Babasının ölümü üzerine, çocuk yaşta okulu bırakarak çalışmak zorunda kalan Andersen’in pek çok masalında çocuk işçiliğine ve çocukların zorla çalıştırılmasına rastlarız. Metal Domuz masalında fahişelik yapan annesi çocuğunu dilenmeye ve çalışmaya zorlar, kendisine para getirmeyen oğlunu döver, kafasında çanak kırar. Araya giren komşularına, o benim çocuğum istersem öldürürüm, diyecek kadar gaddar bir anne figürüyle karşılaşırız bu masalda ama çocuk sömürüsünün en çarpıcı masalı Kibritçi Kız’dır. Kibritçi Kız aslında, küçüklüğünde dilenmeye zorlanan ve kimi zaman yiyecek ekmeği bile olmayan, sokaklara terk edilen Andersen’in büyükannesinin çektiği sefalete bir ağıttır.
Yılın son günü herkes yılbaşının heyecan ve mutluluğu içinde koştururken, üstü başı incecik, yalın ayak bir köşede oturup kibrit satan kızdan, kimse tek bir kibrit bile almaz. Kız soğuktan donmak üzeredir ve çok acıkmıştır ama elindeki kibritleri satamadığından evine dönememektedir. Çünkü babasının döveceğinden korkmaktadır. Hoş evleri de sokaktan daha sıcak değildir ya. Kızcağız o kadar üşümüştür ki en sonunda bir kibrit yakıp, en azından parmaklarını ısıtmaya karar verir. İlk yaktığı kibritle sıcacık bir sobanın hayali belirir, kibrit sönünce hayal de yok olur. Bir kibrit daha yakar, nar gibi kızarmış bir kaz paytak adımlarla yürüyerek kızın önüne kadar gelir, ne var ki onun ömrü de kibritin alevi kadar sürer. Kız hayalin peşinden bir kibrit daha yakar bu sefer altı oyuncaklarla dolu bir yılbaşı ağacı görür. Oyuncakları almak için uzanınca kibrit söner. Bir kez yakar kibriti bu kez onu dünyada en çok seven kişi olan ama kısa zaman önce ölen büyükannesini görür. Onun da diğer hayaller gibi gitmesini engellemek için arka arkaya tüm kibritleri yakar. Büyükannesinden kendisini de yanında götürmesini ister. Büyükannenin hayali son kibritle birlikte kaybolurken, yaşlı kadın kollarını uzatarak küçük kızı yanına alır. Kız sanki sıcacık bir ülkeye gitmiş gibi mutlulukla gülümser, çünkü büyük annesinin yanında ne soğuk vardır ne de açlık. Ertesi sabah ölü bedenini bulan insanlar onun kibrit yakarak ısınmak istediğini sanarak acırlar, oysa kız en güzel hayaline kibritleriyle birlikte kavuşmuştur.
Aslında küçük kız başlangıçta ısınmak için yaksa da kibritlerini, daha sonra onun düşlerine kavuşturan yol olduğunu fark edince; korkularından uzaklaşmak, mutlu olmak için yakmaya devam eder. Soğuktan koruyan soba, karnını doyuran yemek, mutlu bir aile olur kibritler, en sonunda da cennetin kapısını açar. Kız belki de farkında olmadan en değerli şeyi olan hayallerini satmaya kalkmıştır. Son kibritle birlikte hayalleri de tükenince, yaşama tutunamamıştır. Masaldaki zenginler kızın tüm hayallerine sahiptirler; sıcak bir ev, leziz yiyecekler, envai çeşit oyuncak, mutlu bir aile. Fakir kız ise tüm bunlara ancak öbür dünyada kavuşabilecektir, o da itaatkâr olduğu için. Masalın gözden kaçan öğretisi de buradadır; inançlı bir Hıristiyan olan Andersen, fakirlere ezildikleri düzeni değiştirmelerini öğütlemez, aksine sessizce olan bitene katlanmalarını ve inançlı olmalarını salık verir. Dünyada çekilen çileler karşılığında da cenneti müjdeler. Ama Andersen gibi düşünmeyenler de vardır.
