Asgari ücretin yükseltilmesi talebinin düzen tarafından ciddiye alınması. Japonya ve ABD başta, özellikle 2008 krizi esnasında hızlanan, reel ücretlerdeki düşme eğiliminin önüne geçilmeye çalışılması. Gelişkin kapitalist ülkelerde, düzen içi olmakla birlikte düzenin son on yılda içine girdiği temel yönelimleri radikal kimi noktalarda da zorlam ihtimali olan solcu adayların daha fazla öne çıkmaya ve burjuvazi içinden ciddi destek görmeye başlaması. Bir de Snowden, WikiLeaks ve en son Panama Belgeleri olaylarında görüldüğü üzere kapitalizmin “kirden çalışamaz hale gelme” eğilimine karşı temizlik önlemlerini güçlendirme ve radikalleştirme eğilimine girmesi.
Bu üç dinamiğin emperyalizm, krize karşı önlemler ve sürdürülebilirlik ekseninde birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Sermaye düzeni, gerek kâr oranlarının azalması eğilimine, gerekse eksik tüketim yasasına karşı bazı yanıtlar üretebilmiştir. Burada giremeyeceğimiz ama çoğumuzun uzaktan da olsa duymuş olabileceği bu tartışmalarda genel eğilim, kısa ve orta vadede krizleri geciktirmesini sağlayabilecek kimi iyi yöntemler bulduğu, fakat tüm bu reflekslerin, uzun vadede kaçınılmaz olan kapitalist krizi ertelerken aynı zamanda daha da derinleşmesine yol açacağı yönünde.
BÜYÜK KRİZDEN SONRA YEDİ YIL
2008 krizinin en önemli özelliği, zincirleme batışlarla karşılıksız kalmış kredilerin bankaları batırmasının önüne geçmek için para sisteminin devasa boyutlarda büyütülmesidir. Batık borçlu tedrici bir şekilde tasfiye edilerek tekellere yem edilirken, alacaklı olan banka, borcun kamu tarafından üstlenilmesiyle kurtarılmıştır.
Bu mekanizmadan tekelci kapitalizmin olağan dönemlerdeki merkezileşme eğiliminden çok daha hızlı bir tekelleşme süreci ortaya çıkmıştır. Geride bıraktığımız kriz sonrası yedi yılda tekellerin hem pazar payları artarken hem de kâr oranları tarihi seviyelere yükselmiş oldu. Tekelleşme eğilimindeki bu yükseliş başka bir eğilimle paralel gitti: Mali sektörün ağırlığının artması. Mali olmayan tekeller, örneğin bilişim teknolojileri, otomotiv, silah sanayi; tekelleşme, birleşme gibi süreçlerin hızlanması ve kâr artışı sayesinde pastadan finansa pay vermeye bu süreçte ses etmemiş oldular. Bir yanlış anlaşılmaya karşı önlem olarak tekrar vurgulayım: Burada kapitalist sistemin ortalama kâr oranında bir artıştan söz edilmiyor, bu düşüyor. Tekellerin, büyüklerin kâr artışından söz ediliyor.
Ama geldiğimiz aşamada artık kâr oranlarındaki artış büyükler için de sona erdi. Bankalar ise, kötü giden, istenen sonucu vermeyen her genişleme politikasının kazananı oldular. Devasa boyutlarda şişen bankacılık sistemi “batık” denen şeyi unuttu. Daha önce yazdığım gibi ortalığı “zombi şirketler” kapladı.
Kendisine ‘geçici bir süre idare edin, krizin hasarını tamir edip normalize edeceğiz’ denilen mali olmayan (reel) kesim, uzun yıllar tüketimin ve diğer yatırım koşullarının “normal”e dönmesini bekledi: Nafile! Şimdi taşan sabırlar, enflasyonist genişleme (helikopter para); kamu hizmetlerinin genişlemesi, altyapı yatırımlarında kamunun genişlemeci bütçeyle devreye girmesi gibi “modası geçmiş” kadim tartışmaları tekrar devreye sokuyor…
Bu ortamda asgari ücretin yükseltilmesi, her ne kadar liberal teorinin itici bulduğu bir konuysa da, en azından “normal enflasyon” denen yüzde 2 seviyeleri tutturulana kadar üstü kapalı bir şekilde meşru sayılmaya başladı. Kamuda selektif harcama artışı konusu ise gerek Corbyn’in gerekse Sanders’ın ısrarla üstünde durdukları ve mali olmayan tekellerin pazar sorununa da hitap etmesine çalıştıkları bir konu başlığı.
