Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra, emperyalizmin en önemli siyasi ve askeri ittifakı olan NATO, görev krizi ile karşı karşıya gelmişti. Bu doğrultuda 90’lı yılları, emperyalizm açısından bu krize çözüm arayışları olarak da okumak pekala mümkündür.
Bu dönemde, global ölçekte küreselleşme egemen ideoloji haline gelirken NATO da buna uygun bir görevlendirilmeye ve dizayna tabii tutuldu. Bu görevlendirme ve dizayn çalışmaları, önce Kosova’nın işgali ile test edildi, Afganistan’ın işgali ile de uygulamaya konuldu. Bu dönemi kapatan gelişme ise; 2008’de başlayan krizin giderek kronik hale gelişi ve bu bağlamda emperyalist sistemin siyasal mimarisinin gelişmekte olan yeni güç odakları tarafından değişime zorlanmasıydı.
İşte böylesi bir dünya ahvalinde gerçekleşen Varşova Zirvesi, 2020 yılında açıklanması planlanan NATO’nun yeni strateji konseptine dair ipuçları vermesi açısından da oldukça önemli. Dolayısıyla, Serhan Kayır’ın geçen hafta İleri Görüş’te genel çerçevesine oturttuğu1 Varşova Zirvesi’ne biraz daha yakın bakmak, emperyalistlerin krizden çıkış yolları bulma adına önümüzdeki yıllardaki yönelimlerini de anlaşılabilir hale getirecektir. Bununla birlikte, Varşova Zirvesi ile somutlaşan güncel durumun daha sağlıklı yaklaşabilmek adına çok daha detaylı bir analizi İleri Görüş’ün yakın zamanda yapmayı planladığı emperyalizm dosyasına bırakarak, Leninist emperyalizm teorisine dair bir hatırlatma yapılmasında fayda var.
BİR HATIRLATMA
Hatırlatma Leninist emperyalizm teorisine içkin olan iki eğilime; sermayenin küresel entegrasyonu ile devlet-sermaye arasındaki entegrasyonuna dairdir. Bu iki eğilimin hatırlatılmamızdaki amaç, kapitalist üretim tarzına dair Marksist açıklamaların devletler sistemine uygulanmasının içinden geçilen krizli dönemi anlamlandırılmasında oldukça yararlı bir zemin sunmasından kaynaklanıyor. Bu zemin, jeopolitik anlaşmazlıkların, emperyalistler arasındaki rekabetin önemi hala geçerliliğini koruduğuna dair bir mim düşürmesi açısından da oldukça yararlıdır. Bugün hala emperyalist kapitalist sistem içerisinde ABD ve diğer emperyalistler arasında hem askeri hem de ekonomik güç asimetrisi mevcut olsa da giderek kronik hale hale gelen ‘kapitalist kriz’ düşünüldüğünde kapitalist devletler arasındaki çıkar çatışmalarının ve jeopolitik mücadelelerin ciddi bir oranda artma eğiliminde olduğunu söylebiliriz. Solda kimi zaman jeopolitik çatışmaların fazla abartıldığını kabul etmekle birlikte, Rusya’nın hinterlandında konsolide olması, Ortadoğu’da giderek artan hegemonyası ve Güney Çin Denizi’ndeki dozajı giderek artan sürtüşmelerin varlığı, bölgesel düzeyli çatışmalar riskini ciddi biçimde barındırıyor. Bu hatırlatmadan hareketle, Varşova Zirvesi’ne damgasını vuran strateji arayışlarına daha yakından bakabiliriz.
YENİ SALDIRGANLIK İDEOLOJİSİ
Küreselleşme ideolojisinin ve onun NATO özelindeki yansıması olan ‘insancıl emperyalizm’in2 aldığı ağır yenilgi sonrası, özellikle uluslararası ilişkiler ve dış politika alanında kalem oynatan burjuva ideologları tarafından emperyalizmin çoklu krizi bağlamında ‘Yeni Saldırganlık İdeolojisi’ (YSİ) dolaşıma sokuldu. YSİ özellikle, Suriye ve Ukrayna krizlerinde Rusya’nın askeri kapasitesinin artırarak Arktika, Karadeniz ve Akdeniz’deki üslerin,i füze ve hava savunma sistemlerini teknik ve hız açısından geliştirilmesi, ciddi bir yatırım yaptığı deniz kuvvetleri üzerinden güç aktırım yeteneği sergilemesi, Çin ile ABD arasında Güney Çin Denizi’nde şiddeti giderek artan sürtüşmenin varlığı, YSİ’nin NATO’nun yeni ideolojik konsepti olarak hızlı bir biçimde kabul görmesine olanak sağladı.
