Müdahale Kongresi’nden izlenimler: Bu defa olacak mı?
"İstinpoli’ye geçmişle girdim gelecekle çıktım… Tam olarak böyle yaşadım bir günü…"
Kemal Bozkurt
Şehre doğru gidiyorum diye yola çıktım. İstinpoli’nin (şehre doğru) yani İstanbul’un Rumca olan adını Türkçe söylediğimiz, çocukluğumda hemen herkesin “Şehre gidiyorum bir şey lazım mı?” dediğini anımsadığım ve yıllar sonra yine “şehre gidiyorum” diye yola çıktığım, haliyle tebessümle gittiğim bir kongre oldu Türkiye İşçi Partisinin ‘Müdahale Kongresi’ benim için. Teorik olarak İstanbul’da yaşıyordum milyonlarca diğer İstanbullu gibi oysa. Pazar günü olmasına rağmen iki araç değiştirip yaya yolculuğum da dahil toplam iki buçuk saatte Haliç Kongre Merkezi’ne varabildim. Halıcıoğlu Metrobüs Durağı’ndan yaklaşık yarım saatlik yürüme esnasında benden genç ve yaşlı olduğunu düşündüğüm dört beş kişiyle aynı yöne gidiyorduk. Haliç Kongre Merkezi’ne nasıl gideceğimi Google’a değil de insanlara sormayı tercih ettiğimde “Şu önde gidenler de oraya gidiyor onlara anlattım sen de onları takip et!” cevabı almıştım nasılsa. Ancak bu aynı yöne gitme hali sadece bir yürüme işi değildi, aynı yere gittiğimizi havada dolaşan ‘hayaletten’ biliyor olmalıydık. TİP’li olmasam da hayaletimiz ortaktı… Yayın yapmak, olabilirse izlenim aktarmak için geldiğimi kongrede yıllar sonra sol-sosyalistlerin kitlesel bir kongresindeki atmosferi anlama ve yaşama merakı da ağır basmaya başlamıştı. Yapmam gereken işimi unutmasaydım bari… Yayın hazırlığı yapmak için önceden gitmek zorundaydım ama yolda karşılaştığım, beraber yürüdüğüm insanlar için de durum böyle miydi ki erkenden gidiyorlar ya da sabırsızlıktan mıydı bilemiyorum. Ancak 14.00 gibi vardığımda birçok insanın da hem içeride hem dışarıda olduğunu, buluşmanın heyecanıyla sohbet edenleri gördüm. Salona canlı müzikle girerken TİP’in bando sürprizi hediyesi oldu bu yolculuğun…
YouTube kanalımız Aç Parantez üzerinden yayın yapacaktık ama ne Haliç Kongre Merkezi’nin ne de mobil telefonlarımızın upload hızı yani yayına veri gönderme hızı yeterliydi. Gözde ve Akın ile birlikte yayının görüntüsünün kötü olduğunu üzülerek kabul ederek yayını başlatmak zorunda kaldık. İstanbul’un ortasında, bir kongre merkezinde dahi orta kalitede olsa bile bir yayın yapamıyorduk işte…
Kongre öncesi ve sonrasında duyduklarım konuşabildiğim birkaç kişi salondaki atmosfer kadar diğer günlerdeki hallerini anlamam için yeterli oldu. Yıllar sonra ÖDP’nin 1996’da gerçekleştirdiği ‘Kuruluş Kongresi’nden sonra bu kadar büyük bir kongreye ilk defa gidiyordum. Elbette başka sol-sosyalist parti kongrelerinde de bulunmuştum ama yıllar sonra hem dönemsel olarak hem de onca olumsuzluklardan sonra çok farklıydı bu durum… Sosyalistlerin ortak şiarı olan “aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” ise aynı kongre tekrarlanamazdı ve bu kongre bir yandan başka türlü bir şeydi…
Erkan Baş kürsüden tüm sol geleneklerin önderlerini anarken bunun usulen bir selam olmadığını gerçekten salonda hemen her gelenekten gelen TİP’li olan olmayan sosyalistlerin olduğunu da gördüm, duydum. Erkan Baş diğer sosyalist geleneklerin önderlerini usulen selamlamıyor gerçek durumlarını anlatıyor olmalıydı…
Bu kadar deneyimin olduğu bir partide işler iyi mi olur yoksa karışır mıydı bunu şimdiden kestiremiyorum. Geçmiş girişimlerin genelde birliğe değil ayrışmaya yol açtığını deneyimlerimizden biliyoruz ne yazık ki… Ayrışacak kadar kalabalıklaştığımızda ayrışıyorduk sonuçta. Fakat bu sefer ayrışma değil birleşme oluyordu sanki…
‘BİRLİK VE BERABERLİĞE İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ BU GÜNLERDE…’
Ekonomik krizin en ağır zamanlarında, işçilerin her yerde eylem grev yaptığı, kadın cinayetlerinin iyice arttığı, Kürt meselesinin “Yine AKP mi çözer?” denildiği zamanlardaydık. Millet İttifakı hiç o sulara girmiyorken ufacık bir sözden anlamlar çıkarmaya çalışılırken yani solun etkisiz olduğunu bildiğimiz için sağ bir ittifaktan başka bir sağ ittifaka tüm halkın sürüklenmeye çalışıldığı bir anda sol-sosyalistlerin kitlesel politika ile ilkeli politikayı birleştirebilme ihtimali birçok insanın derdiydi. Ahmet Kaya’nın bugün de popüler olması gibi, sokaklarda yürürken açık pencerelerden şarkılarının yükseldiğini hala duyduğumuz gibi bir durum yine olamaz mıydı yani?
