M. Nergis Tekin
İktidar tarafından propaganda aygıtı olarak kullanılamayan öteki medya, ortadan kaldırılacak bir ayak bağı olarak görülüyordu. Onlar egemenliklerini meşrulaştırıp çok daha geniş kitlelere ideolojilerini kabul ettirmek adına; söylemler, teoriler, kavramlar üretiyordu. Ancak karşılarında kendilerinin yoluna taş koyan, onların yalanlarını teşhir eden, ipliklerini ortaya çıkaran diğerleri vardı. Diğerleri, şiddeti kışkırtmak yerine barışa odaklananlardı. O gazeteciler mensupları olduğu topluluğun, ırkın, dinin, etnik grubun bir üyesi olarak davranmıyor, propagandist haberciliğe ne pahasına olursa olsun meydan bırakmıyordu. Onlar, taraflı gazetecilerdi. Gerçeğin ve barışın tarafındaydılar.
Tarafları “halkın haber alma özgürlüğünden” yanaydı. Tarafları şeffaflıktan, olayların tarihsel ve kültürel arka planını anlamaktan ve anlatmaktan yanaydı. Onlar için savaş, çözülmesi gereken büyük bir problemdi. Ülkelerinde süren şiddetin görünmeyen taraflarını göstermekten yanaydı tarafları. Kalemlerinden dökülenler “şiddet, hâkim ideoloji güzellemesi, propaganda ve zafer odaklı” cümleler değil “insan ve hakikat” odaklı cümlelerdi. Gerçeğin, yalnızca gerçeğin ve barışın tarafıydı onlar. İktidarın propagandasını kalemleriyle yeniden üretmeyi reddediyorlardı. Savaşı teşvik eden her türlü söylemi reddediyorlardı. Onlar ırk, dil, din gözetmeksizin savaşın sivil kayıplarına odaklanmıştı. Onların bir savaşı varsa o da ülkenin her yanını ele geçiren manipülasyonla giriştikleri savaştı. Diğerleri gibi biz-onlar, bizimkiler ve ötekiler ayrımını yapmıyordu onlar. Yaşlıların, çocukların, kadınların kendileri ile aynı dine inanmayanların, inananların, dinsizlerin hakikatlerini olanca açıklığıyla ortaya koyma gayreti içindeydiler. Yitip giden canlar üzerinden ölü sayıcılığı yapmıyor, ölüler üstünden zafer propagandalarını desteklemiyorlardı.
İktidarda olanların egemenliklerini meşrulaştırmak üzere parti yayın organı mensubu gibi hareket edenler ise ürettikleri içeriklerle, hâkim ideolojinin yeniden üretilmesi için büyük bir çaba sarf ediyordu. Savaşın barışa dönüşme ihtimali bile onların işlerinin biteceği anlamına geliyordu ve bu onlar adına ürkütücüydü. Mesleki etik kodlar, en büyük düşmanlarıydı. Onlar için öncelik gazeteci olmaları değildi. Mensupları oldukları ırkın, dinin, partinin üyesi ve propagandistleriydiler. Gazeteciden ziyade askeri bir komutanın birer parçası gibi hareket etmekte bir beis görmüyorlardı. Tarafları oldukları kesimin hedeflerine ulaştığını; ölü, yaralı sayısı açıklayarak vermek en büyük pratikleri arasındaydı. Gazete, dergi, kitap, miting ve toplantı, sanat, müzik, sinema ve radyo gibi her türlü iletişim aracının kontrolü artık onların elindeydi. Herhangi bir şekilde iktidara karşı tehdit oluşturan görüşler sansüre uğruyordu. İktidarın zararına olacak tüm haberlere yasak geliyordu.
Peki, sizce bu anlatılan neresidir?
Cevapları sanki şu anda duyuyor gibi oluyor insan. Anlatılan sizin ülkeniz değildir. Anlatılan hiç şüpheniz olmasın ki 1933’ler Almanya'sıdır.
Yukarıda tasvir edilen, propaganda aygıtı olarak kullanılamayan öteki medyayı ortadan kaldırılacak bir ayak bağı olarak gören iktidar, Hitler’in partisi NSDAP’nin iktidarıdır.
Barıştan ve hakikatten yana olan basına düşman olan NSDAP, 28 Şubat 1933’te kendileri için daha sonra çok kullanışlı olacak Reichtag yangını provokasyonunu devreye soktu. Bu yangın Almanya’da basına uygulanacak sansürün bahanesi edildi. Yangından yaklaşık üç ay sonra Alman Komünist Partisi’ne (KPD) yakın olan gazeteler, yayınevleri yasaklandı. Aynı yılın temmuz ayında ise bu defa Sosyal Demokrat Partisi'ne (SPD) yakın duran, hakikatlerden yana tavır alan gazeteler, yayınlar yasaklandı. Bu gazeteler, yayınevleri sadece kapatılmadı, mal varlıklarına da el konuldu. Ama tüm bu baskılara rağmen Hitler’in henüz yeni iktidar olduğu yıllarda bin bir zorlukla hakikatlerden yana olan gazeteciler direnerek, varlıklarını sürdürmeye çalıştı. Gazeteciler hakikatleri Alman kamuoyu ile paylaştığı için “gizli askerî bilgileri ifşa etme” gibi bir suçla vatan hainliğinden hüküm giydi. Bazı gazeteciler toplama kamplarına yollandı.*
230 yıldır varlığı sürdüren Vossische Zeitung, Hitler’in baskılarına dayanamadı ve 1 Nisan 1934’te yayınına son verdiğini açıkladı. NSDAP’nin baskılarından dolayı birçok gazeteci ise ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Artık gazetecilere verilen bir görev vardı “Alman ulusunun çıkarına göre haber yapmak!” Yalan haber serbestti, halktan her türlü gerçek gizlenebilirdi. Önemli olan NSDAP’ye bağlı “milli basın” olunsundu. NSDAP’den olmayan, onu eleştiren her türlü basın, yayınevi “vatan haini” ilan ediliyordu. Bir süre sonra, hakikatleri yazan gazetecileri “vatan hainliği” ile suçlamak da yetersiz kaldı. Artık kim gazeteci, kim değil belirlemenin zamanı gelmişti. Almanya’da gazetecilik yapabilecek isimleri Goebels tarafından üyeleri belirlenen “Meslek Mahkemesi” (Berufsgericht) tespit edecekti.
