Madenlerimizin kaderi
Bor madeninin hikayesi uzundur, üzerinde oynanan oyunlar bir türlü bitmez. Zaman gelir devletler arasında krize neden olur, çoğu defa yabancı şirketlerin kasalarını doldurmak için kullanılır. Çünkü sahipsizdir. Sahip çıkmak isteyenlerin de sesleri kısılmak için her türlü yol denenir.
Maden Mühendisi Mehmet Torun
Yaklaşık 170 yıl önce 1850’li yıllarda Batı Anadolu’da alçıtaşı işletmeciliği yapan Polonya’lı bir göçmen, Fransız bir mühendise hediye olarak bir biblo gönderir. Mühendis gelen bibloyu tetkik eder ve bu malzemenin bor madeni olduğunu tespit eder. Hemen ilgili kişiyle temasa geçer ve Türkiye’ye gelir, madenin yerini bulurlar. Burası Balıkesir ili, Susurluk ilçesindeki Sultançayır ve Aziziye Köyleri civarıdır. 15 yıl boyunca “hediye olarak” giden bor madeni yeterli gelmeyince 1865 yılında bir şirket kurulur ve padişahtan izin alınarak bor madeni işletilmeye başlanır. Ancak işletilen madenin alçıtaşı olduğu söylenerek ve de ucuz ücretler ödenerek bor cevheri yurt dışına kaçırılmaya devam edilir. Bu arada Paris yakınlarında bir bor rafine tesisi de kurulmuştur. Kaçırılan madenimiz orada işlenir, pazarlanır. Cumhuriyetin ilanından sonra madenlerin işletilmesi için kurulan Etibank, ancak 1958 yılında bor cevheri üretimi ile dünya bor piyasasına girebilir ve 1964’de ilk rafine ürün işletmesini devreye alır. Yani tam 100 yıl sonra.
Bor madeninin hikayesi uzundur, üzerinde oynanan oyunlar bir türlü bitmez. Zaman gelir devletler arasında krize neden olur, çoğu defa yabancı şirketlerin kasalarını doldurmak için kullanılır. Çünkü sahipsizdir. Sahip çıkmak isteyenlerin de sesleri kısılmak için her türlü yol denenir.
Bor madeni gibi krom madenleri de benzer akibeti yaşar. Dünyanın en kaliteli krom cevherleri yıllarca gemilere yüklenip üzerine saman örtülerek kaçırılır. Anadolu’nun dağlarından Avrupa’nın kentlerine ulaştırılır, paslanmaz çelik üretimi için yabancıların malı olur.
Dünyanın pek çok yoksul ülkesinde yaşanmış bu hikayeler bugün farklı şekilde yaşanmaktadır. O günlerde saman altında maden kaçıranlar bugün saman altından su yürütmekteler. Yani bugün farklı yöntemlerle soygun, talan devam etmekte. Bilim, teknik gelişince sistemde kendini yeniledi. Önceden gizli saklı yapılan bu işler artık ticari anlaşmalarla, yapılan hukuki(!) sözleşmelerle aleni olarak yapılmakta. Çok uluslu şirketler (ÇUŞ); yoksul ülkelerin kanunlarını kendi çıkarlarına göre düzenletip “yasal” olarak düzenlerini devam ettirmekte. Son yıllarda 90 ülkenin Maden Kanunu değiştirilmiş, sermayenin önceliklerine uygun hale getirilmiştir. Bu ülkelerin büyük çoğunluğu maden açısından zengin ama yoksul ülkeler. Buralarda kendilerine direnen yapılara ve gruplara karşı zor kullanma dahil her yol denenmekte gerektiğinde iktidarlar devrilmektedir. Tüm bunlar yapılırken elbette işbirlikçiler gereklidir ve her ülkede bunlardan bol miktarda bulunmaktadır.
Ülkemiz maden çeşitliliği açısından zengin bir coğrafya üzerindedir. Yapılan bir çalışmaya göre Türkiye; dünyada madencilikte, 132 ülke arasında toplam üretim değeri itibarıyla 28. üretilen madenlerin sayısı itibarıyla 10. sırada yer almaktadır.
Bu doğal zenginliğe karşın madenlerimizden yeterince yararlandığımız söylenemez. Maden üretimini gündelik ekonomik çıkarlar doğrultusunda, sermaye kesimlerine kaynak yaratmak için gerçekleştirenler, ülkemizin geleceğine ve halkımızın ortak çıkarına ihanet içindedir. Halkın yararına bir politikanın olmaması, sanayimizin gelişememesi ve buna bağlı olarak nihai ürünlerin üretilememesi madenlerin hammadde olarak satılması sonucunu getirmiştir. Ancak, hammadde satarak gelişen ve zenginleşen bir ülke yoktur. Yenilenemeyen maden kaynaklarını plânsız ve hesapsız şekilde tüketen ve hammadde olarak satan ülkeler ne yazık ki sömürge olmaktan kurtulamamıştır. Yeraltı zenginliğinin mümkün olan en kısa sürede ülke dışına çıkarıldığı, geride ise tümüyle verimsizleştirilmiş ve kirletilmiş bir toprağın bırakıldığı bu anlayış, sadece madenciliği değil, yaşamı da sürdürülemez hale getirmektedir. Bu madencilik anlayışı, sağlıklı bir üretim faaliyeti değil bir sömürü faaliyetidir. Madenleri olduğu gibi, doğayı ve halkı da sömürmektedir.
Madenlerimiz yerli ve uluslararası sermaye gruplarının yağma alanı olmaktan çıkarılmak zorundadır. Hepimizin ve gelecek nesillerin ortak zenginliği olan madenlerimiz toplumun genel çıkarı için kullanılmalı, ülkenin tüm ortak zenginlikleri hakça paylaşılmalıdır. Türkiye’nin tam bağımsız, demokratik ve gelişmiş bir ülke olabilmesinin temel koşulu; diğer sektörlerin yanı sıra, madencilik sektörünün de sağlıklı bir şekilde gelişmesi, "Yeni Dünya Düzeni"ne karşı temelinde sömürge madenciliğini reddeden politikaların oluşturulması ve uygulanmasından geçmektedir.