Mehmet Karakuş
Martin Luther King'in öldürülmesinden kısa bir zaman sonrasına denk gelen 1968 Meksika Olimpiyatları, 200 metre finalinde başarı kazanan iki Afro-Amerikan atletin ödül kürsüsündeki sivil itaatsizlik eylemiyle (siyah eldivenler giyip, sağ ve sol yumruklarını kürsüde havaya kaldırdılar) hatırlanır. Devamında bu iki atlet dönemin olimpiyat komitesi başkanının talebiyle olimpiyatlardan ihraç edilir. Gerekçe ise şudur: Eylemin "oyunun apolitik doğasına, sportmen ruhuna" aykırı oluşu! Yani iddiaya göre spora siyaset karıştırılmıştır. Bizce asıl olan şey, egemen sermayenin huzurunun kaçmasıdır.
Öyleyse yazımıza da bir tabuyu yıkmakla başlayalım, “spora siyaset karıştırmayın” tabusunu yıkmakla. Daha temelden maddenin tabiatına aykırı olan bu söylem, sporun toplumsal bir alan oluşu dolayısıyla siyasal etkileşime açık olmasından ötürü çürük bir temele sahiptir, gerçek dışıdır.
“Bigger than basketball”
Siyahlara dönük ırkçı politikalar ve sosyal adaletsizlik bir biçimde bugün de yeniden üretiliyor, sürecin politik özneleri de bugünün koşullarına göre çeşitli direniş yöntemleriyle hak mücadelelerini sürdürmeye devam ediyor.
Tüm dünyada yükselen ırkçılık Amerika'da siyahlara yönelik polis şiddeti şeklinde tezahür ediyor. George Floyd'un öldürülmesiyle birlikte yükselen ırkçılık karşıtı protestoların bir parçası da, “Black Lives Matter” hareketine verdikleri destekle yüksek çoğunluğunu siyahlara oluşturduğu Amerikan Basketbol Ligi NBA'in oyuncu kadrosu olmuştu. NBA oyuncuları bu kez de yine bir polis şiddetine kurban giden Jacob Blake için kolları sıvayarak maçları boykot etme kararı aldılar. Aynı zamanda beyzbol ligi MLB, kadın basketbol ligi WNBA ve futbol ligi MLS'den de boykot kararına destek geldi, maçlar ertelendi. Kısa sürede oluşan bu yayılma önemli bir ölçüt olsa da gidişatı NBA'deki oyuncuların fikir ve eylem birliğiyle birlikte, bu birliğin NBA yönetimiyle yapacağı görüşmeler belirleyecek gibi görünüyor. Gecenin başında boykot kararının açıklanışıyla birlikte oyuncular tarafından sosyal medyada yapılan "Bigger than basketball" (basketboldan daha büyük) paylaşımları coşkulu bir seferberliğin başlangıcı gibi görünüyordu. Gecenin devamında ise oyuncuların büyük bir kısmı pandemi koşullarında basketbol oynamak için yapılan fedakârlıklar doğrultusunda sezonu oynama taraftarı olduğunu belirtirken, bir yandan da sahip oldukları bu platformu ve görünürlüğü sosyal iklimi değiştirmek adına daha güçlü protestolar düzenlemek için kullanabileceğini düşünüyordu. “Siyahlara sistematik şiddete maruz kalırken basketbolun büyüsünün sosyal sorunlara perde indirdiği” sürecin fitilini ateşleyen hakim görüş olarak öne çıkarken, oyuncular toplantısında bu fikrin pek alıcı bulamayışı ya da bize yansıyan kadarıyla çok az oyuncu tarafından sahiplenilmesi işin ilginç tarafıydı.
Oyuncuların yapacağı ikinci toplantıyla daha net bilgiler gelecektir fakat takımların lider pozisyonundaki bazı isimlerin yalnızca basketbolun ertelenmesi talebiyle kalmayıp sokaktaki protestolara işaret ettiğini, oyuncuları eylemlerin doğrudan katılımcısı olmaya davet ettiğini biliyoruz. Temelde oyuncularda protestolara dair bir karşı çıkış söz konusu değil fakat bunun yöntemine dair oyuncuların bir fikir birliğinde olduğu henüz fazla iyimser bir yorum olacaktır.
Sporcuların boykotu neyi değiştirebilir?
Irkçılık karşıtı mücadelenin NBA cephesine baktığımızda boykot kararı şüphesiz birçok açıdan kıymetlidir fakat en önemli nüansın, bu boykotun Black Lives Matter protestolarına eşik atlatma potansiyeline sahip olduğunu söyleyebiliriz. NBA oyuncuları Black Lives Matter tişörtleriyle parkeye çıkmış, seremonide ABD Ulusal Marşı esnasında omuz omuza diz çökerek sembolik bir yöntemle ırkçılığa karşı bir hassasiyet geliştirmişlerdi. Ancak bu eylemin NBA yönetimi destekli oluşu ve sembolik bir anlama gelişinden kaynaklı olarak hareketin ulaşacağı sınırlar ve yaratacağı etki de kısıtlıydı.
Ayrıca bir parantez açmak gerek: Toplumsal hassasiyetlerin yüksek olduğu dönemlerde spor müsabakalarının gerek dikkatleri başka yöne çeken özelliği, gerekse aşırı harcamalar yüzünden tepki görmesi sık rastladığımız bir durum. Yakın geçmişte 2014 Dünya Kupası sürecinde Brezilya'daki yoksul emekçi halkın, kendileri yoksulluktan kırılırken hükümetlerinin gösteriş için milyonlarca doları israf etmesine karşı ayaklanışını hatırlayalım. NBA'deki boykotu ilgi odağı yapan, benzerlerinden ayırt edici bir diğer özelliği de ayaklanma sürecinde ortaya çıkan taleplerin doğrudan sporun içinden kişilerce sahiplenilip sözcülüğünün yapılması olsa gerek. Jacob'un kız kardeşinin röportajında sarf ettiği "değişim istiyoruz" sözünün bir anda sloganlaşarak basketbolcuların eylem yöntemine kılavuz oluşunun altını çizerek bu parantezi kapatalım.
Tüm bunlardan hareketle şunu söyleyebiliriz: Oyuncular NBA yönetimine dahi ters köşe yaparak 'ehlileştirilmiş aktivizmi' reddedip bir politik sıçramayla 'anlatıyı değiştiren' olma noktasında önemli bir adım attılar. Bu ilerleyişin ne şekilde devam edeceğini ise kendi ağızlarından duyalım: “Günün sonunda eğer burada oturup değişim yapmaktan söz edeceksek o zaman bir noktada sadece para veya görünürlük değil daha büyük şeyleri kaybetmeyi göze almak zorundayız.”