COVID -19 pandemisi, birbuçuk yılda yaklaşık 4 milyon insanın ölümüne neden oldu. Aşılar yaygın olarak 2020 Aralık ve 2021 Ocak aylarında devreye girdi, ancak ilk aylarda heryerde tedarik sıkıntısı yaşandı: aşı üreticisi firmalar acil kullanım için yeterli sayıda aşı üretemiyorlardı. Kendi tesis ve kadrolarıyla üretim kapasiteleri yetersizdi.
Bu aşamada, aşıların patent haklarının bir süreliğine askıya alınması ve dünyada aşı üretebilecek her tesisin aşı üretebilmesi gündeme geldi (aşı ve tıbbi teknolojiler, TRIPS olarak bilinen ve büyük ilaç şirketlerinin fikri mülkiyetini koruyan Ticaretle İlgili Fikri Mülkiyet Haklarına ilişkin DTÖ anlaşmaları kapsamında). Patentlerden geçiçi bir süre elçekilmesine (feragat edilmesine) yönelik resmi önerge ilk olarak 2020 Ekim ayında Hindistan ve Güney Afrika'dan geldi, Dünya Sağlık Örgütü ve Dünya Ticaret Örgütü tarafından desteklendi. Ancak önerge ilk aşamada, haritadan görüleceği gibi, Batı ve uydu ülkeleri tarafından reddedildi.
Mart ayı başında nüfusunun çoğunluğunu aşılayarak COVID-19'a bağlı ölümleri %90'un üstünde bir oranda durduran ilk ülke İsrail oldu. Avrupa ve Kuzey Amerika, aşı ihracatlarını durdurma, hatta ödemesini aldıkları siparişleri teslim etmeme pahasına aşı elde ederek yurttaşlarını aşıladılar. Süreç, yeterli aşı tedariği olduğunda ülkelerin 2 ay gibi kısa bir süre içinde nüfusun yarıdan fazlasını aşılayarak ölümleri büyük oranda durdurabileceğini gösterdi.
Yalnızca 2021 Mart ayı başından beri, dünyada COViD-19'a bağlı 1.3 milyonu aşkın ölüm kaydedildi. Bu kayıpların büyük çoğunluğu en yüksek risk faktöründe olup öncelikle aşılanması gereken 70 yaş üstü insanlardı. Yeterli aşı tedariği olsaydı, bu ölümlerin %90'dan fazlası engellenebilirdi.
Daha net anlatmak gerekirse Ekim ayında Hindistan ve Güney Afrika'nın önerisi kabul edilmiş olsaydı, dünyada üretim yeterliğine sahip tesislerde aşı üretilmiş ve dağıtılmış olsaydı, bir milyondan fazla hayatın kurtarılmış olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Düşük ve orta gelirli ülkelerin talebi çok mu büyük? Özellikle Pfizer, Johnson & Johnson ve AstraZeneca gibi şirketlerin pandemide şimdiden 26 milyar dolardan fazla kâr elde ettiği göz önüne alındığında, talep edilen şey çok da radikal değil: Tek bir aşıyla ilgili fikri mülkiyet haklarından bir defaya mahsus ve geçici feragat.
Beklendiği gibi, büyük ilaç firmaları bu geçici patent muafiyetine karşı hükümetler nezdinde yoğun lobi çalışması yaptı ve başarılı oldular. Ekim 2020 itibariyle, ABD ve AB sadece muafiyete karşı çıkmakla kalmadılar, aynı zamanda DTÖ toplantılarında herhangi bir tartışma yapılmasını aylar boyunca engellediler.
Sonrasında, yüz binlerce insanın ikinci ve üçüncü COVID-19 dalgaları nedeniyle hayatını kaybettiği yedi aylık bir dönemden sonra batı devletleri artık bu tutumlarında ısrar edemeyeceklerini anladılar. ABD yönetimi -yarım ağızla da olsa- patent muafiyeti konusunda müzakereleri desteklediğini bildirdi.
Yine beklendiği gibi, büyük ilaç firmaları bu duyurudan sonra lobi etkinliklerini arttırdı: Pfizer CEO'su Albert Bourla, patent muafiyetinin aşı üretim zinciri için "hammadde akışını bozacağını" iddia etti (oysa bozulabilecek tek şey, ilaç şirketlerinin hammadde akışı üzerindeki kontrolü gibi görünüyor).
Johnson & Johnson firması, yoksul ülkelerin aşı üretmesinin “aşı güvenliğini tehlikeye atacak bir adım” olacağını söyledi, ancak gülünç olan şu ki muafiyeti teklif eden ilk iki ülkeden biri olan yoksul Hindistan halen dünyada en fazla aşı üreten ülke.
Şirket lobileri ayrıca, patent muafiyetinin, Çin gibi ülkelere Batı'nın elindeki mRNA teknolojilerine erişim vereceğini iddia etti. Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkelerin bu teknolojiye erişimi bu ülkelerin, örneğin kanser tedavilerini Batı'dan önce geliştirip insanlığın hizmetine sunması gibi korkunç(!) sonuçlar doğurabilirmiş (mRNA teknolojisinin, özel şirketler tarafından sahiplenilmeden önce, kamu tarafından finanse edilen üniversite araştırma tesislerinde geliştirildiğini unutmayalım).