Sol etkisiz ve güçsüz oldukça, sağ iyice arsızlaşıyor, halkın dertleriyle, çözüm önerileriyle alay ediyorlardı durmadan.
Tüm bu yaşadıklarımızın sorumlusu olanlardan bir kısmı, Millet İttifakı içinde yeniden karşımıza ‘kurtarıcı’ olarak çıkıyordu işte... Kimileri de ‘’HDP kapatılsın’’ diye Cumhur İttifakı içindeymiş gibi konuşuyorlardı.
Sağda gelecek ‘kapatma vaadi’ ile devam ediyordu böylece.
Salonda sanatçılar ve kurumlardan gelen mesajlar okunurken Demirtaş’ın adı duyulduğunda tüm salon Haliç’e taşacakmış gibi daha da canlandı. Unutulsun diye hapse atılan bir adam daha çok hatırlanır, kalplerden de çıkmaz olmuştu. İnsanların ayrı partilerde olsalar da birbirlerini bu kadar saygı, hürmet ve en önemlisi coşkuyla karşılaması nadiren olurdu. İşte o nadirler oluyordu burada.
Haliç Kongre Merkezi’nin duvarlarına işçilerin parmak izleri gibi sinmişti eşitlik, özgürlük sözleri…
“Kemal, sen TİP’li misin? Neden övüyorsun?” diyebilirsiniz. TİP’li değilim ancak gördüğüm durum neyse onu da yazmak zorundayım. Gördüğünü inkar etmekse sol ile ilgili değil bana göre…
Demirtaş’ı kendileri bilen TİP’lilerin olduğu yerde ben de bu coşkuyu heyecanı kendim bilebilirdim…
Yaklaşık iki buçuk saat süren kongrede salonun sigara, çay içmek için olsa da boşalmadığını, insanların her bir saniyesini kaçırmamaya çalıştığını gördüm.
Deneyimli sosyalistlerle birlikte genç sosyalistlerin harmanlanması olgunlaşarak gerçekleşmiş gibi görünüyor. Elbette bilmek ile yapabilmek arasında ciddi bir fark var. Ben gibi ‘bilip’ de ‘başarısız’ olmuşlar, başarılı olmak isteyenler için can veriyor bu haller.
Benim açımdan çarpıcı olan bir başka durum ise konuştuğum kimi insanların TİP’te görevli oldukları halde daha önce hiç politika yapmamış olmalarıydı. Erkan Baş konuşmasında sola propaganda yapmayacaklarını anlatmıştı zaten. Ben de kongrede gördüğüm kadarıyla anladım ki söylediği şey bir temenni değil yapılan şeymiş... TİP sadece deneyimli olanları, sosyalistleri değil hiç politika yapmamış olanları da söz sahibi yapmış görünüyor. İşte bu en önemli olandı benim için. “Ne geçmiş tükendi ne yarınlar” diye Yeni Türkü’yü mırıldandığımı hatırlıyorum…
Çıkışta Gözde’nin arkadaşı ile karşılaştığımızda bize “Ben bırak beyaz yakalı olmayı bembeyaz yakalı birisi olarak buradayım, ekonomik nedenlerle değil bu heyecanın parçası olmak için, tercihen buradayım!” demesi gibi…
Aç Parantez’de beraber program yaptığımız Akın Olgun’un mahpus arkadaşı da koca salonda bizi buldu ve kısa bir süre görüştük. İnsanların onca acıya kedere rağmen hala siyaset yapabilmesinin olanaklarını sağlamak elbette pek değerliydi ki burada biz buluştuysak daha kimler buluşmuştu…
Kongreden çıktığımda İstanbul, İzmir, Antalya’dan otobüsler gördüğümde “Kesin Beylikdüzü, Avcılar, Çatalca da vardır” dedim. Öyle de oldu. İstanbul uzun zamandır şehirlerarası bir şehirdi. Dönüşte TİP’in şehirlerarası Beylikdüzü otobüsü ile yolculuk yaptım. O anda tanıştığım ve meraklı sorularıma verdiği cevaplardan daha önce hiç politika yapmamış olduğunu öğrendiğim TİP Beylikdüzü Örgütünden Suna ve arkadaşı beni evime gitmek için binmem gereken durağa kadar uğurladı. Beni ‘örgütlemek’ için değil insanlık için yaptığını iliklerime kadar hissettim. Bazen deneyimsiz olmak daha iyi olabiliyor pekala…
TİP’in adıyla müsemma kongresinde Erkan Baş, kuruluş dönemini bitirip müdahale dönemine geçtiklerini anlatıyor, bundan sonra talep eden değil yapan olmanın sözlerini kuruyordu. Ülkenin üstünde dolaşan ‘hayalet’ şimdi bedenini kitlesel olarak bulacak mıydı?
Sahne alan işçiler ve temsilcileri, sağın bize gösterdiği geleceği değil solun geleceğini anlatıyordu.
Sol ‘efsanelerinde’ ve romanlarda geçen işçi önderleri, hatip, güçlü, etkili konuşmacılar sadece yöneticilerinde, vekillerinde değildi ve herkese ait bir yetenek olarak dağılmıştı. Nihayet yetenek, olanakların eşit tanınmasıyla da ilgiliydi. Sera Kadıgil, Erkan Baş kadar işçi temsilcileri de etkili konuşmalar yapmış, söyledikleri gibi yaşadıklarını hissettirmişlerdi…
İstinpoli’ye geçmişle girdim gelecekle çıktım…
Tam olarak böyle yaşadım bir günü…