Kerem Yıldırım
“Fikirler asla bir eski dünya düzenini aşamaz, fakat sadece eski dünya düzeninin fikirlerini aşabilir. Fikirler hiçbir şeyi hayata geçiremez. Fikirleri hayata geçirmek için, pratik kuvvet uygulanabilecek insanlara ihtiyaç vardır.” (1)
Komünistler için tanıdık olan yukarıdaki ifadeler Marx ve Engels’e ait. Komünizm insanlığın ileri ufku olarak fikri düzlemde kapitalist dünyayı yüz elli yıl önce aştı. Hatta, başta Paris Komünü, Bolşevik Devrimi ve Çin Sosyalist Devrimi deneyimleriyle birlikte fikirlerini hayata geçirecek pratik kuvveti de buldu.
Yine Marx’ın deyimiyle göğün fethi başladı. Göğün fethi tamamlanamadı ama savaşıldı, mevziler kazanıldı, kaybedildi ve en önemlisi göğün yeniden fethi için emekçi insanlığa büyük deneyimler kaldı.
Emekçi insanlık son tahlilde, muharebelerde yenildi ama savaş bitmedi, devam ediyor.
Muharebelerdeki yenilgiler sonucunda, dünya komünistleri bugün, Lenin’in “Nereden başlamalı” (2) dediği aşama kadar geri bir mevzide mi bilmiyorum ama “Ne Yapmalı” dediği ve Bolşevik Partisi’nin bu soruya ilişkin devrimci bir eylem üretmeye koyulduğu aşamada olduğumuz tartışmasız bir gerçektir. Bugün yeniden ne yapmalıyı konuşmalıyız, çünkü tarihsel olarak yeniden bu makamdayız.
Bu nedenle Türkiye komünistleri bu soruya nasıl yanıt vermeli onu tartışacağız.
KOMÜNİSTLER ve EMEKÇİLER ARASINDAKİ MESAFE
Tartışmaya; pandemiyle birlikte emperyalist-kapitalist düzenin daha da acımasızlaştığı; mafya ifşaatlarının ve tarikat şovlarının kol gezdiği, sermaye siyasetinin bütün unsurlarıyla mafya ve tarikat diktatörlüğüne eklemlendiği ya da uzlaştığı bir siyasal ortamda, sosyalizmin pratik kuvveti ile olan ilişkisini konuşmakla başlamak gerektiğini düşünüyoruz.
Lafı dolandırmanın gereği yok. Türkiye’de sosyalist siyasetin en güncel sorunu; komünistler ile sosyalizmin pratik kuvveti ya da sosyal tabanı olan emekçiler arasındaki mesafe sorunudur.
Bu mesafeyi tartışacağız.
Bu mesafenin nasıl kapanacağının elimizde halihazırda pratik bir reçetesi yok ama devrimci bir reçete ve eylem çıkacaksa bu mesafeyi tartışmadan, bu meseleye yoğunlaşmadan çıkmayacağı da kesindir.
SOSYALİST SİYASETİN YAŞAM ALANI
12 Eylül Türkiye komünistlerinin ve ileri işçilerinin üzerinden bir panzer gibi geçti. 12 Eylül rejimi komünistleri emekçi halktan koparacak sistematik bir devlet terörü uyguladı. Devlet, komünistleri kopardığı emekçi yaşam alanlarına tarikatı ve mafyayı soktu, büyük iş yerlerini kendi “sendikalarına” teslim etti ve emekçi halkın çok büyük bir kesimini örgütsüz hale getirdi.
Sosyalist siyaset 12 Eylül’den sonra devlet terörüyle koparıldığı gerçek yaşam alanlarına bir daha geri dönemedi. 1990’larda ve 2000’lerin başlarında sosyalist siyasetin etkili olduğu kısa dönemler oldu ama bu dönemlerin hiçbiri komünistlerin sosyal tabanıyla, emekçi halkla buluşmasını sağlayamadı.
Belirtmekte fayda var, Alevilerin yoğun olarak yaşadığı emekçi semtlerini yukarıdaki saptamadan hariç tutmak gerekiyor. Çünkü sosyalist siyasetin 12 Eylül sonrasında kalıcı olabildiği tek emekçi yaşam alanları Alevilerin yoğun olarak yaşadığı semtler, ilçeler ve köylerdir. Elbette istisnalar vardır ama adı üzerinde istisnadır.
