Maden Mühendisi Mehmet Torun
İnsanlık tarihi; ezenlerle ezilenlerin, sömürenlerle sömürülenlerin, zalimlerle mazlumların, haksızlarla haklıların, kötülerle iyilerin mücadelesinin tarihidir. Ezenler, zalimler, haksızlar, kötüler; zaman içinde geçici üstünlükler sağlamış olsalar da, sonunda kazanan hep insanlık olmuştur ve olacaktır. Çünkü insan varsa umut vardır, yaşam varsa mücadele vardır.
İnsanlık tarihi kadar eski olan madencilik tarihi de aynı zamanda mücadeleler tarihidir.
Özelleştirme-taşeronlaştırma-sendikasızlaştırmanın temellerinin atıldığı 24 Ocak 1980 kararları ile birlikte “Serbest Piyasa Ekonomisi” uygulamalarına girişildi. Bu uygulamanın eksik yönlerini 12 Eylül iktidarının tamamlaması bekleniyordu. KİT’lerin ıslahıyla başlatılan uygulamalarla gelişen sürecin sonunda, sektörde üretilen değerlerin %80’ini gerçekleştiren madencilik KİT’leri de “devletin küçültülmesi” söylemi ve “özelleştirme–kapatma” dayatmaları ile karşı karşıya bırakıldı. Bağımsızlığın ve devletleştirmenin sembolü EKİ (TTK) “bir verip yedi alan” kurum konumuna düşürüldü. Kömürün nereden olsa alınacağı, stratejik bir maden olmadığı savunularak, “en zararlı KİT’ler” içinde yer alan TTK, özelleştirme ya da tasfiye girişimlerinin başlıca hedefi haline getirildi. Bu plan büyük ölçüde tuttu, TTK “hazineden geçinen bir asalak” olarak görülmeye ve gösterilmeye başlandı.
1980 askeri darbesi ile birlikte ülkenin üzerine çöken sessizlik sonrası; 1986 NETAŞ Grevi ve devamındaki, ‘'1989 Bahar eylemleri'’, dipten gelen büyük bir dalganın habercisidir; 1990 ise, kamu kesimi TİS görüşmelerinin yılıdır. GMİS kurultayında, uzayan TİS sürecinde daha fazla beklemenin anlamsız olduğu düşüncesiyle, madencilerin greve çıkmaları kararı alınır ve 30 Kasım sabahı, ilk grev pankartı Gelik İşletmesi’ne asılır. Üye tabanının tam desteğini alan Genel Başkan Şemsi Denizer, sadece madencilere değil, bütün sınıfa seslenerek genel grev çağrısında bulunur: “Biz madenciler olarak ilk kıvılcımı çaktık. Grevimiz tarihin büyük grevlerinden biridir. Biz üretmiyoruz, Türkiye işçi sınıfı da üretmesin!...”
24 Şubat 1990’da tüm sivil toplum örgütlerinin katılımıyla yapılan büyük miting, daha sonra olacakların da habercisiydi. Maden işçisinin “onurlu ve insanca yaşam” isteyen haklı talebi, 1990 yılı boyunca direniş, toplantı, söyleşi, paneller ve tüm DKÖ’lerin ortak katılımıyla oluşan Temsilciler Kurulu tarafından, “Zonguldak’ın, Türkiye’nin kamburu olmadığı…“ tüm Türkiye’ye duyuruldu. Bu dayanışma, madencinin haklı ücret mücadelesinin yanı sıra, hükümetin gözden çıkarmaya kararlı olduğu TTK ve Zonguldak’ı yaşatma çabasıydı da... Bu nedenle, siyasi farklılıklar kalkmış; Zonguldak halkı birbiri ile kenetlenmişti. Yılların birikimiyle, bilinçli bir “tabanın sesi” hareketine de sahip olan GMİS üyesi 48 bin işçi, TİS görüşmelerinin tıkanması üzerine, 30 Kasım 1990’da greve başlamış, işveren de 4 Aralıkta lokavt ilan etmiştir. Zonguldak halkı da grevi aktif olarak desteklemiştir. Bu destekle, 4 Ocak 1991’de Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyenler 100 bin kişiye ulaşmıştır. Sadece işçiler ve aileleri değil bir kent bir bütün olarak yürümektedir. Barikat ve tutuklamalarla engellenen ‘Ankara Yürüyüşü’, 08 Ocak 1991’de isteklerin yerine getirileceği sözü alınarak, Mengen barikatında bitirilmiştir. Grevin 57. gününde, 25 Ocak 1991’de “bir koyup üç alma” senaryolarının yazıldığı Körfez Savaşı nedeniyle, grevin 60 gün ertelenmesi kararı alınmış, 6 Şubat 1991’de ise TİS imzalanmıştır. Havzanın iki ay süren ilk grevine giden süreç böylece sonuçlanmış ve ‘Büyük Madenci Grevi’ olarak tanımlanmıştır.
Ülkemizin işçi sınıfı tarihi açısından, 15-16 Haziran Direnişi’nin ardından gelen en büyük mücadele deneyimlerinden biri, “89 Bahar Eylemleri” ve bu eylemlerin bir devamı olan “1990-91/Zonguldak Büyük Madenci Grevi ve Yürüyüşü”dür. Oya işler gibi örgütlenen 1990-91/Zonguldak Büyük Madenci Grevi ve Yürüyüşü, 12 Eylül sonrasının en önemli işçi direnişidir. Bu eylemler; ülkemizde demokratik ilerlemenin önünü açmış, toplumsal eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yükselmesine neden olmuştur. Emek ve demokrasi mücadelesinde dünyadaki örneklerinin bir benzeri de ülkemizde madencilerin öncülüğünde bir kez daha gerçekleştirilmiş toplumsal, siyasi ve sosyal pek çok değişiklikleri beraberinde getirmiştir.
Sözümüzü saygıyla andığımız sevgili dostumuz, yoldaşımız, madencilerin abisi Serdar Ömer Kaynak’ın tespitleriyle bitirelim;
“Madencilerin bu mücadelesi asla bir yenilgi değildir ve gelinen nokta son kertedir. Buradan sonrasını yüklenecek olanlar sınıfın başka dinamikleridir. Bu dinamiklerin ne olduğunu anlayamayanlar ise, sınıf hareketinin çok gerisinde kalmaya mahkûmdur. Madencilerin şanlı mücadelesi, sınıfın yeni mücadelelerinde, direnişlerinde, eylemlerinde de etkisini göstermiştir. Türkiye’deki işçi eylemlerin çoğunda hedefin “Çankaya” olarak belirlenmesi, Ankara’ya yürümek istenmesi de hep madenci pratiğinin sonucudur. Tarih maddecidir. Madde ise asla kaybolmaz. Tarihte de hiçbir olay kaybolmaz, biçim değiştirip evrilir, dönüşür; doğrudan veya dolaylı da olsa, bir gün mutlaka etkisini gösterir; ya da birikir, ilerleyen süreç içinde yeni ve daha canlı gelişmelere hem gѐrminal, hem de gübre olur”.