Bülent Arınç, Sadullah Ergin, Hüseyin Çelik…
Bu isimler art arda Erdoğan’a yüklenince kadim spekülasyon yine başladı: AKP bölünüyor mu?
İktidar partisinin kulislerinden bilgi alma şansımız olmadığı için spekülasyona bulaşmayalım. Ancak Hüseyin Çelik’in tüm bu açıklamalarda ortak olarak öne çıkan temaları özetleyen sözleri üzerinden tartışmamız mümkün:
“Esas mesele partinin durumu ile birlikte temel politikalar. Bana göre bugün memlekette beş temel sorun var. Bir: Kutuplaşma. İki: Dış politikada allak bullak oluş. Üç: Ekonomi iyi değil. Dört: Kürt meselesi ve terörle mücadelede gelinen son nokta... Beş: Paralel’le mücadelenin bir paranoyaya dönüşmesi...”i
“Temel politikalar”dan başlayalım.
Beş maddenin her birini ayrıntılı olarak irdelemek mümkün. Ancak burjuva siyasetinin terminolojisinde tüm bunları kapsayan sihirli bir sözcük var: Normalleşme.
Yani toplumsal ve siyasal alanlarda gerilimin azaldığı, demokrasinin ve hukuk devletinin bir düzeyde güvenceye alındığı, dış politikada daha makul bir dengenin tutturulduğu ve piyasanın sorunsuz işlediği bir paradigmanın işlerlik kazanması.
DEJA VU
Bu filmin önceki sürümlerini çoğumuz hatırlar. Mesele kimi zaman Dolmabahçe Mutabakatı'nda kurulan masanın devrilmesidir, kimi zaman kızlı-erkekli evler. Kimi zaman Ortadoğu’daki maceralardır, kimi zaman siyasi davalar.
Bülent Arınç kameraların karşısına geçer, Erdoğan’a verip veriştirir. Ana akım medyada Arınç’ın çıkışı üzerinden çeşitli spekülasyonlar yapılır. Kadınların kahkahasından, HDP’li kadın milletvekillerinin konuşmasından, Vardar Ovası türküsündeki rakıdan rahatsız olan bir yobaz olduğu bir anda unutulan Arınç’ın AKP’nin vicdanı olduğundan dem vurulur. Abdullah Gül liderliğinde “özde demokrat” bir muhafazakâr partinin hayalleri kurulur. Zaten Erdoğan’ın aşırılıkları Batı dünyasını ve sermaye çevrelerini de rahatsız etmektedir ve işlerin bu şekilde gitmesine göz yumulmayacaktır...
Sonra?
İşte, sonra düşe kalka 2016 yılına kadar geldik. Vaziyet ortada…
BU KEZ TUTMAZ MI?
Bu soru bu mecrada farklı vesilelerle tartışıldı. Örneğin bir ay kadar önce Metin Çulhaoğlu, son 2-3 yıl içinde bu türden bir modelin tutmasının mümkün olmadığının netleştiğini yazdı.ii
Çulhaoğlu’nun kuramsal düzeyde verdiği yanıtla yetinmek mümkün. Ancak bu noktanın altını daha kalın çizmek adına, Erdoğan liderliğindeki modelin Haziran Direnişi sonrasında tahkim edildiğini, direniş sonrasında AKP cenahında gerilimi sonuna kadar tırmandırma çizgisinin öne çıktığını, “Artık otobüs duraklarının yerine bile halka danışılarak karar verileceği” ve “Demokrasinin sandıktan ibaret olmadığının görüldüğü” yönündeki açıklamaların sahipleriyle birlikte hızla rafa kalktığını hatırlatalım.
AKP’nin kuruluşunda etkin rol oynayan ağır toplardan birçoğunun süreç içinde geri plana itilmekten ötürü rahatsız oldukları ve fırsat buldukça Erdoğan’ın liderlik tarzını hedef alarak gerek partilerine gerekse başta Batılı emperyalist odaklar olmak üzere kimi parti dışı çevrelere kendilerini gösterdikleri doğrudur. Akademisyenlere dönük baskıların dünya genelinde uyandırdığı tepki ve ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Ocak ayındaki Türkiye ziyaretinde yaptığı şovun AKP küskünlerini bir miktar cesaretlendirdiği de görülmektedir.
Peki, tutar mı? Emperyalizm Erdoğan’ın ipini çeker mi?
Rusya’nın ağırlığını koyduğu, IŞİD ve mülteci krizi gibi kontrolsüz faktörlerin varlığını koruduğu ve mezhep temelli bir bölgesel savaş ihtimalinin dillendirildiği Ortadoğu koşullarında emperyalizm Cüneyt Zapsu’nun yıllar önce verdiği nasihate uyar ve Erdoğan’ı süpürmez, kullanır.