Daha da çarpıcı olan bir gerçekse bugün sosyalist siyaset tabanından kopuk bir şekilde, kendini en rahat eğitimli-kentli küçük burjuva sınıfların yoğunlukla yaşadığı yaşam alanlarında ifade edebiliyor. Haliyle sosyalist siyasetin kadroları da bu yaşam alanlarından çıkıyor.
Bu gerçekliği tek başına bir sorun olarak değerlendirmek çok hatalı bir yaklaşım olur. Geçmişten günümüze; işçi sınıfının devrimci davasına burjuva sınıfının içinden katılmış binlerce komünist var, hem ülkemizde hem de dünyada bunun örnekleri var, bugün de olmasında hiçbir tuhaflık yok. Ancak burada tuhaf olan şey, sosyalist siyasetin kadrolarının salt bu toplumsal kesime dayanmasıdır ve sosyalist siyasetin bir aydın hareketi olmanın ötesine geçememesidir.
Tartışılması gereken bu sınırları aşmanın yolunu bulmaktır. Sosyalizmin pratik kuvvete dönüşmesi de bu sınırların aşılmasıyla mümkündür.
Elbette, sosyalist siyasetin güncel olarak Alevilerin çoğunluk olarak yaşadıkları ve eğitimli-kentli sınıfların yaşam alanlarına sıkışması komünistlerin tercihi değildi. Bu sıkışma, Türkiye kapitalizminin 12 Eylül sonrasındaki milliyetçi-gerici ideolojik saldırısına komünistler tarafından yeterli yanıt verilememesiyle doğrudan ilgilidir.
Özellikle altını çizmekte fayda var, sosyalist siyaset sıkıştığı yaşam alanlarında yalnız da değildir. Bu yaşam alanlarında bugün CHP ve HDP vardır. Asıl olarak bu yaşam alanlarındaki toplumsal kesimleri de fiilen bu iki parti temsil ediyor.
Yani sosyalist siyaset yaşama olanağı bulduğu bu toplumsal alanlarda da temsili bir güce sahip değildir. Sosyalist siyasetin bugün yaşam olanağı bulduğu belirttiğimiz yaşam alanlarında da hatırı sayılı bir siyasal güç olabilmesi için de, bu yaşam alanlarını aşması gerekmektedir.
SOSYALİST SİYASET ve KÜRT EMEKÇİLERİ
Sosyalist siyasetin Kürt emekçileriyle ve Kürt emekçilerin yaşadığı yaşam alanlarıyla da ilişkisine de kısaca değinmek gerekiyor.
Sosyalist siyasetin aksine Kürt Ulusal Hareketi 12 Eylül’den dirençle çıktı. Kürt halkının yoğun yaşadığı bütün yerleşimlerde meşru ve etkili bir siyasal güç haline geldi. Haliyle Kürt Ulusal Hareketi ulusal inkarla en fazla karşı karşıya kalan Kürt emekçileri üzerinde de oldukça etkili ve Kürt emekçilerinin çoğunluk olarak yaşadığı yerleşkelerde de neredeyse siyasal tekel konumundadır. Kürt Ulusal Hareketi’nin siyasal etki alanında olmayan Kürt emekçileri ise AKP’nin, İslamcılığın siyasal etkisi altındadır.
Bu nedenlerle sosyalist siyaset, Kürt emekçileri ve yoksulları üzerinde pratik bir etkiye sahip değildir. Türkiye sosyalist hareketinin Kürt emekçileri içerisinde de siyasal bir güç olması için mevcut yaşam alanlarını aşması gerekiyor.
Sosyalist siyasetin kendi yaşam alanlarını aşması meselesini açalım.
MEVCUT SINIRLARI AŞMAK
Türkiye işçi sınıfının ve emekçi tabakalarının büyük çoğunluğunu Türk-Sünni kökenli emekçiler oluşturuyor. Daha açık konuşmak gerekirse, başta belirttiğimiz “komünistler ile sosyalizmin pratik kuvveti ya da sosyal tabanı olan emekçiler arasındaki mesafe” aslında sosyalist siyasetin, büyük ölçüde Türk-Sünni emekçilerle olan mesafesidir.