Sermayenin AB cephesi ise patent muafiyetine geçit vermek istemiyor. Angela Merkel Mayıs ayında yaptığı açıklamada: “Şirketlerin yaratıcılığına, yenilikçi güçlerine muhtacız ve bence bunu sağlamanın yolu patent haklarını korumaktan geçer” dedi. Ancak Merkel'in unutmakta ısrar ettiği bir gerçek var: pandeminin başlangıcından bu yana devlet sübvansiyonları aşıların geliştirilmesi ve üretimi sürecinde “piyasanın görünmez elinden” çok daha etkili oldu. COVID-19 aşı araştırmaları, ezici bir çoğunlukla kamu bütçesinden ödendi. Örneğin AstraZeneca aşısının yüzde 97'si kamu tarafından finanse edildi.
Üstelik, daha aşı çalışmalarının başında, devletler şirketlerden milyonlarca doz -henüz mevcut olmayan- aşı satın alarak, ikinci bir sübvansiyon sağladılar. Bu sübvansiyonlara rağmen aşıların “patent haklarının verdiği motivasyonla” geliştirildiğini söylemek gerçeği bilinçli bir şekilde çarpıtmaktır.
COVID-19 pandemisi gün geçtikçe liberal paradigmanın “piyasanın görünmez eli her şeyi yoluna koyar”, “kâr hırsı üretimi hızlandırır”, “fikri mülkiyet gelişme sağlar”, “kalite rekabet ile gelir...” gibi argümanlarının fos çıktığını gösteriyor. Küresel planlama ile atlatılması gereken kriz, küresel sermaye yüzünden derinleşmeye devam ediyor. Mülkiyet, kâr güdüsü ve emperyalist devlet anlayışının, ilerleme için bir güç olmayı bırakın, bu tip krizlerde insanlığın mücadele etmesi gereken başlıca engeller olduğu ortaya çıktı.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) örgütünün 29 Haziran tarihli raporunda, Hindistan ve Güney Afrika'nın DTÖ destekli önerisine karşı AB'nin çeşitli diplomatik ayak oyunlarına girdiği belirtildi. ABD'nin topu AB'ye atmasından sonra avrupalı diplomat ve bürokratlar sürekli olarak yeni taslak ve revizyonlar önererek konunun ele alınmasını ve bir karara bağlanmasını geciktiriyorlar. Sınır tanımayan doktorların kampanya danışmanı Dimitri Eynikel bu durumu şöyle özetledi:
“(...) AB'nin tutumu, neredeyse dokuz ay önce başlatılan ve dünya çapında yüzden fazla hükümet tarafından desteklenen patent muafiyet sürecini çıkmaza sokmayı hedefleyen samimiyetsiz bir girişimdir. Ülkelerin bu salgında insanlarını koruyabilmeleri için tıbbi araçların acil üretim ve tedariğini kolaylaştırmaları gerekiyor, bunun yolu da fikri mülkiyet engellerini hızla ve kapsamlı bir şekilde askıya almalarına izin vermektir.
Yaklaşık dokuz ay önce Hindistan ve Güney Afrika tarafından önerilen patent muafiyeti önerisine ilişkin çalışmalar henüz devam ederken, hükümetlerin yeni bir AB girişimini tartışmaya açması cesaret kırıcı.
Zorunlu patent mekanizmalarının yolaçtığı engelleri kaldırmak için yeni ve gerçekçi çözüm sunmayan bir AB girişimi ile zaman kaybetmenin bir anlamı yok. Düşük ve orta gelirli ülkelerdeki insanlar ölümcül COVID-19 dalgalarıyla boğuşurken, devam eden müzakerelere öncelik vermeli ve bir an önce hayata geçirmeliyiz.”
GECİKME PANDEMİYİ SÜREKLİLEŞTİRİR
Salgını sona erdirmenin en hızlı (ve en adil) yolu, herkesin ihtiyaç duyduğu tıbbi araçlara mümkün olduğunca çabuk erişebilmesi. Patent mekanizmasının kaldırılmamasından kaynaklanan gecikme, yalnızca adaletsiz ve insanlık dışı olmakla kalmıyor, aynı zamanda aşı ile sağlanacak sürü bağışıklığını geciktirerek virüsü sürekli dolaşımda tutuyor. Bu da salgını hem uzatıyor, hem de yeni virüs varyantlarının ortaya çıkma olasılığını arttırarak daha tehlikeli hale getiriyor.
Batı devletlerinin algılayamadıkları bir gerçek var: COVID-19 bir pandemidir, küresel ölçekte herkes için bitene kadar bitmez.
KAYNAKLAR
https://www.worldometers.info/coronavirus/
https://www.telifhaklari.gov.tr/Ticaretle-Baglantili-Fikri-Mulkiyet-Anlasmasi-TRIPS
https://www.marxist.com/covid-19-pandemic-patents-and-profits.htm