arasındaki ilişki bu temel çerçeve korunmak kaydıyla farklı biçimlerde cereyan edebilir, örneğin başkanlı parlamenter sistem gibi bir model de yarı başkanlık gibi bir model de söz konusu olabilir.
2017 Anayasa değişikliği ile birlikte, neresinden tutulsa bilhassa oradan elde kalan bir hükümet sistemine geçilmiş bulunuyor: Devekuşu misali bir hükümet sistemine. Devekuşuna ¨koş¨ demişler de ¨koşamam ben kuşum¨ demiş, ¨e uç¨ demişler ¨uçamam deveyim¨ demiş. Türk Tipi Başkanlık Sistemi de türev modellerin aksine aynı bu hesap; ¨sert kuvvetler ayrılığı olsun¨ demişler ¨olmaz ben Türk Tipiyim¨ demiş, ¨e bakanlar parlamentonun içinden belirlensin¨ demişler olmaz ben Başkanlık sistemiyim demiş.
Ancak, bir noktayı özellikle vurgulamakta fayda var: Devekuşu da dahil hangi modeli seçerseniz seçin, kuvvetler ayrılığı ya da kuvvetler birliği tartışması, yürütme lehine birlik içeren (diktatörlük, mutlak monarşi) sistemlerin dışında yasama ve yürütmeye dairdir. Yargı hiçbir şekilde bu tartışmanın bir parçası değildir. Yargının, yasamadan ve yürütmeden bağımsızlığı ya da bağımsız olması gerektiği konusunda en ufak bir tereddüt dahi yoktur.
BAĞIMLI BAĞIMSIZLIK
Yazıda asıl ele almak istediğimiz nokta yargının bu topraklardaki değişmeyen “bağımlı bağımsız” formu. Elbette, bugüne değin pek çok çalışmada, Yüksek Mahkeme üyelerinin veya HSYK-HSK üyelerinin belirlenmesi usullerinden hakimlik teminatına kadar yürütme ile yargı arasındaki ilişkinin bağımsızlığı bu açıdan ele alındı. Bu yüzden Amerika’yı yeniden keşfetmek niyetinde değiliz. Daha çok bu yazı ile bugüne dek pek de dikkat çekilmemiş ve incelemeye tabi tutulmamış bir noktayı vurgulamak arzusundayız.
Yargı yetkisinin, millet adına bağımsız ve tarafsız mahkemeler eliyle kullanılacağı Anayasa'nın temel hükümlerinden biri. Öyleyse el ile vücut arasındaki beraberliğin resmini apaçık biçimde ortaya koymak gerekir. Yazının temel sorusunu soralım, bugün kaç adliye hükümet konağı ile aynı fiziki mekanda bulunmaktadır? Ya da soruyu şöyle soralım, bugün yargı yetkisini millet adına bağımsız ve tarafsız olarak kullanması gereken kaç mahkeme, doğrudan yürütme fonksiyonunu icra eden bir mülki amirin boyunduruğu altında faaliyet yürütmektedir?
Richard Sennett’ten esinle söylemek gerekir ki ten ile taş arasındaki ilişki göz ardı edilerek iktidar ilişkilerini değerlendirmek, en baştan değerlendirmenin eksikliğini kabul etmek demektir. Tenin taşı biçimlendirdiği gibi taş da teni biçimlendirir. Adalet sarayları, insan eliyle inşa edilmiş yapılar olsalar da günün sonunda kendisiyle temas eden her teni biçimlendirmek gibi bir vasfa sahiptirler. Haliyle adalet duygusunun bizatihi cisimleştiği bu yapılar, hak mücadelelerinden yargı bağımsızlığına dair, sandığımızdan da çok şey anlatırlar.
Belki filmi biraz geriye sarmak resmin bütününü görebilmek adına faydalı olabilir. Osmanlı’nın klasik dönemlerinde tüm yargı faaliyeti, kadıların evinde görülmekteydi.[i] Kadıların evinde görülen yargılama sırasında ev kamusal hüviyeti kazanmakta, özel niteliğinden arınmaktaydı. Bu uygulamanın bağımsızlık ve dahi tarafsızlık bakımından nasıl ele alınacağı tahmin edilebilir olsa gerek.