Ancak Türk-Sünni emekçiler, aynı zamanda milliyetçi-dinci ideolojinin hegemonyası altındadır. Somutlamak gerekirse, Türkiye egemen sınıflarının en gerici ideolojik akımı olan “Türk-İslam sentezi”, Türk-Sünni emekçilerinin ve yoksullarının “rızası” üzerinden yükselmektedir.
Bugün Saray rejimi diye özetlenen AKP-MHP diktası, Türk-Sünni emekçilerini zapturapt altına alarak, onlar üzerindeki ideolojik-siyasal etkisini sürdürerek iktidarda kalabiliyor. İktidar her ne kadar büyük sermaye sınıfının siyasal temsilcisi olsa da, örgütsel olarak dayandığı ve “ikna etmek” zorunda olduğu kitle emekçiler ve yoksullardır.
Güncel olarak, en etkisiz tarikatın ya da milliyetçi-faşist bir yapının dahi Türk-Sünni emekçilerle kurduğu pratik bağlar, komünistlerle kıyaslandığında tartışmasız bir şekilde daha güçlüdür. Bu gerçekliği saptamamız gerekiyor.
Daha önce de belirttiğimiz gibi milliyetçi ve dinci örgütlerin yoksullar üzerinde hegemonya kurması devletin sistemli bir operasyonudur. Ancak sosyalist siyaset, Türk-Sünni emekçiler içerisinde kurumsallaşmış olan gerici ve faşist ideolojik-örgütsel hegemonyayı yaracak araçlar üretmelidir. Bu gerici-faşist ablukayı dağıtacak yöntemlere yoğunlaşmalıdır. Sınırları aşmanın yolu da yordamı da buradadır.
Türk-Sünni emekçiler ve yoksullar sosyalist siyasetin öz tabanıdır ve en önemlisi Türk-Sünni emekçi ve yoksullarını gerici-faşist rejimin elinden almaya yeteneği olan tek ideolojik kavrayış sosyalizmdir. AKP-MHP rejimi dışında kalan düzen muhalefetinin, AKP-MHP rejiminin emekçilere sunduğu yaşam dışında sunabileceği bir alternatif yaşam bulunmamaktadır. Düzen muhalefetinin bütün unsurları emperyalizmle, büyük sermayeyle ve onlara bağlı olan mafya ve tarikat yapılarıyla uzlaşma halindedir.
Mafya-tarikat rejimiyle hesaplaşma cesareti gösteremeyen hiçbir siyasal kuvvet emekçiler içerişinde gerçek bir seçenek haline gelemez. Emekçiler, bir kuvvet olduğu için mafya-tarikat rejimine “rıza” gösteriyor. Bu nedenle ancak emekçilerin korkarak rıza gösterdiği bu rejime kafa tutan bir devrimci parti emekçileri kendi saflarına dahil etmeye ikna edebilir. Önce de belirttiğimiz gibi, ideolojik-teorik olarak sosyalist siyaset mafya-tarikat rejimine kafa tutmaya yeteneklidir. Mesele teorik açıyla/ideolojik yetenekle pratik açı/düzenle hesaplaşacak öncü partinin oluşturulması arasındaki farkın bir an önce kapatılmasıdır.
Türk-Sünni emekçiler içerisinde kuvvet olmaya aday olan bir sosyalist siyaset; çok kısa bir zaman içerisinde bütün Türkiye emekçilerinin, aydınlarının ve ezilen halklarının ortak iktidar adayına da dönüşecektir.
SİYASAL BİLİNÇ DIŞARIDAN
İşçilerde kapitalizm karşıtlığı kendiliğindendir. İşçi çalıştığı her an sömürüldüğünün farkındadır. Bu anlamda bilinçlidir.
Ancak bilincinde olduğu bu sömürünün yaşadığı siyasal ortamla, devletle ve devletin araçlarıyla ilişkisinin anlaşılması ve sömürünün ortadan nasıl kalkacağına ilişkin fikir ve eylem işçide kendiliğinden yoktur. İşte bu görev komünistlerindir, devrimci işçi sınıfı partisinindir.
