Mehmet Torun yazdı | Soma’da adalet göçükte kaldı!
Gerçek ortadadır; kâr hırsı 301 kişiyi öldürmüştür. Bu sermaye birikim rejimi, “daha fazla kâr için daha fazla ölüm” politikası üzerine kuruludur.
Mehmet Torun - Maden Mühendisi, KESK-ESM Madencilik Komisyonu Üyesi
Manisa’nın Soma ilçesinde; ruhsatı Türkiye Kömür İşletmeleri’ne (TKİ) ait olan ve hizmet alımı yöntemiyle Soma Kömürleri A.Ş isimli şirket tarafından işletilen yeraltı kömür ocağında 301 maden emekçisinin yaşamını yitirdiği maden faciasıyla ilgili olarak Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi, kararını vermiştir. “Bilinçli taksirle öldürme ve yaralamaya neden olma” suçlamasıyla yargılanan Soma Kömür İşletmeleri A.Ş Yönetim Kurulu Başkanına 20 yıl, iki mühendise 12 yıl 6 ay hapis cezaları verilirken şirketin Yönetim Kurulu üyesi beraat etmiştir.
Soma faciası; genelleşmiş sermaye ilişkilerinin, özel teknik koşullar ile birleşmesinin bir ürünü olarak açığa çıkmış yapısal ve genel bir ‘olay’dır. Facianın ardındaki en önemli neden son yıllarda ivme kazanan özelleştirme ve piyasalaştırma süreçleridir. Aşırı kâr hırsı, özelleştirme ve taşeronlaştırma politikaları ile dayıbaşı sistemi, üretim zorlaması, yetersiz işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri, yasa ihlalleri ve denetim eksiklikleri maden faciasının başlıca nedenleri arasındadır. Kâr odaklı ucuz kömür üretimini hedefleyen, yüksek risk taşıyan, kuralsız, mühendislik bilim ve tekniğinden uzak yöntemlerle gerçekleştirilen üretim ortamında işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri de geri plâna itilmiştir.
Faciada işverenin sorumluluğu ve asli kusuru tartışılamaz. Ancak; şirketin siyasi iktidar ile yandaşlık ilişkisi, ilgili kamu kurumu yöneticileriyle yakın ilişkileri ve yetkili sendikayla ilişkileri birlikte değerlendirildiğinde facianın birbiriyle iç içe geçmiş yapısal etmenlerin etkisi altında gerçekleştiği görülmektedir.
Facianın hukuki açıdan ele alınış biçimi sorunludur. Çünkü, faciaya neden olan etkenler birbirinden ayrı olarak ele alınmış olup olay, salt teknik bir sorun gibi değerlendirilmiştir. Oysa üretim zorlaması, taşeronlaştırma, yasa ihlalleri, düşük ücretler, ağır çalışma koşulları, sosyal hak kayıpları, sosyal güvencesizlik, denetim, işçi sağlığı ve iş güvenliği eksiklikleri ile görev ihmalleri gibi boyutlar ayrı ayrı değil, bir bütünün bileşenleri olarak değerlendirilmesi gerekirdi.
Soma Maden Katliamı yargılamasının kanayan yarası, asıl sorumlu olması gereken kamu görevlileri hakkında dava açılmamış olmasıdır. Kamuya ait madeni özel sektöre devreden yetkililer, uygun olmayan işletme projelerine göz yumanlar, denetim görevini yerine getirmeyen üst düzey yetkililer yargı sürecinin dışında tutulmuştur. Ceza yargılamasının soruşturma ve kovuşturma aşamasında hazırlanan bilirkişi raporları ve dosya içeriğinde yer alan ifadeler, madenin yeterince teftiş edilmediğini, devletin denetim sorumluluğunu yerine getirmediğini açık ve tartışmasız bir şekilde ortaya koymaktadır. Buna rağmen sorumlu kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemiştir.
Asıl sorumlular yargılanmazken karar alma süreçlerinde yer almayan, yetkileri oldukça kısıtlı olan ve sadece görevlerini yapmaya çalışan iki mühendisin ceza alması kabul edilemez. Sistem bir günah keçisi istemiş ve iki mühendis bu sisteme kurban edilmiştir.
Gerçek ortadadır; kâr hırsı 301 kişiyi öldürmüştür. Bu sermaye birikim rejimi, “daha fazla kâr için daha fazla ölüm” politikası üzerine kuruludur. 301 işçi madenlerde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin umursanmadığı, vahşi sömürü sisteminin acımasızlığı sonucu hayatını kaybetmiştir. Soma’da göz göre göre gelen katliam için bu çalışma düzenine izin verenlerden, güvencesiz ve taşeron çalıştırma biçimlerini yoğun sömürünün ana üretim biçimi haline getirenlerden hesap sorulmamıştır.
Bu kararla hukuk, sermayenin önceliklerine alet edilmiş ve bundan sonra yaşanacak olan katliamların sorumlularına cesaret verilmiştir. Soma katliamı davası, hukuken kapatılmak istense de gerçek suçlular tekrar yargılanana ve adalet bulunana kadar vicdanlarda devam edecektir.