Kaldı ki Osmanlı kent pratiğinde kamusal mekanlar ile özel mekanların iç içe geçmişliği “Saray Erkanı” düzeyinde bir norm olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden de “Bab-ı Ali” dediğimiz ana yürütme organının da aslında bir paşa konağına kurulu olması şaşırtıcı değildir.
Tanzimat ile birlikte, merkezi bir yapının inşası adına iktidarın cisimleşebilmesi için vilayetlere hükümet konakları yaptırılır. Adliyeler de bu hükümet konaklarının içinde yerini alır. İktidarın cisimleştiği bu mekanlarda, iktidarın sınırları dahilinde cisimleşecektir adalet. Yalnızca hükümet konağının kapasitesinin ihtiyacı karşılamadığı durumlarda ek adliyeler yapılacaktır.[ii]
Bu iki erk arasındaki iş yükünün dönemin maddi koşulları değerlendirildiğinde Hükümet Konakları ile yargılama faaliyetinin bir aradalığının rasyonel bir temelinin bulunduğundan söz edilebilir. Bunun yalnızca bu topraklara özgü bir durum olmadığını da atlamamak gerekir. Dünyanın pek çok yerinde adliyeler, yürütme fonksiyonuna özgülenmiş mekanların içinde kurularak faaliyet göstermeye başlamıştır. Çarpıcı bir örnek olması bakımından Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin (Supreme Court) Philedelphia’da Bağımsızlık Salonu (Independence Hall) olarak adlandırılan yürütme fonksiyonuna özgülenmiş bir nevi eyalet konağında faaliyet gösterdiğini ifade edebiliriz. Supreme Court, 146 yıl kendisine ait bağımsız bir bölüm olmaksızın faaliyet yürütür.[iii] Bu adlandırma, 146 yılı Bağımsızlık Salonu’nda faaliyet gösteren yüksek mahkemenin de bağımlı bağımsızlığını göstermesi bakımından son derece çarpıcıdır.
Adil olmak kadar adil görünmek de mühimdir. Adil görünmeksizin adil olmak, bir yargılama faaliyetinin takınması gereken tutumlardan biri asla olamaz. Bugün mevcut hükümet sistemi ile birlikte, hükümet konağının içinde faaliyet gösteren bir mahkemenin adil bir yargılama yürüteceğine ilişkin herhangi bir yurttaşta olumlu bir intibanın oluşması mümkün müdür?
SONUÇ OLARAK: MAHKEME KAPISI
Adliyelerin bağımsızlığı bu fiziki koşullar göz önüne alındığında bağımlı bir bağımsızlık halidir. Bağımsızlığın tüm bu hikaye içindeki yeri nerededir diye soracak olursanız, bunun da bir galat-ı meşhur olduğunu itiraf etmekle söze başlayabiliriz tabii.
Bugün adliyelerin kaçı hükümet konağı ile aynı fiziki mekanda faaliyet göstermektedir? Öncelikle bunun tespiti için başvurulan yöntemi açıklayalım. Yazı bağlamında, adliyelerin tespiti için HSK tarafından duyurulan adli çevreler rehberi esas alındı.[iv] Bu rehber doğrultusunda, Türkiye’de faaliyet gösteren, teşkilatı kurulan tüm adliyeler tespit edildi. Ardından bu adliyelerin adresleri tek tek incelenerek hükümet konakları ile mekansal birliktelikleri ele alındı. Bu bağlamda hükümet konağından kastedilenin, kaymakamlık ya da diğer yürütme organına ait kurumlar olduğunu da ifade edelim.
