Yukarıda sorduğumuz soruya ilk elden cevap vererek başlayalım. Tıp için insan olmadan tıp ne derece mümkünse ya da fizik için atom olmadan fizik mümkünse, o zaman Marx olmadan sosyolojinin imkânından bahsedebilirdik.
Öncelikle sosyolojinin nasıl bir bilim olduğunu dilimiz döndüğünce anlatmayı deneyelim. En geniş anlamıyla toplumu anlamaya ve açıklamaya çalışmanın bilimidir diyebiliriz. Sosyoloji 18 yüzyıldan itibaren gelişen, başta Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi olmak üzere büyük ve küçük çaptaki toplumsal olayları anlamaya çalışmak için yola düşmüştür. Batılı ve kentli bir çaba olarak başlayan bir serüvenden söz etmek çok yanlış olmayacaktır.
Peki, bu sosyolojinin kurucu babaları (oldukça erkek egemen bir ifade biçimi olsa da) kimdir? Marx, Durkheim ve Weber. Kimdir bunlar ve ne iş yaparlar? Tarihsel olarak hataya düşeceğimizi bilerek, tercihen Durkheim ile başlayalım. Durkheim, toplumun içine doğduğumuz ve onun bizi şekillendirdiğini, bu çemberi kırmanın çok da mümkün olmadığını söyleyen klasik sosyologtur. Durkheim ile ilgili özellikle Türkiye sosyolojisi açısından bile söylenecek yüzlerce şey vardır. Ama bizim esas meselemize gelmek için çok kabaca değinip geçmemiz gerekiyor.
Gelelim Marx ve Weber’e. Marx bir sosyolog mudur?
Yalnızca bir sosyologtur demek, bizi büyük bir hataya sürükler. Ancak bir sosyolog olmadığını söylemek de bir o kadar yanlıştır. Marx’ın toplumları tarihsel bir okumayla anlaması, bugün derslerde anlattığımız toplumsal süreçlerin en temel kaynağıdır. Alt yapı-üst yapı ilişkisi, tarihin ilerlemesinin sınıf mücadelesi ile açıklanması sosyolojinin temel tartışmalarında önemli bir eğilimin ilk ifadeleri olarak Marx tarafından ortaya konmuştur. Bugün eleştirel sosyal bilimden bahsedebiliyorsak, bunu Marx’ın sınıf analizi başta olmak üzere yaptığı katkılar sayesindedir.
Weber’in bütün çabasının Marx’ın ortaya koyduklarını yanlışlamak olduğu kendisinin en büyük itirafıdır. Toplumu anlamaya çalıştığı yöntem başta olmak üzere, Marx’ın söylediklerinin tersini söylediğini görmek bizim için de oldukça basittir. Marx toplumları anlamak için ekonomik ilişkileri yani temeli analiz etmekteyken, Weber üst yapı kurumlarından dinin belirleyiciliğini incelemiştir. Bu kurucu isimler arasındaki büyük gerilimi anlamak için dahi Marx’ın kavramlarını bilmenin zorunluluğu oldukça açık.
Lisede verilen felsefe grubu derslerinin yetersizliği hepimizin malumu. Haftada 2 saat ayrılmış bir müfredat ile felsefeye ilgi oluşturmamız olanaksız. Haftada 2 saatle sınırlandırılmış sosyoloji dersinde Marx’ın adını bile duymamış bir öğrencinin temel sosyoloji bilgisine sahip olduğunu düşünemeyiz.
Atatürk’ün, evrimin müfredattan çıkarılması tartışmalarının üzeri kapanmamışken, bir sabah uyandığımızda Marx’ın kitaplardan çıkarılması pek de şaşırtıcı olmadı. Bilimsel üretim kaygısı olmayan, tektipçi, gerici bir eğitim sisteminde ilerici değerlerin ortadan kaldırılmaya çalışılması beklenmedik bir hamle olmayacaktı. Marx’ın lise sosyoloji kitaplarından kaldırılması tarihe büyük bir trajedi olarak kazındı bile. Şimdi hepimizin ilk elden yapması gereken, bu düzeni bütünüyle değiştirmenin yollarını bulmak ve çocuklarımızı bu gerici eğitimden kurtarmaktır.
Yağma yok! Bu düzeni değiştireceğiz!