TEMİZLİK KAPİTALİZM İÇİN HAYAL Mİ?
“Temizlik” tartışmasının ‘iki yüzlü emperyalizm’ denip geçilmesinde önemli yanlışlık olabilir. Mali sektörle iç içe geçmiş önemli yolsuzluk usulsüzlük skandalları, kâr oranları düşmeye başlayan mali olmayan sektörlerde şımarıklık olarak algılanıyor ve siyasetçilere ciddi mesaj veriliyor (Herhalde bu mesajlardan en önemlisi Sanders kampanyasının ABD bilişim sektörü tarafından rekor desteklenme oranı).
Yolsuzluğun artı değer paylaşımında ciddi sorunlar ve aksaklıklar yaratması ve ekonomik büyümeye olan frenletici etkisiyle ilgili ciddi çalışmalar ve somut hesaplamalar var. Bu konudaki teknik literatür, örneğin bir on yıl öncesine göre fark yaratmış durumda. Bir de meselenin psikolojik boyutu var. Önemsiz, kısmi boyutta bile olsa, yolsuzluk ve hile olan yerde ekonomik başarısızlığın kaçınılmaz olduğu, en azından şirket bazında artık çalışma bakanlıkları tarafından benimsenmiş ve denetimlere hatta baskınlara yansıtılmış durumda.
Örneğin İngiltere’de personelin ortalama çalışma süresi kısalan, cinsel veya psikolojik taciz vakaları artan büyük şirketler doğrudan çalışma bakanlığı baskın ve incelemelerine tabi olmaya başladı. Genlerinde kâr maksimizasyonu için her şeyi meşrulaştıran, toplumsal çıkarlara uyumlu-aykırı diye referansları olmayan tekeller ile “temizlik kampanyası” arasında kalıcı bir uyum sağlanamayacağı ortada. Ama ortada en azından mevsimsel bir trend olduğunu görebiliyoruz.
SOL, "TEMİZLİK" İÇİN NE DEMELİ?
2008 krizi kapitalizmin meşruiyetini, belki 1980’lerin neoliberal saldırısı sırasındakinden çok daha fazla zedeledi. Krizin nedeni olan mail tekellerin adeta ödüllendirildiği bir süreçte önlemlerin işe yarayacağı vaadinin boşa düşmesi tekeller arasında ciddi huzursuzluk yaratıyor. Bunun içinden bir beklenti devşirilmesi elbette sağlıksız ve boş bir davranış olacaktır. Ancak iç pazarlıklarda meze olarak kullanılan gelir dağılımı eşitsizliğinin azaltılması, sağlık - eğitim - barınma hakkının en alttakiler için de garanti edilmesi, temel kamu hizmetlerinin bir kâr kaynağı olmaktan çıkarılması ve vergi adaleti gibi konular iki önemli özelliğe sahiptir: Bir, bunlar doğrudan solun esas alanına girmektedir, iki, bir sonraki dönemde bu konular, artı değer paylaşımı pazarlıklarının konusu olmaktan çıkınca burjuvazi tarafından tekrar sokağa terk edilecektir.
Bence yapılması gereken, tartışmaları hor görmeyip, kafayı meselenin ele alınma biçiminin samimiyetsizliğini afişe etmeye fazla takmayıp (elbette bunu da eksik bırakmayıp) doğrudan duhul olmak, bu konulara her ayrıntısıyla sıkı sıkı sahip çıkmaktır. Çünkü ancak böyle yapılırsa izleyen dönemlerde, mevzuyu sokağa atma eğilimi başladığında, geniş halk kitleleri solun alanının kapitalizmin, sermaye çıkarlarının dışına çağırdığını ve buna değebileceğinin ayırdına varabilecektir.