Mesela onlara göre 1923 yılında yayın hayatına başlayan ve Nazi gönüllüsü Julius Streicher gerçek bir gazeteciydi. Nazi yanlısı Julius Streicher’in yönettiği Der Stürmer ise gerçek bir gazeteydi. Der Stürmer, akla ziyan iddia ve iftiraları ile Yahudileri düşmanlaştırma görevi için biçilmiş kaftandı. Hedef göstermede uzmanlaşmıştı. Yahudilerin gazeteye açtığı yüzlerce dava elbette karşılıksız kaldı. Buna karşın “Meslek Mahkemesi’nin” listesine giremeyen gazeteciler onlarca dava ile yargılandı. İktidar yayın organları ise her türlü hilekâr, kinik ve manipülatif haberciliği sürdürüyordu. Parti yayın organına dönüştürülen gazeteler, dergiler Marx’ın söylediği gibi “basına sahip olan ve onu denetleyen sınıfın çıkarlarını yanlış bilinç üretimi aracılığıyla meşrulaştırma” görevini yerine getiriyordu.
Habere erişim yasağı geldi!
Hatta erişim yasağı gelen habere erişim yasağı geldiğini yazmaya da erişim yasağı geldi. Türkiye’de mahkemeler tarafından alınan yayın yasağı kararı sayısı 2010 yılında dört iken, 2020'nin ilk dört ayına kadar üç basamaklı rakamlara ulaştı. En son, Van'ın Çatak ilçesinde Osman Şiban ve Servet Turgut isimli köylülerin gözaltına alındıktan sonra helikopterden atıldığı yönündeki haberlere yayın yasağı getirildi. Haberi yapan gazeteciler ise dün gözaltına alındı.
Geride bıraktığımız eylül ayında Uşşaki tarikatı lideri Fatih Nurullah'ın 12 yaşındaki bir çocuğa cinsel istismarda bulunmasıyla ilgili haberlere de yayın yasağı geldi.
301 madencinin hayatını kaybettiği Soma’ya, 103 kişinin hayatını kaybettiği, yüzlerce insanın yaralandığı Ankara Gar Katliamı'na, Hatay'ın Kırıkhan ilçesi ve Adana'da MİT'e ait araçların durdurulması ve aranması olayına, IŞİD’in Musul Başkonsolosluğu baskınına Eski Ekonomi Bakanı Çağlayan, eski İçişleri Bakanı Güler, eski AB Bakanı Bağış ile eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar hakkında kurulan Meclis Soruşturma Komisyonu haberlerine, M Tipi Cezaevi’nde suç mağduru bir çocuğun günlerce koğuş arkadaşının tecavüze uğradığının açığa çıkmasına, Suriye konusunda yapılan gizli bir toplantıda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu arasında geçtiği iddia edilen ses kaydına, Yolsuzluk soruşturması ile ABD’de yargılanan Zarrab ve eşi Ebru Gündeş’in talebiyle, onlara karşı yapılacak her türlü eleştiri haberine, 34 insanın yaşamını kaybettiği Suruç Katliamı'na, Kobani eylemleri sırasında 9 Ekim’de Bingöl Emniyet Müdürü Atalay Ürker ve beraberindeki polislere yönelik iki polisin hayatını kaybettiği silahlı saldırıya, 52 kişinin hayatını kaybettiği Reyhanlı Katliamı'na, Suriye tarafından düşürülen Türkiye’ye ait uçak haberine, Kuzey Marmara Otoyolu'nun Kocaeli-Gebze kesimindeki viyadük çalışmaları sırasında beton bloğun düşmesi sonucu meydana gelen kazaya, Adana’nın Aladağ ilçesinde 11 öğrenci ve 1 görevlinin hayatını kaybettiği, 22 kişinin yaralandığı yangına, bir sınıf öğretmeninin Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği'ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerde kalan çocuklara tecavüz ettiği iddialarına ve daha yüzlerce habere yayın yasağı getirildi.
Almanlar savaşı kazandığını sanıyordu. Çünkü Alman gazeteleri ısrarla öyle yazıyordu! Ama “Alman halkının haber alma özgürlüğünü” yasaklamak daima ileriye doğru akan tarihin gerçek akışını engelleyemedi.
*Paragraf Yücel Özdemir’in yazısından derlenmiştir.
https://www.evrensel.net/yazi/77638/hitler-fasizmi-muhalif-basini-nasil-yok-etti