Onur Bütün yazdı | Metaları fetiş olmaktan çıkarmak: Bakım Manifestosu

Onur Bütün yazdı | Metaları fetiş olmaktan çıkarmak: Bakım Manifestosu

Bakım emeğinin kadınlar nezdinde çocukluktan itibaren kurulan şefkatli ve fedakâr olmak gibi nitelikler sebebiyle ve ilerleyen yaşlara hazırlanırken “kadınlık rolleri” kapsamına alınan en doğal yöntem ve işlevlere sahip, aynı zamanda “üstün yetenekli bakıcılar” a dönüştüğünü söylemek için uzun uzadıya araştırmalara en azından bu yazı açısından gerek yok.

Onur Bütün

“Pratik anlamda bakım-ya da Joan Tronto’non terimleriyle ‘birine bakmak’-başka bir ‘şey’den ya da metadan farklıdır, çünkü gerek bakım verenler gerek bakım alanlar ancak karşılıklılık, katlanma ve sabırla gelişebilecek bir ilişki içinde olduklarından çoğu kez her ikisi için de ‘zorluklar taşır’. Piyasa mantığının bu tür değerleri kavrayacak ya da ölçecek, bırakalım yeteneği, sözcük dağarcığı bile yoktur. Feminist iktisatçı Nancy Folbre’nin ifadesiyle, bakımın nasıl örgütlendiği ve aslında nasıl örgütlenmesi gerektiği söz konusu olduğunda, ‘görünmez elleri’ değil ‘görünmez yürekleri’ düşünüyor olmamız gerekir. Yani bakım ve merhametin gücünün piyasa tarafından dolayımlanan bireyselleşmiş öz-çıkarın gücüne her zaman üstün gelmesi gerektiğini tümüyle kabul etmeliyiz. Evrensel bakım modelimiz bu ekonomi paradoksunu çözebilmemiz için kilit bir adımdır.”[i]

Bakım emeği, şefkat emeği ya da daha kapsamlı bir kavram seti kullanırsam, ev içi emeğinin Marksist literatürdeki yeri, yani “yeniden üretim alanı” üzerine düşünmek için Bakım Manifestosu/Karşılıklı Bağımlılık Politikası adlı kitaptan söz ederek yazıma başlıyorum. Üstelik kitabın çevirmeni de Türkiye’de bu tartışmanın yürütülmesine katkılarıyla bildiğimiz feminist yazar/çevirmen Gülnur Acar Savran. Bir başka kitabı da bu bağlamda anmadan geçmemek lazım, Sylvia Walby’nin Patriyarka Kuramı isimli kitabı ve çevirmeni de yine bu meselelere kafa yoran Hülya Osmanağaoğlu.

Bakım emeği tartışması Türkiye’de son yirmi yılda, akademi içinde ve dışında daha çok kadınların yürüttüğü bir tartışma biçiminde yürüyor. Örneğin 2015 yılında Ankara Üniversitesi KASAUM (Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi) dergisi Fede “Feminist Eleştiri” yayımlanan, Özge Sanem Özateş Gelmez’in makalesi “Ailevileştirilen bakımın kürek mahkûmları: Evde bakım uygulaması kapsamında bakım veren kadınların deneyimleri” gibi makaleler ya da tezler üretiliyor. Bir başka örnek olarak, Başak Tuğsavul ve Özgün Akduran’ın yazdıkları ÇATLAK ZEMİN’de yayımlanan “Bir tarihsel izleğin peşinde: Eviçi emek” adlı yazı gibi, tartışmalara yer veren zihinsel ve pratik örgütlenme çeşitliliğini içeren yazılar verilebilir.

Yeniden üretim alanı aynı zamanda kapitalist piyasa açısından “görünmezlik halesi” ile tanımlandığı için hem tahayyül etmek hem de “ücretlendirme” tartışması yürütmek hep zor oldu. Eşitlikçi bir topluma yakınsak deneyimlere sahip olmayan bizim gibi coğrafyalarda düşünmenin önündeki engeller, yaşamlarımızı da kısıtlıyor. Sakarya Feminist Okumalar Grubu ile her ay toplanıp kitaplar okuyoruz, filmler, söyleşiler izliyoruz. Mart 2021 okuma listemizde Burçin Tetik’in Annemin Kaburgası isimli öykü kitabı da vardı. Kitabın adını taşıyan ilk öyküyü feminist edebiyat eleştirisi açısından özel bir yaklaşımla inceledik ve tartıştık. Bakım emeği ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği açısından en önde duran paragraflardan birini hepimiz fark etmiştik.