Rakamları paylaşmadan önce birkaç noktayı özellikle ifade etmek yerinde olacaktır. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi pek çok küçük ilçede, adliye ile hükümet konağı arasında bir at boyu mesafe bulunuyor. Bu yüzden değerlendirmeye esas alınan birkaç kriteri paylaşmak gerekmektedir:
Bu çalışma kapsamında*, adliyelerin öncelikle hükümet konağı içinde yer alıp almadığı, yer almıyorsa aynı mekan olarak kabul edilebilecek mekanlarda yer alıp almadığı tespit edildi. Bir adliye hükümet konağının içinde yer almasa dahi farklı kapılardan girilmek suretiyle birbiriyle bütünleşik taşınmazlar içinde yer alıyorlar ise burada bağımlılığın varlığı kabul edildi. Mekanlar arasında bütünleşikliğin bulunmadığı durumlarda ise aynı yerleşke içerisindeki konumlar değerlendirilerek bir neticeye varıldı. Bu netice aslında fonksiyonel bir değerlendirmeye dayanmaktadır. Nitekim aynı yerleşke içinde araçların aynı yere park edildiği bir düzlemde, söz konusu park yerine ilişkin karar verme yetkisi dolayısıyla mülki amirin yargı mensuplarına karşı kuracağı hiyerarşik üstünlük bağımlılık durumunun varlığını gözler önüne sermektedir.
Tüm bu değerlendirmeler neticesinde Türkiye’de adli rehbere esas alınan toplamda 1001 adet mahal/ilçe bulunmaktadır. Bunların yalnızca 592’sinde faal adliyenin bulunduğu tespit edilmiştir.[v] Bu adliyelerin 278’i yukarıda ifade ettiğimiz kriterler ışığından hükümet konağı ile bağımlı olarak adlandırılabilecek niteliktedir. Kimi illerde ilçe adliyelerin tamamı neredeyse bir bütün halinde hükümet konaklarının içinde yer almaktadır. Bunların dışında kalan 314 adliye ise hükümet konaklarından ayrı olarak faaliyet yürütmektedir.[vi] Bugün adliyelerin %45,94’ü doğrudan yürütmeye bağımlı mekanlarda faaliyet yürütmektedir. Hal böyle iken daha ilk elden, yargının bağımlı bağımsızlığının bir istisna değil bir norm olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu rakamlara ek olarak, son yirmi yıllık süreçte ihtiyacın karşılanamıyor olması nedeniyle yeni yapılan adalet sarayları ile büyük kentlerdeki adliyelerin birleştirilmesi hesaba katıldığında tablonun vehameti açık. Hatta çarpıcı bir örnek olarak inşaatı devam etmekte olan Suşehri Adliyesinin yine Hükümet Konağı ile Adalet Sarayının fiziki olarak tek mekanda faaliyet gösterecek biçimde tasarlanmış olması, meselenin tek boyutunun maddi koşullar olmadığına ve yargının bu bağımlı bağımsızlığının sürdürülmesine dönük arzunun mevcudiyetine işarettir. Sait Faik’ten esinle, bu ülkede yargı tahliye olacaksa bu ilk başta “Mahkeme Kapısı”nın yürütmenin makam odasına açılmamasıyla mümkün olacak.
*Adli çevre-bağımlılık listesi
[i] İlber Ortaylı, “Osmanlı Şehirlerinde Mahkeme” Prof. Dr. Bülent N. Esen’e Armağan, Ankara 1977, s 246.
[ii] Fatmagül Demirel “Adliye Nezareti’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri (1876-1914)” Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2003, sf. 184
[iii] https://www.supremecourt.gov/about/buildinghistory.aspx
[iv] https://www.hsk.gov.tr/Eklentiler/Dosyalar/f034f8bf-0834-42c8-8fb0-4270b6cfe09e.pdf
[v] İdari Yargı Çevreleri bu yazının kapsamı dışında tutulmuştur. Umarız bu yazı, ilgilileri idari yargı çevreleri için de benzer bir çalışma yapmaya teşvik eder.
[vi] Yazı kapsamında yapılan çalışmanın verilerine bu link üzerinden ulaşabilirsiniz. Çalışma 10.12.2021 tarihine kadar olan döneme ilişkindir.
Bu bağlamda herhangi bir eleştiri, öneri veya katkı için: [email protected]