Mükellefiyet

Mükellefiyet

Bugün kimse yasa zoruyla madende çalışmak zorunda değil. Ama tarımın bir geçim kaynağı olmaktan çıkarılması, diğer iş kollarında yaşanan yoğun işsizlik, madende çalışmaktan başka alternatif bırakmaz gençlere. Gençler başka olanakları olmadığı için çaresizlikten girer kör kuyulara.

Mehmet Torun (Maden Mühendisi)

Mükellefiyet, binlerce kişinin kömür madenlerinde "zorunlu" çalışmaya tabi tutulmasıdır. 1840’lı yıllar. Zonguldak havzasında taş kömürü bulunur. Osmanlı’nın buharlı gemilerde kömür kullanımının elzem hale geldiği yıllar. Kömür çıkarılacak mutlaka. İlk zamanlarda Hırvat ve Karadağlı işçiler çalıştırılır ama daha çok işçiye ihtiyaç duyulur. Yoksul köylüler madenlerde zorla çalıştırılmaya başlanır. Köylüler topraklarından kopmak istemez ama bu durum egemenlerin umurunda bile değildir.

Mükelleflerin günlük çalışma süreleri yaptıkları işe göre 12 ile 16 saat arasında değişir. Günde iki öğün ve esasen kuru ekmekle beslenen işçiler, yeterli beslenemediklerinden vereme ve bağırsak enfeksiyonlarına, kömür tozu yüzünden akciğer hastalıklarına yakalanır. Derme çatma, pis barakalarda bit, pire içinde yatmak zorunda kalırlar. Yetersiz temizlik nedeniyle sıtma, tifüs, frengi, çiçek gibi salgın hastalıklar ölümlere sebep olur.

Analar, çocuklarına ettikleri duaların ardından içini manilere döker.

"Anala hergün ağla,
Mükellefin ardından,
Kimle zengin olmadı,
Mükellefin sırtından.

Mükellefin malayı,
Yağsuz misir unundan,
Beş okka kömür çıka,
Mükellefin donundan."

Maden Nazırı Dilaver Paşa’nın 1867 tarihli Nizamnamesi ile Ereğli Sancağı’nda yaşayan 14 ilçe halkından, 13-50 yaşları arasındaki hasta ve sakat olmayan erkekler için 6'şar ay zorunlu çalışma yükümlülüğü getirilir. Nizamname’nin 21. maddesi gereği günde 10 saat çalışmanın karşılığı ise komik bir yevmiye ve bu komik yevmiyeli işi kabul etmemek gibi bir durum ise asla söz konusu değil. Zorla çalıştırmaya tepki veren köylüler maden ocaklarından firar etmeye başlar. Bu kez de Bahriye Nezareti mükellef olan işçileri askere alarak asker statüsünde zorla çalıştırır.

Çaresizlik o kadar yoğundur ki bir nebze nefes almak için bile bile kendilerini yaralayıp hasta raporu almaya çalışılır. Hatta bu çalışma koşullarından kurtulabilmek için bileklerinden ellerini kesenler dahi olur. Yüzlerce işçi hayatını kaybeder, sakat kalır veya iş göremez hale gelir. Nice aileleri birbirinden ayırır, nice ocaklara ateş düşürür mükellefiyet. Bu acı yürekleri yakar, dillerde ağıt olur.

"Zonguldak treni hem ileri hem geri,
Kör olasın mükellef dul ettin gelinleri"

Bu kadar zulüm şiirlere, türkülere de yansır:

"Mükellefin urganı,
Terli olur yorganı,
Mükelleften kurtulan,
Çifte kessin kurbanı."

Kurbanlar kesilse de kurtulmak kolay olmamıştır elbette. 1920 li yılların başına kadar sürer bu çile. Ancak 1940 yılında İkinci Paylaşım Savaşı koşulları içinde devlet, artan iş gücü sıkıntısını aşmak için Milli Koruma Kanunu’nu çıkarır. İkinci Mükellefiyet Dönemi başlamıştır artık. Bu tarihten sonra Dilaver Paşa Nizamnamesi'ne göre daha baskıcı yöntemler geçerli olur.

