Murat Gevrek yazdı | İzmir'den bildiriyorum: Bayraklı'da hayat sessiz bir korkuyla devam ediyor
"Geçen sürede imkânı olanlar kendi düzenlerini bir şekilde kurarken geriye kalan ve hayatta kendi emeklerinden başka tutunabilecek dalı olmayan emekçi aileleri, işsiz aileler halen dağıtılan çadırlarda gecenin soğuğu ile baş etmeye çalışıyorlar. Bir şekilde hayat devam ediyor. Düzenleri, huzurları ve hayatları altüst olan bu insanlar, bulundukları belki de birçoğunun çocukluklarını geçirdiği bu mahallerden uzaklaştırılıyorlar."
Murat Gevrek
Bugün 8 Kasım 2020 günlerden Pazar; depremin üzerinden dokuz gün geçti. Bayraklı'da hayat sessiz bir korkuyla devam ediyor. Tıpkı karanlıktan korkan bir çocuk ürkekliğinde insanlar, karanlığın kendinden değil içerisinde ne olduğunu bilmediğimiz için korkuyoruz.
Ardı ardına devletten açıklamalar geliyor fakat verdiği hiçbir sözü tutmamış ve mağduru olduğu durumdan daha mağdur bir hale getiren bir devlete karşı İzmir halkı olarak hiçbir güvenimiz yok. Ve işte bu güvensizliğimizin 7 kasın 2020 itibarı ile haklı olduğu kendini göstermeye başladı.
Geçen sürede imkânı olanlar kendi düzenlerini bir şekilde kurarken geriye kalan ve hayatta kendi emeklerinden başka tutunabilecek dalı olmayan emekçi aileleri, işsiz aileler halen dağıtılan çadırlarda gecenin soğuğu ile baş etmeye çalışıyorlar. Bir şekilde hayat devam ediyor. Düzenleri, huzurları ve hayatları altüst olan bu insanlar, bulundukları belki de birçoğunun çocukluklarını geçirdiği bu mahallerden uzaklaştırılıyorlar. Evet uzaklaştırılıyorlar. İlk etapta valilik kararı ile onlara ulaşan yardın eli kırılıyor, AKP zihniyetinin nobranlık hastalığı çirkin yüzünü bir defa daha sergilemeye başlıyor; “Sadece biz yaparız."
Bütün yardımlar Kızılay bünyesinde toplanıyor. Burayı özellikle vurguluyorum; yardımlar Kızılay ile koordinasyonlu değil, Kızılay’da toplanıyor. Kolluk kuvvetleri yurttaşların yardımlarını Kızılay adına el koyuyor. Kendi halkıyla dayanışamayacaksa sivil toplum kuruluşları niçin var, niçin belediyeler aracılığıyla sivil toplum kuruluşları, dernekler ve hatta tarikatlara, vakıflara tonlarca para aktarıldı. Hangi zihniyet afeti yaşayan bir belediyenin kendi halkına yardım yapmasını engelleyebilecek kadar nobranlaşabiliyor. Ve işte yine o toplumsal teolojinin bize dayattığı o iğrenç hastalık yeniden ortaya çıkıyor “kader."
Deprem bölgesinde ki insanlara ilk etapta battaniye, giyim gibi tüketim ve kullanım malzemeleri göndererek yapılan yardımlar elbette önemli ama peki bu vicdanımızın rahatlaması için yeterli mi? Benim değil. Evet belki bir nankörlük olarak görülecektir bu, belki bizim elimizden gelen budur diyebilirsiniz bana ama vicdanlarınızda ki en büyük yükün çaresizlik olduğunu göremeyecek kadar körsünüz o zaman. Susmakla başlar her şey görevini yapmayan ve yaptığı her şeyi bir propaganda aracı gibi kullanan bir anlayışa karşı susmakla başlar her şey. İşte vicdanlarımızı rahatsız etmeyesi gereken konu tam da budur.
Manavkuyu bölgesi İzmir’in göbeğinde bulunan ve rantsal açıdan çok 'değerli' bir semtimizdir. Konak, Basmane, Çankaya gibi İzmir’in iş gücünün yoğun olduğu kesimlerde artık kendi yükünü, trafiğini kaldıramadığı için bu güç ve enerji Bayraklı’ya kaymaya başladığı bir dönemde rantsal değerinin hızla ivme kazandığı bir gerçekle karşı karşıyayız. Tam da böyle bir geçiş dönemine denk gelen bu deprem rantla beslenen fırsatçı devlet burjuvazisinin ve saray destekli müteahhitlerin büyük bir hazla vasat bir Yeşilçam sineması kötü adamları edasında olduklarına eminim.
Tam bu noktada yardım severlik oyunu başladı. Depremzedelere konut yardımı sözleri dillendirilmeye ve yayılmaya başladı. Saraya bağlı medya bakanların sözde müjdesini kocaman puntolarla gazetelerine, satırmış tellalları ile televizyonlarda bağırmaya başladı.
İşin gerçeğini öğrenmek ister misiniz? Burada Bayraklı’da, Smyrna meydanında deve güreşleri yapılan bir alanımız var. Şimdi yapılan uygulana insanların hayatlarını geçirdiği mahallerden uzak. İzmir nüfus olarak metropol olsa da aslında yaşayan insanlarının kendi küçük çevrelerinde hayatlarını idame ettikleri, kendi mutlulukları ve huzurlarını kimseye muhtaç olmadan yaşadıkları bir toplumsal yapıya sahiptir. İzmir halkı için huzur her şeyden önemlidir.
İşte bu sosyolojideki insanları önce bu mahallerden koparıp bahsettiğimiz Smyrna meydanındaki alana kurulacak çadır kentlere yerleştirip kışı orada hiçbir yardım kuruluşunun giremeyeceği, kimsenin görüntü alamayacağı tıpkı bir mülteci kampı gibi izole edilmiş durumda geçirmeleri sağlanacak. Ayrıca yeni yapılan devlet hastanesi otobanın diğer tarafında. Ulaşımı sıkıntılı ve Bornova’nın köylerinden Laka köyü yakınlarında TOKİ tarafından yaptırılan binaların yarısı devlet tarafından karşılanarak yerleştirmek gibi plan içindeler. Konu esasen şudur; yapılan yatırımlar kazanç bazlı olarak beklenen ilgiyi görmemiş durumda olduğundan hem orada ki konut stokunu bir şekilde eritip gelire dönüştürmek, hem de İzmir’in en değerli yerlerinden biri olan Manavkuyu mahallesini bir rant alanına çevirerek yağmalamak.
İşte oynanan yardım oyunun arakasında ki plan budur. Kesinlikle burada bir yerinde dönüşüm söz konusu değil, şehrin nezih bir mahallesinde yaşam mücadelesi veren halkın şehrin daha ücra bir köşesine sürgünü söz konusudur. Yeni rant alanları oluşturmak ve İzmir’i İstanbullaştırmak projenin bir ayağıdır. Bütün yardım ve gönülleri hatta belediyenin depremzedelerle ilişkisini kesip bu mağduriyeti kendileri ait bir zorunluluğa dönüştürerek bu acıdan siyasi ve rantsal kazanç elde etme planları devreye girmiştir.
Bunları bugün yazmamın nedeni süreci izleyip, artık gerçeği görmenizdir. Bu sürecin tamamı gözümüzün önünde yaşanacak ama hiç birimiz yine göremeyeceğiz. Bir başarı öyküsünü televizyonlardan izleyip vicdanımızı rahat bir şekilde hayatımıza devam edeceğiz.