“Onuncu günde çıktık hastaneden. Ayrılmadan başhemşire uzun uzun anlattı iğnesini nasıl yapacağım, dikişlerine her gün nasıl pansuman yapılması gerektiğini. Annemin kızı değil de oğlu olsaydım aynen böyle anlatacak mıydı tüm bunları, diye düşündüm. Yoksa gözleri bir kadın arayacak, karıma mı anlatacaktı önce tentürdiyotu boca edip sonra yukarıdan aşağı bastırarak, metal dikişlere takılmamasına dikkat ederek yarayı sileceğimi? Bir karım olmasaydı, bakıcı tutmamı, eve hemşire çağırmamı söylerdi belki. Oysa benim en birincil görevim annemin kızı olmaktı. Gerekirse onun hemşiresi, doktoru, aşçısı, temizlikçisi, iğnecisi, bakıcısı olacaktım. Annelerin kızları olmak bunu gerektirirdi. Hâlbuki erkek olup aynı işleri yapsam özverimden, anneme bağlılığımdan ötürü ne çok övülürdüm. “Ne hayırlı oğlanmış!” derlerdi arkamdan. Şimdi ise kimse hayırlı olmamdan dem vurmuyordu, aksine, komşulara, annemin arkadaşlarına, akrabalara, doktorlara yetmiyordu yaptıklarım.”[ii]

Bakım emeğinin kadınlar nezdinde çocukluktan itibaren kurulan şefkatli ve fedakâr olmak gibi nitelikler sebebiyle ve ilerleyen yaşlara hazırlanırken “kadınlık rolleri” kapsamına alınan en doğal yöntem ve işlevlere sahip, aynı zamanda “üstün yetenekli bakıcılar” a dönüştüğünü söylemek için uzun uzadıya araştırmalara en azından bu yazı açısından gerek yok. Özge Sanem Özateş Gelmez’in makalesinin başlığı “Ailevileştirilen bakımın kürek mahkûmları” olan kadınlar bile başlı başına pek çok şeyi anlatıyor.

BAKIM ODAKLI TOPLULUKLAR

Bakım Kolektifi, manifestolarında yerel kütüphanelerden yola çıkarak, becerilerimizi ve bilgilerimizi kolektifleştirmeyi, maddi olmayan kaynakların nasıl paylaşılacağını tartışıyorlar. Yerel kütüphaneler hâlâ metalaşmamış mekânları ve yerel kaynakların paylaşımını zihnimizde temsil eden bir örnek olması hasebiyle, bakım emeğinin kolektifleştirilmesine de dayanaklandırılıyor. Kitapların, internetin, sosyalleşmenin paylaşılabilir olması, eşya kütüphaneleri, takas ekonomisi örnekleri atölyeler, mağazalar gibi geri dönüşüm ve ekoloji bilinci taşıyan çalışmaları da daha iyi anlayabilmemizi sağlıyor. Bakım Kolektifi’nin somut önerilerinden biri, bu kaynakların dijital altyapılar aracılığıyla sağlandığı, platform kapitalizmi yerine platform kooperatifçiliğidir. Koronavirüs krizinin acı bir şekilde açığa çıkardığı ve İngiliz İşçi Partisi’nin 2020 manifestosunda önerdiği, yüksek hızlı internet bağlantısının temel bir hizmet sayılması ve mülkiyetinin kolektif hale getirilmesi, ev içi emeğinin tüm veçheleri açısından anlamlı bir talep olarak görülüyor.

“Belediye ölçeğinde demokratik bakım ve gözetmenin çok önemli bir boyutu, bir kez kamu tedariki ‘kurum içine’ geri getirildiğinde işi içeriye yaptırmasıdır. İşler kamu sektörüne geri döndüğünde işçiler, hastalık ve tatil ücretinin yanı sıra iş güvenliğine, geçimlerini sağlayacak ücretlere ve emeklilik maaşına kavuşur. Dolayısıyla işi içeriye yaptırmak işçileri gözetmek demektir, ki bu da onları daha fazla bakım sunabilecekleri bir konuma getirir. Koronavirüs krizi özelleştirilmiş huzurevi sisteminin başarısızlığına ışık tutmuştur; Bev Skegg’in sözcükleriyle, işçiler ve müşteriler azap çekerken sistem ‘devletin ATM makinesi muamelesi gördüğü’ bir duruma tanıklık etmiştir. Kriz sırasında huzurevlerinde binlerce insan ölmüş, çalışanlar yetersiz donanımla ya da tümüyle araç gereçsiz bırakılmış ve en trajik olanı, salgının ilk günlerinde birçok yaşlı insan büyük ölçüde terk edilmiş, koronavirüsten öldükleri kayıtlara bile geçmemiştir. Huzurevlerinin kâr amaçlı kuruluşlar olmaması, mümkün olduğunca yerel yönetimler tarafından işletilmesi gerekir. Bu bağlamda olumlu örnekler arasında Kanada British Columbia’da huzurevlerinin yeniden kamu sektörü kapsamına dâhil edilmesini sayabiliriz; ayrıca Hollanda’daki, müşterilerinin gereksinimine göre hizmet veren Buutzorg sosyal bakım kooperatifi kullanıcıları ve çalışanlarından son derece yüksek puan toplamıştır; dahası bu kooperatif kâra değil nitelik ve ihtiyaca öncelik tanıyarak ulusal sağlık sistemi masraflarında yüzde 40’lık bir tasarruf sağlamaktadır.”[iii]