28 Şubat 1940 yılında yayınlanan bir kararname ile Zonguldak kömür havzasında "İş Mükellefiyeti Müdüriyeti" kurulur. Görevli memurlar, muhtar aracığıyla köylerden işçi toplar. Maden ocaklarında çalışmak istemeyen kaçakları bulmak için Tahkimat Komutanlığı kurulur. Çıkarılan mükellefiyet kapsamında köylerdeki erkekler, muhtarlar vasıtasıyla mükellef memurlarına bildirilir. Köye gelen mükellef memurları gençleri gruplar halinde çalışacakları ocaklara gönderir. Mükellefiyetten kaçanlar ise jandarma tarafından kurulan Tahkimat Komutanlığı askerleri tarafından yakalandıkları anda asker gözetiminde kömür ocaklarına gönderilir.

Yasayı "İş Mükellefiyeti Takip Müdürlüğü" uygular. Çalışacak işçileri tespit etmek bu müdürlüğün görevi kapsamındadır. Bölge halkı nüfus memurlukları vasıtasıyla askere çağrılır gibi madenlere çağrılır. Mükellefiyet davetine uyulmadığı hallerde ise jandarma devreye girer ve "askeri zorlama" usulü ile şahıslar maden ocaklarına teslim edilir. Pranga ve dayakla, zorla çalıştırılan bu kaçaklar için askeri bir tümen de kurulmuştur.

Mükellefiyet uygulaması sadece Zonguldak’ta değil linyit kömürü rezervine sahip Tavşanlı'da da yaşanır. 1940'ta çıkarılan Milli Korunma Kanunu gereğince getirilen iş mükellefiyeti doğrultusunda köylü erkeklerle, cezaevlerindeki hükümlüler kömür ocaklarında zorla istihdam edilir. Askerlik çağına gelenler, muhtarların belirlediği kişiler ve vergi borcu olan köylüler, kömür ocaklarında çalıştırılır. Bunların pek çoğu iş kazalarında yaşamını yitirir. Köylerinden, illerinden zorla getirilip madenlere sokulanların hayatı tamamen değişir, kimileri bir daha doğdukları yerlere dönemez.

Mükellef işçilerin acıları türkülere yansır:

"Mükellef ilan oldu gelin dediler,
Cehennem deliğine girin dediler,
Yeni de kartımı aman elime de verdiler,
Aman da beyim vay efendim bu nasıl emir,
Kapandı kapılar sürüldü demir,
Aman da beyim vay efendim künyem yazıldı,
İlet mezarlığına kabrim kazıldı." (Anonim halk türküsü, Kütahya/Tunçbilek)

Bir başka türküde;

"İplikten mi olur tepe, 
Dayının adı mı olur efe,
Böyle meşakkat çekeceğimi bilseydim, 
Gider miydim mükellefe" dizeleriyle başlayarak, dönemin acılarını yansıtır.

Günümüzde durum şekil değiştirse de öz olarak aynı. Bugün kimse yasa zoruyla madende çalışmak zorunda değil. Ama tarımın bir geçim kaynağı olmaktan çıkarılması, diğer iş kollarında yaşanan yoğun işsizlik, madende çalışmaktan başka alternatif bırakmaz gençlere. Gençler başka olanakları olmadığı için çaresizlikten girer kör kuyulara. Madende bir oğlu ölen, diğeri yaşayan bir ananın iş kazası sonrasında kaygıyla "Madeni kapatmazlar değil mi?" diye sorması ya da "Kredi kart borcum çok, madene inmek zorundayım" diyen genç maden işçisinin sözleri, umutsuzluğu ve çaresizliği gözler önüne seren birkaç örnek sadece.

Şekil değiştirmiş mükellefiyeti, ağır sömürüyü, daha örgütlü ve güçlü bir mücadele olmadan ortadan kaldırmak mümkün gözükmüyor. Nazım Usta’nın dediği gibi, "Onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman" değişecek her şey.