Ergun Çağlayan - İleri Görüş
Sarayın ekonomi danışmanı Yiğit Bulut, TRT’ye verdiği demeçle uzun süredir kulislerde konuşulan hamleyi başlattı ve İş Bankası’nı hedef gösterdi. Hukuki ve iktisadi zemini sıfıra yakın olan bu suçlamanın siyasi gerekçelerinin ne olabileceğine geçmeden önce bankayı kısaca özetlemek gerekirse:
30 milyar TL'lik özkaynak var, bankacılık sistemi özkaynağının yaklaşık sekizde biri ile birinci sırada! (İkinci Ziraat, üçüncü Garanti ve dördüncü Akbank’ın büyüklükleri birbirine çok yakın. Her biri sekizde bir ile mevduat bankacılığının yarısını oluşturmaktalar.) Kurumsal kredileri çok kuvvetli ve sanayi sektörüyle köklü ilişkilere sahip. İlk bakışta bir holding yapısına sahip görünse de bankacılık faaliyetleri çok baskın: 8,5 milyar lira değer biçilen iştirakleri aktifleri içinde yalnızca yüzde 3'lük bir paya denk geliyor.
İş Bankası bir anonim şirket. Şirketler hukukuna göre eşit paylara bölünmüş olan şirket sermayesinde her pay, imtiyazına göre yönetimde oy ve kârdan pay alma hakkına sahiptir. Şirketin yönetimi genel kurullarda hisse sahipleri tarafından belirlenir. Hiçbir şahıs veya kurum, çoğunluğa sahip değildir ve yönetim kurulunu, uzun vadeli kâr maksimizasyonu hedefine tüm hissedarların katıldığı genel kurul seçer.
Hisse mülkiyeti, kapitalist mülkiyetin en kutsal hakkıdır çünkü sermaye mülkiyetinin ve sermayenin merkezileşmesinin gelişkin kapitalist ülkelerdeki temel mekanizmasıdır. Türkiye gibi patron ailelerin şirketlerde boru öttürdüğü geç kalmış bir ülkede kapitalizmin daha ileri bir aşaması sayılabilir. En azından ilk bakışta! Biraz daha derine inersek:
Bankada hisselerin hiçbir grubu kamuya ait değil. Üç ana hissedar grubundan söz edebiliriz. Bunların hiçbiri tek başına çoğunluğu temsil etmiyor. Birincisi İş Bankası Personel Munzam Vakfı'dır. Yaklaşık yüzde 40 payın sahibi İş Bankası Vakfı, personel tasarruflarının yönlendirildiği bir sandıktır. Bu hisselerin kamulaştırılması, özel mülkiyete tecavüz yani kapitalizmin anayasasının ihlali. Bankacılık kanunları ise, ancak yönetim görevini kötüye kullanırsa, geçici olarak hisselerin yönetim hakkını kamuya devretmek şeklinde müdahale edebileceğine hükmediyor.
Yüzde 28 paya karşılık gelen CHP'nin mülkiyeti ise miras hukukuyla ilgili, yani CHP'nin Atatürk'ün mal varlığı olan hisseleri vasiyet gereği devralmasıyla ve aynı vasiyet gereği kâr paylarını RTE emrindeki Türk Dil ve Tarih Kurumlarına bırakması şeklinde. Bir siyasi partinin bir banka sahibi olamayacağı şeklinde bir düzenleme yok. Ayrıca İş Bankası'nın tek parti döneminde ekonomik büyümenin ana finansman kaynağı olduğu düşünüldüğünde "sermaye kayırıcı" bir işlevi olduğundan CHP'nin böyle bir pozisyonda bulunması mantıksız değil.