Türkiye’de sosyalist siyasetin sıkıştığı bir diğer alan da, greve çıkan işçiler dışında kalan işçilerle temas kuramamaktır. Greve çıkmış işçilere yardımcı olmak ve onlarla dayanışma halinde olmak elbette önemlidir.
Grev işçinin ekonomik bilincinin eyleme dönüşmüş bir biçimidir. Ancak sosyalist siyasetin asli görevi işçilere sosyalist bilinç taşımaktır.
Lenin’in Ne Yapmalısı’ndaki ünlü alıntıyı hatırlamakta fayda var:
“Siyasal sınıf bilinci, işçilere, ancak dışarıdan verilebilir, yani ancak ekonomik savaşımın dışından, işçilerle patronlar arasındaki ilişki alanının dışından verilebilir. Bu bilgiyi elde etmenin olanaklı olduğu biricik alan, bütün sınıf ve katmanların devletle ve hükümetle ilişkisi alanı, bütün sınıflar arasındaki ilişkiler alanıdır. Onun için, işçilere siyasal bilgi vermek için ne yapmalı sorusuna yanıt, pratik içindeki işçilerin ve ekonomizme eğilim gösterenlerin çoğunlukla yeterli buldukları ‘işçiler arasına gidilmelidir’ yanıtı olamaz. İşçilere siyasal bilgiyi verebilmek için, komünistler, nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadırlar; onlar ordu birliklerini bütün yönlere sevk etmek zorundadırlar.” (3)
Lenin günümüze de ışık tutan gerçekçi ve yerinde uyarılar yapıyor.
Sosyalist siyaset, işçilerle ve bütün emekçilerle buluşmasını sağlayacağı güçlü siyasal propaganda araçları icat etmelidir, dünle kıyaslandığında bu olanaklar güncel olarak daha kolay oluşturulabilir.
Yine sosyalist siyaset; örgütsel araçlarını özellikle Türk-Sünni emekçilerinin ve yoksullarının yoğunlukta yaşadığı alanlara taşımalıdır. Burjuva devletinin mafyasıyla ve tarikatıyla fiilen hesaplaşmaya hazırlık yapmalı ve komünistlerin öz tabanı olan emekçileri bu asalak yapıların elinden söküp alacak devrimci iradeyi tesis etmelidir.
DEVRİMCİ HEGEMONYA
Sosyalist siyasetin bir diğer görevi de toplumun ileri kesimleriyle egemen sınıflar arasındaki bütün krizleri devrimci bir enerjiye dönüştürmektir. Örneğin İkizdere’deki doğa direnişini siyasallaştırmak sosyalist siyasetin görevidir.
Saray rejiminin bilim insanlarıyla, sanatçılarla ve öğrencilerle karşı karşıya kaldığı bütün toplumsal mücadeleleri siyasal mücadelenin parçası haline getirmek sosyalist siyasetin görevidir.
Boğaziçi Üniversitesi’nde devam eden kayyum karşıtı direnişi büyütmek ve siyasallaştırmak sosyalist siyasetin görevidir.
Halkın haber alma hakkını savunmak, laiklik mücadelesini toplumcu bir zeminde yükseltmek ve yolsuzluklara karşı mücadele etmek de sosyalist siyasetin görevidir.
Sosyalizmin pratik kuvvet haline gelmesi, halkın devletle yaşadığı bütün çelişmelerde komünistlerin halkı temsil edecek mevzileri tutmasına bağlıdır.
DEVRİMCİ ODAK
Sosyalist siyasetin pratik kuvvet haline gelmesi, işçi sınıfının devrimci partisinin çabalarına bağlıdır. Eğer koşullar uygunsa devrimci kadro belirleyici hale gelir.
Türkiye İşçi Partisi (TİP) son birkaç yıl içerisinde, emekçi halk üzerinde oluşturduğu olumlu siyasal etkiyle ve geniş ilerici çevreleri kucaklayan tutumuyla, mafya-tarikat rejiminin emekçi halk üzerindeki etkisini kırmanın, pratik kuvvet olmanın en güçlü adayıdır.