Türkiye’de “yaşlı” kavramı, koronavirüs pandemisinde 65 yaş üzeri olarak kodlandı. Ağırlıkla özelleştirilmiş yaşlı bakım merkezlerinin yanı sıra, kamuya ait huzurevlerinde ve evde bakım hizmetlerinde son derece kısmi bazı olumlu gelişmeler de oldu ama hâlâ çok yetersiz bu atılan adımlar. Bakım emeği muazzam bir metalaşma silsilesi içinden geçiyor. Göçmen kadınların gecesi gündüzü olmayan ucuz emekleri, pahalı hizmet veren özel yaşlı bakım evleri ve kız çocuklarından yorgun kadınlara kadar genişleyen bu yelpaze; pıtrak gibi her semtte, mahallede ve evde çoğalıyor. Yaşam süresi beklentisinin yükselmesi, nüfusun yaşlanma hızı ve büyüklüğü düşünüldüğünde Türkiye açısından yaşlı bakım emeğinin kolektifleştirilmesi mücadelesi giderek önemli hale geliyor.

Türkiye’de çalışma çağındaki her 100 kişiye düşen yaşlı sayısını ifade eden yaşlı bağımlılık oranı %12.2’dir.[iv] Kadınlar tüm yaşlı bakımı işinin yaklaşık %70’ini yapmaktadırlar. Daha çok bakım verme sürecindeki ilişkilerle şekillenen yaşlı bakımı, tüm ülkelerde toplumsal cinsiyet temelinde yaygınlaşmaktadır. Yaşlı çiftler arasında kadınların genellikle erkeklerden daha uzun yaşamaları ve daha genç olmaları nedeniyle erkek eşlerine bakmaktadırlar. Eğer eş yoksa ya da erkek eşe bakamayacak durumda ise genellikle yaşlı bakımı büyük kız çocuğunun sorumluluğundadır. Hem yetişkin kız çocuğunun hem de yetişkin erkek çocuğunun olduğu ailelerde kız çocukların, yaşlı ebeveynlerin bakımında iki katı sorumluluk aldıkları belirlenmiştir (Özmete, 2015).

Hal böyleyken, yeniden üretim alanı üzerine düşünmek, kolektif yaşam pratiklerine dikkat kesilmek ve uygulamaya geçirmek için yaşlanmamız gerekmiyor. Yaşlıların elini öpmekle cisimleşen saygı kültürü, kadınların tüm yükü üstlendiği bir cendere halini almıştır. En modern aileden en gelenekseline, yalnız yaşayan kadınlardan, queer ilişkilere kadar çeşitliliği artan bağlanma ve yaşam biçimlerini incelerken “bakım emeği” üzerine düşünmek, yangında acil kurtarılacaklar listesinin en başında. Yoksa o saygı duyulduğu iddia edilen yaşlılar, yalnız ya da kalabalık evlerde, huzurevlerinde, bakıcılarının ve kendilerinin acı çektiği bir sona doğru hızla yürüyecekler.

 

[i] Bakım Manifestosu/Karşılıklı Bağımlılık Politikası, Bakım Kolektifi, Dipnot Yayınları, Çeviren: Gülnur Acar Savran, s: 90

[ii] Annemin Kaburgası, Burçin Tetik, İletişim Yayınları, s: 12-13

[iii] Bakım Manifestosu/Karşılıklı Bağımlılık Politikası, Bakım Kolektifi, Dipnot Yayınları, Çeviren: Gülnur Acar Savran, s: 67

[iv] https://www.ailevecalisma.gov.tr/media/9334/tuerkiye-de-ya%C5%9Fl%C4%B1-bak%C4%B1m-hizmetleri-avrupa-dan-en-iyi-uygulama-oernekleri-ve-tuerkiye-i%C3%A7in-bir-model-tasar%C4%B1m%C4%B1-proje-kitab%C4%B1.pdf

DAHA FAZLA