Kayserili pazarlığında kim ne aldı?

Kayserili pazarlığında kim ne aldı?

Avrupa Birliği ve Türkiye arasında süren ve her türlü insani ve ahlaki sınırları zorlayan pazarlık süreci sona erdi. Mültecilerin statüsü, insani yardım, Avrupa değerleri, Türkiye’nin süreçteki sorumluluğu ve benzeri açılardan bu anlaşmayı ve müzakere sürecini diğer İleri Görüş yazılarına bırakarak sürecin ekonomik boyutunu ele almaya odaklanacağız. 

Avrupa Birliği ülkelerinin, başta Almanya olmak üzere mülteciler konusunda seslerinin çok çıkmasının temel bir sebebi var aslında; Avrupa’nın halen 2008’e kadar uzanan ekonomik krizi aşamamış olması. Ülkeden ülkeye fark göstermekle birlikte genel ekonomik durgunluğun Avrupa coğrafyasında sürdüğünü söyleyebiliriz. 2016 yılının da bu anlamda pek parlak geçmesi beklenmiyor. Dünya ölçeğinde hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde zor bir yıl geçireceğimiz beklentisi yüksek seviyede.[1]

Mülteci akınına bakan bir Avrupalı’nın ilk gördüğü manzara daha fazla işgücünün topraklarına geldiği ve işsizliğin artacağı yolundaki beklenti oluyor. Avrupa’daki sert tartışmalarda genellikle mülteciler içi ayrılacak bütçenin ve işgücüne entegre edilecek göçmenlerin genel ekonomi üzerindeki etkilerinden oluşuyor.

Türkiye açısından ise bu kriz Avrupa’nın yaşadığı sosyal ve ekonomik sıkışmadan faydalanabilmek için bir fırsat olarak görülüyor. Bu konuda şirazeyi kaçırıp, mülteci krizinin Soğuk Savaş’tan beri başımıza gelen en güzel şey olduğu iddia edenler de eksik kalmıyor.[2] Güven Sak tarafından Dünya Gazetesi ve Tepav’ın sitesinde yayınlayan yazıda, “Şimdi gerek vize kolaylığı gerekse de Türkiye’nin Avrupa yolculuğunu hareketlendirmek için çalışmamız gerekiyor. Ben iddia ederek söylüyorum: Türkiye’nin bu alanda atması gereken adımlar, Türkiye’de iktisadi reform sürecini odaklandırmak için son derece faydalıdır. Dönüşüm programları, yapılması gerekenler açısından bir çarşaf listeyi önümüze koymuştu. Şimdi mülteci krizi ile hem o programları odaklamak hem de reform için gereken coşkuyu temin etmek için bir manivela bulmuş olduk. Bu arada, Türkiye’nin istikrarını yalnızca bizim değil, dünyanın da derdi haline getirecek bir imkâna da kavuştuk. Bu duygu ve düşüncelerle ben, Suriye krizinin, Soğuk Savaş’tan beri Türkiye’nin başına gelmiş en iyi şey olduğu kanaatindeyim.” denilerek aslında hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın sermaye düzeninin konuya bakışı özetleniyor.

Göçün Avrupa’ya Ekonomik Etkileri

3 temel ekonomik başlıkta ele aldıkları mülteci sorununda öne çıkan iddialar; göçmenlerin sosyal harcamaların azaltılmaya çalışıldığı bir dönemde gelen her bir mültecinin, konut, eğitim ve sağlık masraflarının durgun ekonomideki etkisinin olumsuz olacağı, mültecilerin işgücüne katılımlarıyla beraber, ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte, işsizliği arttıracağı ya da ücretlerde düşüş sağlayacağı, kontrollü göçmen alımından farklı olarak, bu tür mülteci akınlarında ekonominin tüketim yönünden beslenmediğini düşünüyorlar. Seçilmiş göçmenlerin ekonomik aktivite yaratabilme kapasitesi varken, bu tür kontrolsüz akınların aksi yönlü bir etkisi olacağı düşünülüyor.

Örneğin İsveç’in Gayrisafi Milli Hasılası’nın yüzde 0,5’ini, AB ülkelerinin ortalama olarak yüzde 0,2’sini mültecilere ayırması gerektiği tahmin ediliyor.[3] Bu oranlar şu aşamada yüksek görünmemekle birlikte Avrupa Birliği gerçekleşecek göçlerin artarak devam etmesini engellemek istiyor. Bu yüzden de Türkiye’yi bir tampon bölge gibi tutarak, 3 milyar EURO karşılığında göçü durdurmaya ikna etmiş gibi duruyor. Avrupa’nın yaptığı ödeyeceği maliyetin küçük bir kısmını baştan vererek, entegrasyonun sosyal yönüyle de uğraşmadan mülteci krizini kendi doğusunda durdurmak.

Türkiye Ekonomisi ve Göç

Türkiye’nin bölgedeki rolü, savaştaki sorumluluğu gibi noktalar atlanarak, göçün sadece ekonomisi üzerindeki etkileri incelenirse; Suriyeli mültecilerin yaşamaya başladığı şehirlerde yerel halk kayıt dışı işsizlik alanları ve ücret düzeyinde azalma sorunlarıyla karşı karşıya kaldığını beyan ediyor. İş bulabilen Suriyeli sığınmacılar ise asgari ücretin altında ya da asgari ücrete yakın maaşlarla çalıştıklarını söylüyorlar. Başlangıçta sınır şehirlerinin sorunu olan bu durum, şu anda büyükşehirlerde de yaşanıyor.[4] Dolayısıyla işgücü piyasasında iş kayıpları ve ücret düzeyinde düşüş yaşanıyor.

Sığınmacıların yaşadıkları bölgelerdeki bir diğer ekonomik etkilerinden biri de gıda enflasyonunda yaşanan artış olduğu tahmin ediliyor, sınır şehirlerinde yaşanan kira ve konut fiyatlarındaki artışın da gözden kaçırılmaması gerekiyor. Ülke genelinde yüzde 9 olan kira artış oranının örneğin Gaziantep’te yüzde 12 seviyelerinde olduğu tahmin ediliyor.

Bu konudaki bir diğer sıkıntı da çocuk işçiliğinde görülen artış oldu. Sınır şehirleri başta olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde göçmen çocukların 12 saate varan sürelerde ve düşük ücretlerle çalışmaya zorlandığını görüyoruz. Bu konuda CBS tarafından yapılan haber de dünyaya servis edilmişti.[5]

Sonuç Olarak

Türkiye’nin göçmenleri ucuz iş gücü olarak gördüğü ve Avrupa Birliği’nden alabildiği kadar fon almaya çalışacağı ortada. Şimdilik anlaşılan 3 milyar Euro’nun orta vadede 6 milyar Euro’ya çıkması konuşuluyor. Avrupa olası ekonomik ve sosyal sonuçlarla yüzleşmemek için göçü Türkiye’de durdurmanın, Türkiye ise göçün Avrupa’da yarattığı sosyal ve ekonomik sorunları kullanarak kendi elini güçlendirmenin peşinde.


[3] http://fortune.com/2015/11/05/migrant-crisis-eu-europe/

[4] Şehir şehir duruma bakabilmek için ORSAM çalışması bir kaynak olabilir; http://www.orsam.org.tr/tr/trUploads/Yazilar/Dosyalar/201519_rapor196tur.pdf

[5] http://www.cbsnews.com/news/refugee-children-forced-into-labor-in-turkey/

DAHA FAZLA