Cafer Yelsalı / Antalya
Konyaaltı sahili, tartışmasız Antalya’nın en güzel sahillerinden birisi olarak gözümüzü kamaştırıyor. Denize girmek, güneşin tadını çıkarmak, kafanızı dinlendirip huzur bulmak gibi etkinlikleri en iyi yapabileceğiniz yerdir. Keza Antalya'nın ormanlarına gidip, nefes almak başka bir huzur yerimiz. Kısacası Antalya'nın eşsiz doğası, bizim anne karnına dönüş yerlerimiz gibidir. Ancak, bu doğal güzellikleri korumak için çok uğraşmalıyız. Geçtimiz günlerde ihalesi iptal edilen, Konyaaltı sahili gündemi varken, bir de şu noktadan bakmak gerektiğini hatırlatmak istedim.
AKP’ye mensup bakanlıklar ve belediye başkanlıkları, genel olarak Antalya üzerinden rant yemek istedikleri zaman, başta bu sahil, zeytinliklerimiz ve doğa yavaş yavaş yok oluyor.
Antalya’nın doğasına yönelik, yıllar önce başladıkları “çakıl-kum ocağı” açma furyası, birçok ilçede mücadele başlığı oldu ve halen olmaya devam ediyor. Açmaya çalıştıkları bölgelere yönelik toplumsal bir direniş hattı oluşuyor. Çevrecilerin, köylüleri uyarmasıyla oluşan bu mücadele hatları, birçok kurum ve kuruluş tarafından destekleniyor. Genelde dava süreci başlıyor, mahkeme ÇED raporlarını durduruyor, yine de dinlenilmiyor. Bu anlamda çok mücadele veren hukukçulardan, Av. Tuncay Koç bir röportajında “Tüm ruhsatlar aynı anda faaliyete geçse o zaman Antalya’nın yüzölçümünün 4’te 1’i tahsis edilmiş durumda olacak” diyerek yıllar öncesinden tehlikeye ışık tutmaya çalışmıştı.
Ocak sahipleri, dava sonuçlarını ve bilirkişileri dinlemedikleri gibi, 2017 yılında Finike’deki ocaklarla mücadele içinde olan, çevre aktivisti Ali Ulvi Büyüknohutçu ve eşi Aysin Büyüknohutçu’yu kiralık katil tutarak canice katlettirmişti. Dava süreci hala sonuçlanmadı.
Çakıl-kum ocakları, yeşilin düşmanı olduğu kadar, toprağın da düşmanıdır. Bu anlamda, Antalya gibi yeşilliği bol bir şehirden uzak tutulması gerekmektedir. Başta bu sebepten mücadele edilir. Antalya’da bu anlamda mücadele veren Yusuf Bölük, devlet arazileri ve köylülerin baktıkları zeytinliklere yakın açılan ve bir nevi kanun tanımazlıkta olan ocaklarla mücadele yürütüyor. Çünkü ilgili kanun, “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez” demektedir. Kanunun uygulanması için uğraşan Yusuf Bölük ‘ü haber yapan ve kendisi de çevre mücadelesi içinde olan Yusuf Yavuz, güzel bir soruyla noktalıyor; “Zeytin mi? Mermer mi? Antalya bir karar vermeli!” Yine AKP’lilerin inadı ve bilimden yoksunluğu sebebiyle açılan taş ocakları, zeytinlikleri hasta etmektedir.
Ocaklar zeytinlerin dışında, Konyaaltı sahilini de hasta etmeye başladı. Akdeniz Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Geoteknik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nihat Dipova, geçtiğimiz yılın sonlarında hazırladığı bir makaleyle bu duruma ışık tuttu. Makaleye göre 1934’ten 2016 yılına kadarki sürede ölçülen gerileme (sahil alanının erimesi) 50 metre iken, Boğaçayı projesi (Konyaaltı sahili projesi) yapıldığından itibaren 10 aylık dönemde 19 metre olarak ölçüldüğü yazmaktadır. Yine makaleye göre ilk sebeplerden biri çakıl-kum ocaklarıdır. Çakıl-kum ocakları kadar, Boğaçayı projesinin de Konyaaltı sahilinde ki erozyonu hızlandıran büyük etkenlerden biri olarak görülüyor.
AKP’nin ocaklar ve sahil üzerindeki, başta kendine sağladığı rant ile Konyaaltı sahili, zeytinliklerimiz ve köy yaşamlarımız yavaş yavaş yok olmaya başladı. Çakıl-kum ocakları, Antalya’nın doğasını her anlamda kemirmektedir.
Biz de yazımızı şöyle bitirelim: Ya ocak, ya doğa!