TİP’in özellikle TBMM kürsüsünü değerlendirerek yaptığı siyasal propaganda, başta Türk-Sünni işçiler olmak üzere bütün emekçi halkta ve toplumun ileri kesimlerinde etkili olmuştur.
Sol’un daha önceki deneyimlerin aksine TİP, HDP ile de sağlıklı ve kişilikli bir ilişki kurmuştur. Hem partinin ideolojik-siyasal kimliğini öne çıkarıp, güçlenen hem de Kürt Ulusal Hareketi’yle dayanışma halinde olan doğru bir siyasal hattı temsil etmektedir.
Ancak TİP’in örgütsel varlığı ve araçları, oluşturduğu siyasal etkinin gerisindedir. Meclis’te yürütülen mücadelenin ete kemiğe bürünmesi ve emekle yoğrulan bu mücadele birikiminin kurumsallaşması için TİP’in kendine yönelen kitleleri örgütlü kuvvete çevirmesi gerekmektedir. Oluşturduğu siyasal etkiyi örgütsel güce dönüştüremeyen bir devrimci yapı ister istemez düzen muhalefetinin bir parçası haline dönüşmekle karşı karşıya kalacaktır.
Özel olarak, TİP, siyasal etkisini Türk-Sünni emekçiler ve yoksullar içerisinde kök salacak bir devrimci enerjiye dönüştürmek için çabalamalıdır.
TİP oluşturduğu siyasal etkiyle uzun zaman sonra sosyalist siyasetin Türkiye emekçilerinin ana gövdesini oluşturan bu kesimlerle temas etme olanağını yakalamıştır. Bu yeni bir durumdur. Artık sosyalist siyasetin sıkıştığı yaşam alanlarından çıkıp Türkiye emekçileri içerisinde kök salması devrimci partinin yeteneğine ve manevralarına bağlıdır.
Türkiye’de çözümsüzlükten ötürü kenarda bekleyen ve hiç azımsanmayacak bir sosyalist birikim de vardır. Bu çevreyi bünyesinde eritip, seferber etmek de TİP’in değerlendirebileceği önemli bir olanaktır.
Parlamentodaki varlığını etkili bir siyasal propagandaya çeviren TİP, bu etkisini örgütlü bir güce dönüştürdüğü takdirde sosyalizmi gerçek bir siyasal seçenek olarak topluma sunma olanağını bulacaktır.
Düzen muhalefeti siyasetsiz, öndersiz ve siyasal iktidarı ele alacak iradeden yoksundur. TİP bu durumu, AKP’ye karşı bütün muhalefetle dayanışmayı sürdürmeye de devam ederek kendi lehine çevirebilir. Çünkü TİP, düzen muhalefetinde olmayan bu niteliklere önemli ölçüde sahiptir.
Son olarak; sosyalist siyasetin pratik kuvvete dönüşmesi için yukarıda tartıştığımız her şeyden önce somut durumun somut tahlili, yani “Türkiye sınıf tahlili” yapılması gerekir. İşçi sınıfı partisi, bilimsel çalışmalıdır. Türkiye kapitalizmini ve işçi sınıfını güncel olarak yeniden çözümlemelidir. “Yeni örgütlenme alanları nelerdir, örgütsel yönelimde asıl ağırlığı nereye vermek gerekir?” sorularına bilimsel ve gerçekçi yanıtlar verilmelidir. Bu iş entelektüel bir ürün elde etmek için değil, pratik kuvvetin örgütlenmesi için yapılmalıdır. Bu işin, TİP’in bilim kurulu tarafından ciddiyetle yapılabileceğini düşünüyorum.
Sosyalizm yeryüzünün bütün coğrafyalarında olduğu gibi Türkiye’de de günceldir. Mesele haklı ve gerçekçi olan bu devrimci fikri maddesiyle buluşturabilmektir.
Kutsal Aile, Marx-Engels, Sol yayınları, Ankara, 1976, sayfa 182.
Lenin tarafından Nel Yapmalı eserinden önce kaleme alınan broşür. Bu broşür Rusya dışındaki bütün Sosyal-Demokratların birleştirilmesi için yazılmıştı.
Ne Yapmalı, Lenin, Sol yayınları, Ankara, 1990, sayfa 89.