YSİ temelde, emperyalist sistemin siyasal mimarisinde açısından dengesizlik unsuru olarak kabul edilen yükselen bölgesel güçlerin varlığına dayanıyor. Emperyalist sistem içinde şimdilik siyasal mimariyi değiştirme gücü bulunmayan bu bölgesel güçler, barındırdıkları potansiyel düşünüldüğünde emperyalist sistemin merkez güçleri tarafından çevrelenmesi gereken güçler konumdadırlar. Buna karşılık olarak yükselen güçlerin bu çevrelemeyi bertaraf etmeyi öncelikli strateji(ler) haline getirdiklerini görebiliyoruz. Örneğin, 31 Aralık 2015’te Putin tarafından kabul edilen Rusya Federasyonu Güvenlik Strateji Belgesi’nde geçen ‘’[...] ABD ve NATO’nun artan güvenlik altyapısı nedeniyle yeni bir çevreleme politikası peşinde oldukları’’3 cümlesi bu strateji(leri)n öncelikli hale gelişinin en somut ifadesidir.
Burjuva ideologları işte bu strateji(leri) ‘Yeni Saldrganlık’ olarak tanımlıyorlar. Bu tanıma göre Yeni Saldırganlık, merkez güçlerin hareket serbestliğini sınırlı bir saldırganlıkla minimal seviyede tutarak elde edilen kazanımlar üzerinden temelleniyor. Yine burjuva ideologlarına göre bu strateji(ler); merkez güçlerin alana girişini olabildiğince imkansızlaştırmayı hedefliyor. Eğer bu hedef başarısız olursa da, bahsi geçen alana girişi merkez güçler açısından olabildiğince maliyetli hale getirmeyi önceliklendiriyor. Tam da bu açıdan, Varşova Zirvesi, YSİ’nin emperyalist sistemin merkez ülkeleri tarafından çevre ve yarı-çevre ülkelere kabul ettirilmesinin başlangıç noktası olması açısından da önemli hale geliyor.
ZİRVENİN ANA KONUSU: RUSYA
Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte, eski Sovyet coğrafyasının kapitalizme eklemlenme sürecinin hayli sert biçimde yaşanması, emperyalist-kapitalist sistemin bu coğrafyaya ama özellikle Rusya’ya bakışında göreli bir ‘detant dönemi’nin yaşattı. Bu dönem NATO özelindeki yansıması ise, Soğuk Savaş’a damgasını vuran İleri Savunma (Forward Defense) stratejisi doğrultusunda Avrupa’ya yerleştirmiş olduğu askeri varlığını kaldırmasıydı. Özellikle Rusya’da yaşanan sert kapitalizme eklemlenme sürecinin, Rusya’yı sıradan bir kapitalist ülke duruma getireceğine duyulan güven, önce Ukrayna’da daha sonrasında ise Suriye’de devam eden krizle birlikte sarsılmış oldu. Ukrayna ve Suriye krizleri emperyalist merkezlere Rusya’nın yeni kapasiteler elde ettiğini gösterirken diğer yandan da Baltık ve Karadeniz’de var olan statükoyu sınırlı biçimde de olsa değiştirerek yeni bir rekabet ortamının oluştuğu mesajını NATO’ya verebileceğini gösterdi.
Rusya söz konusu olunca, tarihsel açıdan rusfobik devletler olarak tanımlanabilecek Orta Avrupa ve Baltık ülkelerinin, YSİ’yi hemen kabul etmeleri de geçikmedi. O kadar öyle ki; YSİ bağlamında, zirvede Polonya’ya 1000 ABD askerinin, Baltık ülkelerinden Letonya Kanada askerlerinin, Estonya’ya ise Alman askerlerinin konuçlanması karar altına altına alındı. Bu karar bize; NATO’nun YSİ çerçevesinde, güvenlik teminatı (assurence) vermekte olduğu noktadan somut olarak caydırıcılık (deterence) ve savunma (defence)ya dönük tedbirleri devreye soktuğu bir aşamaya geçiş yaptığını gösteriyor.