Zenginler tek bir kibrit bile almayarak küçücük kızı ölüme terk ederler. Ölüsüne acımaları ise timsah gözyaşlarından başka bir şey değildir. Timsah avını yerken iştahla ağzını açıp kapattıkça gözünden bir sıvı akar. Bunun sebebi, bu iri avcının çenesini kocaman ve kısa aralıklarla açtığında gözüne yakın bölümde bulunan tükürük bezlerinin sinirlerinin çalışması ve tükürüğünün gözünden sızmasıdır. Yani timsahın gözyaşı üzüntüden değil, iştahından kaynaklanmaktadır. Zenginlerin Kibritçi Kız’ın ardından döktükleri timsah gözyaşlarının intikamını ise bir başka kuzeyli yazar alır. Norveçli Jostein Gaarder’in, Sofie’nin Dünyası kitabında Marx’ı anlattığı bölüm, ezilenlerin kibritlerinden başka kaybedecek bir şeylerinin olmadığını gösterir:
Sofie masada oturmuş bir takım hesaplar yapan yaşlı bir adamla karşılaşır. Bu adam Charles Dickens’ın Bir Yılbaşı Öyküsü adlı eserindeki pinti kapitalist Scrooge’den başkası değildir.
Sofie adamın yanına gidip ismini sordu. Adam lütfeder gibi bir bakış fırlattıktan sonra:
- Benim adım Scrooge, dedi ve sonra yine kâğıtlarının üzerine eğildi.
- Benim adım da Sofie. İş adamısınız galiba? Adam başını salladı.
- Ve de korkunç zenginim. Tek bir kuruş bile havaya gitmemeli. Bu yüzden hesaplarımı iyice kontrol etmeliyim.
- Aman ne sıkıcı iş!
Böyle dedikten sonra Sofie adama elini salladı ve yoluna devam etti. Ancak birkaç metre ya gitmiş ya gitmemişti ki yüksek ağaçların birinin dibinde tek başına oturan bir kız çıktı
karşısına. Yırtık pırtık elbiseleri içindeki kızın yüzü solgun ve hastalıklı görünüyordu. Sofie yanına geldiğinde kız elindeki torbadan bir kibrit kutusu çıkarıp Sofi’ye uzattı ve:
- Kibrit satın almak ister misiniz? diye sordu.
Sofie ceplerini karıştırdı ve şansına cebinde bir kron buldu.
- Kaça?
- Bir kron.
Sofie kıza bir kron verdi ve kibriti aldı.
- Yüz yıldır benden kibrit alan olmamıştı. Bazen açlıktan öldüm, bazen soğuktan donarak.
Sofi kızın ormanın ta içinde kibritlerine elbette alıcı bulamayacağını düşündü. Ama sonra aklına biraz ötedeki iş adamı geldi. Adamın o kadar çok parası vardı ki nasıl olsa birazını kıza verir, o da artık açlıktan ölmezdi.
- Gel benimle, dedi Sofie.
Sofie kızın elinden tutup zengin adamın yanına gitti.
- Bu kıza yardım etmelisin, dedi Sofi adama. Adam kâğıtlardan başını kaldırıp:
- Bu tip işler para ister ve de demin de söylediğim gibi benim havaya atacak tek kuruşum yok, dedi.
- Ama bu kız ne kadar yoksul! O böyle yoksulken senin bu kadar zengin olman çok büyük bir eşitsizlik! diye üsteledi Sofie.
- Saçmalık! Eşitlik yalnızca birbirinin dengi insanlar arasında geçerli olan bir şeydir.
- Ne demek bu?
- Ben bu halime çok çalışarak geldim. İnsan çalışmasının karşılığını mutlaka alır. Buna da ilerleme denir.
- Ama bu kadarı da fazla doğrusu!
- Bana yardım etmezseniz ölürüm, dedi yoksul kız.
İş adamı başını tekrar hesaplarından kaldırdı. Sonra da kalemini masanın üzerine şiddetle çarparak:
- Sen benim hesaplarımın içinde yoksun! Hadi, hadi çek git bakalım fakirhaneye!
- Eğer sen bana yardım etmiyorsan ben de ormanı yakarım, dedi bu kez yoksul kız.
Bunu deyince adam masanın arkasındaki yerinden ayağa fırladı, ama kız çoktan kibriti çakmıştı bile. Kibriti kuru otlara uzatmasıyla otların ateş alması bir oldu.
Zengin iş adamı ellerini uzatmış:
- Yardım, yardım edin bana! diye bağırıyordu.
- Kızıl horoz azdı!
Kızın yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi ve:
- Komünist olacağımı hiç tahmin etmemiştin, değil mi? dedi.
Hemen ardından kız, iş adamı ve yazı masası bir anda yok oldu.
Sofie giderek daha hızla yanan otların arasında kalakalmıştı. Ateşin üzerinde epeyce bir süre tepindikten sonra, nihayet söndürmeyi başardı.
- Çok şükür! Sofie kararmış otlara baktı. Elinde hâlâ bir kibrit kutusu tutuyordu.
Yoksa ateşi yakan kendisi mi olmuştu?
Kim bilir, belki bir gün yeniden 'Avrupa’da Kibritçi Kız’ın hayaleti dolaşmaya' başlar.