Peki, AKP’nin içeriden çatırdama ihtimali hiç mi yok?
Erdoğan ama ustalıkla, ama zorbalıkla parti içinde de devlet içinde de (ikisini ayırmak ne kadar mümkünse!) gücü tümüyle elinde toplamayı başarmıştır ve konjonktür kendisinden yanayken hakimiyeti yitirmesi için bir neden bulunmamaktadır.
İkna olmayan varsa, önce Erdoğan’ın 12 Ocak’taki “Ey akademisyen müsveddeleri” çıkışının ardından bürokrasinin tüm kademelerinin nasıl seferber olduğunu hatırlasın, sonra da makam odalarına Abdullah Gül’ün resmini asan rektörlerin Ağustos 2014 sonrasındaki kariyerlerini araştırsın. Hala tatmin olmayan varsa yine aynı süredeki Cumhurbaşkanı’na hakaret davalarının sayısını ve seyrini de gözden geçirebilir…
“ESAS MESELE PARTİNİN DURUMU İLE…”
Hüseyin Çelik’in ilk cümlesini yeniden hatırlayalım: “Esas mesele partinin durumu ile birlikte temel politikalar.”
Temel politikaları tartıştık. Hüseyin Çelik, aynı açıklamasında “partinin durumu” hakkında da kritik bir cümle kuruyor: “AK Parti denilince ilk akla gelen 50 ismin yüzde 98’i mekanizmanın dışındaysa bu kimin suçudur?”iii 50’nin yüzde 98’i 49 etmektedir, yani Çelik’e göre, “AK Parti denilince ilk akla gelen 50 ismin” yalnızca biri mekanizmadaki yerini korumuştur: Erdoğan!
14. yüzyılın büyük tarihçi ve düşünürü İbn Haldun, devletlerin kuruluşundan çözülüşlerine giden süreçleri “tavırlar nazariyesi” aracılığıyla ele alır ve tüm devletlerin tarihinde gözlemlenebilen görüngüleri ortaya koymaya çalışır. İbn Haldun’un döngüsel tarih anlayışı kapitalist modernleşme bağlamında elbette geçersizdir, ancak bu büyük düşünürün “Zafer, galibiyet ve istila dönemi” olarak adlandırdığı birinci tavırdan sonra geldiğini savunduğu “istibdat ve infirad (yalnızlık) dönemi” adlı ikinci tavır için söyledikleri, Hüseyin Çelik’in serzenişine ilişkin çok şey söylemektedir:
“Devlet sahibinin, kavmini bir tarafa bırakarak idareyi ele aldığı ve onlarsız mülkte infirad ettiği, onların yönetime ortak olma ve katılma girişimlerini dizginlediği tavırdır. Bu tavırda devletin başındaki şahıs, kendine taraftar olan adamlar toplamaya, azatlılar [azat edilmiş cariye veya köle – A.R.K.] ve devşirmeler edinmeye ve bunları artırmaya önem verir. Kendi sehiminin [pay, hisse – A.R.K.] misline sahip oldukları için mülk hususunda zararlı olan ve kendisiyle aynı nesebi [soy – A.R.K.] paylaşan aşiretinin ve asabiyet mensuplarının burunlarını sürttürmek için böyle hareket eder. Devletin sahibi ve başı, kavmine karşı hakimiyetini savunur, hakimiyete giden yollardan onları uzaklaştırır, hakimiyet ellerine geçmesin diye onları izleri üzerine geri çevirir. Böylece hükümranlığın kendi nisabında [ölçü, derece – A.R.K.] karar kılmasını, tesis ettiği mecde [şeref, itibar – A.R.K.] ve şana, hanesi ve ailesi mensuplarının tek başına sahip olmalarını temin eder (…)”iv
Temel politikalar hikaye. 2002’de “zafer, galibiyet ve istila dönemi” başlarken hakimiyeti paylaşanlar süreç içinde iktidardan uzaklaştırılmış, mülkün tamamı etrafını devşirmelerle dolduran devletin sahibi ve başı ile onun aile mensuplarına kalmıştır.
Abdullah Gül, Bülent Arınç, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin out.
Yalçın Akdoğan, Hakan Fidan, Efkan Ala, Damat Berat in.
Bu kadar basit…
i http://ilerihaber.org/icerik/huseyin-celikten-yeni-aciklama-geminin-dibi-su-aliyorsa-batarsiniz-50090.html
iii http://ilerihaber.org/icerik/huseyin-celikten-yeni-aciklama-geminin-dibi-su-aliyorsa-batarsiniz-50090.html
iv İbn Haldun. 2007. Mukaddime I, çev. Süleyman Uludağ. İstanbul: Dergâh Yayınları, s. 400.