Diğer yandan, YSİ’nin ittifakta periferi konumundaki ülkelerin ikna edilmesinde oldukça işlevli olduğunu söylemekle birlikte, kimi çekincelerin de gün yüzüne çıktığını söylebiliriz. Bu çekinceler her ne kadar bir yarılmaya sebep olmasa da ittifak içindeki çatlakları görünür kılması açısından oldukça anlamlıdır.
Öncelikle Rusya, Suriye’deki krize müdahil olmadan önce; Doğu Avrupa - Güneydoğu Avrupa ülkeleri ile merkezi konumdaki ülkelerle geliştirdiği enerji, ticaret anlaşmaları ve rejimlerin devamlılığına ilişkin verdiği desteklerle bu çatlakları yarattı. Diğer yandan, ittifaktaki asıl önemli çatlağın nedeni Rusya’nın Macaristan, Yunanistan ve Arnavutluk hattında gerçekleştirdiği hamlelerdir. Şimdilik bu üç ülkenin Rus doğal gazının Avrupa’ya taşınmasında oldukça kilit bir pozisyonda olduğunu söyleyelim.
VARŞOVA ZİRVESİ'NDE AKP/SARAY REJİMİ
AKP/Saray Rejimi’nin Zirve’den hangi sonuçlarla döndüğüne geçmeden önce NATO’nun formel yapısına ilişkin bir bilgi vermekte yarar var. NATO; doğu ve güney olmak üzere kanattan oluşan bir yapılanma. Türkiye, coğrafi konum açısından bir güney kanat ülkesi. Bu bilgiyi vermemizin asıl nedeni ise, Varşova Zirvesi’nde alınan kararlarda ‘güvenliğin bölünmezliği’ ilkesinin yer almış olmasıdır. Güvenliğin bölünmezliği ilkesi ile kast edilen husus; her ne kadar zirvenin asıl konusu Rusya ve dolayısıyla doğu kanadı olsa da herhangi bir olası çatışma durumunda kanatlar arasında bir ayrım yapılmayacak, güvenlikleri NATO tarafından sağlanacaktır. Bununla birlikte, AKP/Saray Rejimi’nin bu türden bir kararın varlığı oldukça önemli olsa da AKP/Saray Rejimi’nin Suriye’den gelecek saldırılar bahanesiyle Rojova’ya ilişkin ileri sürdüğü talepler zirvede hiç de alıcı bulmadı. Bunun en tipik örneği ise, Saray Rejimi’nin güvenli bölge talebinin aksine sonuç metninde geçen bölgenin bir an önce istikrara kavuşturulması için Irak ve Ürdün vb. ülkelerin askeri kapasitelerinin eğitilmesi ve modernize edilmesi kararıdır.
Diğer yandan, Zirve’de temel konunun Rusya olması, Saray Rejimi’nin bölgeye ilişkin olarak istediklerini tam olarak alamaması, bazı bölgesel işbirliklerinin, örneğin Türkiye- Suudi Arabistan-Katar-İsrail ittifakının daha fazla insiyatif alması anlamına da gelecektir.
SON SÖZ YERİNE
Varşova Zirvesi, pek çok açıdan bakıldığında NATO için strateji arayışını simgelemektedir. Bu strateji arayışının varlığı bile emperyalizmin çoklu krizine işaret etmesi açısından oldukça önemlidir. Diğer yandan, sermaye sınıfları krize; TTIP/TIP anlaşmaları, devletin ve ulus devletlerin yeniden yükselişe geçmesi... ile somutlanan otoriterleşme dalgasıyla karşılık vermeye çalışıyorlar. Bu karşılık verme sürecinde, NATO’nun üstleneceğini role dair ipuçlarını Varşova Zirvesi’nin karar metninde görmek mümkündür. Bu noktada, Varşova Zirvesi ile açılan süreci yakından takip etmek bizler için çok daha önemli hale geliyor.
NOTLAR:
[1] http://ilerihaber.org/icerik/liderler-zirvesi-toplandi-varsova-natoya-rusyayi-hatirlatti-56628.html
[2] http://ilerihaber.org/insancil-emperyalizm-ve-liberal-sol-cagdas-oklap/19171/
[3] http://static.kremlin.ru/media/events/files/ru/l8iXkR8XLAtxeilX7JK3XXy6Y0AsHD5v.pdf (Rusça’dan çeviren Avaz Hüseyinov)