Muhalefete dair
Krupskaya’nın eşi ve Vasili, Yakov, Artyom’un babaları ile benzer düşünme zamanı…
Zafer İlken
Ruh sağlığımı koruma nedeniyle olsa gerek tüm haberleri izlememeye çalışsam da duyarsız kalamadığım bir gerçek. Ülkenin getirildiği perişan durumdan nasıl kurtulunabileceğine bireysel olarak kafa yormaktan vazgeçemediğim ve bu konuda sosyalist fikirlerimden ve ilkelerden bildiğimce yararlanmaya çalıştığım da bir diğer gerçek.
İşlevini neredeyse tamamen yitirmiş olan bir mecliste iki cesur yüreğin verdiği uğraşı büyük bir takdirle izliyorum. İktidar partisinin onlara karşı olan tepkilerinin artmasını da ciddiye alınmanın ve korkmaya başlamanın sinyalleri olarak görerek büyük mutluluk duyuyorum; bu şimdilik, elbette düzeni değiştirecek kadar büyük çapta bir karşı duruş değil, ancak çok önemli.
Beni sıkan ve umutsuzluğa iten esas konu ise, özellikle ana muhalefetin söylemden eyleme bir türlü geçemeyen ve sanki geçilmesi istenmeyen durumu. Sermaye yanlısı devletçi anlayışın egemen olmaya çalıştığı günlerden bugüne neredeyse tüm kazanımlarımızı yitirdik. Bir liste yapılsa kitap kalınlığında eder. Her şey bitti, sıra doğa harikası ve nesli tükenmek üzere olan hayvanlarımızın ihale yoluyla avlamak isteyenlere sunulmasına geldi. Endemik bitkilerimiz yıllar önce yabancıların talanına sunulmuştu; sadece Kaz Dağları bölgesinde yetişen bazı yabani bitkiler köylülerimize toplatılıp Alman ve Hollandalı firmalar tarafından ülkelerine gönderiliyor ve işlenerek bitkisel sağlık destek katkıları olarak dünyaya (ve elbette bize de) pazarlanıyordu. Ancak talanın boyutları o zamanlar bu kadar büyük olmadığı için sadece ilgili ve belirli bir kesim tarafından biliniyordu. Bir zamanlar gündeme düşmüştü, Brezilya’da kimsesiz sokak çocuklarını avlamak için safari partileri düzenleniyor ve Amerikalı zengin işadamları ekipleri ve tüfekleriyle bu partilere katılıyordu. Yakında buna benzer şeyler ülkemizde de olursa şaşırmayalım; üretimi olmayan bir ülke bu kafayla her şeyini satmak zorunda kalır, insanını bil! Emevi anlayışlı Araplar için insan nedir ki, cesedi çöle atılacak bir kütle …
Sanat, kültür, doğa, insanlık, gelenek gibi konularda hiçbir şey hissetmeyen insanlar topluluğunun egemen olduğu bir yönetimde, ”ODTÜ’ yü hayvanat bahçesi yapalım içine fındık fıstık atıp eğleniriz” diyen parti yöneticilerinin olduğu bir ülkede söylemden eyleme geçmeden hiçbir değişim olmaz; hatta yönetenlerin ekmeğine yağ sürersiniz: “Kim demiş bu ülkede muhalefet yok, bakın adamlar istediğini söyleyebiliyor” dedirtirsiniz.
Bu bağlamda baroların gösterdiği direnişi çok önemsiyorum ve takdirle karşılıyorum. Bu ciddi bir eylemdir ve sonuç getirmese de ses getirir. Sesler çoğaldığında ise, elbette bedeli olur ama gürültü de dayanılmaz hale gelir. Aynen Gezi’de olduğu gibi. Bu noktada bir eleştiri de kendi meslek örgütüme yapmak istiyorum. Üyesi ve bazı organlarının yönetiminde bulunmuş olmaktan onur duyduğum Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği (TMMOB) barolara benzer bir tepki verebilmek için neyi beklemektedir; paralel TMMOB yasasının Meclis komisyonunda ele alınmasını mı? Yoksa genel kurulda görüşülüp kabul edilmesini mi ?
Biliyorum biraz karamsar bir yazı oldu. Devam etsem daha çok yazacak şeyim var, ama bu kadarı yeter.
Son söz: Krupskaya’nın eşi ve Vasili, Yakov, Artyom’un babaları ile benzer düşünme zamanı…
Sevgiyle...