Özal dönemiyle birlikte 1980'lerde gelen banka liberalizasyonuyla form değiştiren kapitalist düzende "yadırgatıcı" kaçmaya başlayan 35 yıldır dönem dönem gündeme getirilen CHP'nin İş Bankası hissedarlığı, kilitlenmiş bir konu. Hisselerin "halka" satılması da zor, çünkü yönetimde sembolik bir sandalyeyle temsil edilen, kâr payı alamayan hisselerin kazandırma potansiyeli de yok! Bu durumda Yiğit Bulut, bu hisselerle ilgili olarak Atatürk'ün vasiyetinin iptal edilmesi yolunu öneriyor olabilir. Bu durumda temettülere ve oy haklarına yeniden kavuşacak olan hisseler, büyük ve küçük sermayedarlara satılabilir hale gelir.
Zaten üçüncü hissedar grubu, azıcık kalan küçük yatırımcılar, yabancı sermaye fonları ve emeklilik fonları başta kurumsal yatırımcılardan oluşan borsa aracılığıyla hisse almış kurum ve şahıslar. Bunların payı yaklaşık yüzde 32.
CHP hisselerinin pasif olması ve halka açık hisselerin binlerce kişi ve kurum tarafından paylaşılması, İş Bankası personel munzam sandığının yönetim üzerinde yüzde 40 hisseyle güçlü bir yönlendirici etkiye sahip olmasına neden oluyor. Peki bu sandık nasıl bir kurum? Güngör Uras'tan aktarıyorum (http://www.milliyet.com.tr/is-bankasi-nin-sahibi-kim-/ekonomi/ekonomiyazardetay/14.04.2011/1377401/default.htm):
"Hâkim ortak Emekli Sandığı
Bankanın yönetimine hâkim olan “emekli sandığı” 1933 yılında kuruldu. Daha sonra kanunlara uymak için değişik statülere büründü. Şimdilerde vakıf statüsünde 2’ye ayrılmış durunda. (1) Emekli Sandığı Vakfı, (2) Munzam Sosyal Güvenlik ve Yardımlaşma Sandığı Vakfı. Bu iki vakfın da yönetim kurulu başkanlığına İş Bankası genel müdürleri, başkan yardımcılıklarına genel müdür muavinleri getiriliyor.İyi de bu nasıl iş? Bankanın genel müdürü, banka sermayesinin hâkim ortağı emekli sandığının başkanı. Sonra da sandığın başkanı olarak bankanın genel müdürü. Bu durumda bankada kim kimi tayin ediyor? İşte burada devreye Basisen giriyor. Basisen 1964’te Tibaş adı ile Türkiye İş Bankası’nda bir işyeri sendikası olarak Sendikalar Kanunu hükümleri çerçevesinde kurulan bir sendika. İş Bankası’nın tüm çalışanları bu sendikaya üye. Sendika tüm çalışanlar için İş Bankası Genel Müdürlüğü ile toplu sözleşme yapıyor. Çalışma şartlarını belirliyor."
Yiğit Bulut, TRT konuşmasında esas derdinin İş Bankası'nın "medya baronları"nı fonlaması olduğunu açığa vuruyor. Hemen aklımıza Aydın Doğan geliyor. Güngör Uras'ın anlattığı mekanizmaya göre Basisen etrafında dönen ve kredi tahsisinde etkili olduğu iddia edilen ilişkilere açıktan bir müdahale söz konusu.
AKP'nin Atatürk'ün vasiyetini iptal etmek dışında yapabileceği tek şey, İş Bankası üzerinde baskı kurarak "siyasi" olduğunu iddia ettiği yönetim mekanizmasını yine "siyasi" olarak sindirmek...
Amaçlarından biri Aydın Doğan ile uğraşmak ise ikincisi hâlâ bir holding yapısında olan bankanın sanayi iştiraklerinin (Şişe Cam Holding şirketleri başta olmak üzere) mülkiyetinin "uygun fiyatla" yandaş sermayeye aktarılması olabilir. Ve tabii ki nihai amaç, kuruluşundan beri büyük sermayenin finansmanı için set edilmiş bir bankanın orasından burasından ısırılarak, vakıf hisselerini yönlendirmek suretiyle iktidarın tercih ettiği yandaşlara finansman yapılmasının sağlanması...