Onur Bütün
"Sistematik taciz; uyarıldığın halde peşine düşmeye, bakış atmaya, mesaj yazmaya, hangi taciz hareketleri ise onlara devam etmek demek. Sistematik hale geldiğinde tacizin cezası çok daha büyük…"1
…
Kadına yönelik şiddetin veçheleri üzerine düşünürken ilk hareket noktalarımızdan biri; erkekliğin kendi bedenleşmesi ve duygularıyla tekrar bağ kurması gerektiği üzerine geliştirilen tartışmadır. “Yaralayıcı” veya “zehirli” erkeklikler bizatihi kendi varoluşları üzerinde de tahribat yaratırlar. Egemen bir erkeğin kendini de yaralamamış olması imkânsızdır. Biz kadınlar bu tahribatın sonuçlarını psikolojik şiddet/taciz olarak yaşıyoruz. İkinci hareket noktamız ise yekpâre bir erkeklik modeli olmadığı, farklı sınıfsal, kültürel, politik konumlanışlarıyla erkeklik tanımı yaptığımızı belirtmek (Eleştirel Erkeklik Çalışmaları’nın kuramsal desteğini alarak); kadına yönelen şiddet türlerini anlamamızda yardımcı olabilir. Kullandığımız kavramlar; özellikle fiziksel şiddet tartışması yürütürken zihnimizde de günlük hayatta da daha kolay canlanıyor ve anlaşılıyorlar. Dayak, silahla yaralama, fiziksel taciz ve tecavüz vakalarını tartışmak, hele de delil (darp raporu, ses ve görüntü kaydı, tanıklar vb.) varsa feminist hukuk açısından mücadele etmenin mümkün olduğu bir düzleme oturuyor. “Bütün sorunlar çözülmüştür,” gibi bir yargıdan söz etmiyorum ama ağırlıkla rüştünü ispatlamış bir kadın mücadelesinin tüm dünyada geldiği noktaya bakarak bunları söyleyebiliyorum. Fiziksel şiddete uğradığımızda ne yapacağımızı kısmen de olsa biliyoruz.
Duygusal/psikolojik şiddete/tacize uğradığımızda ne düşünüyoruz? Bu türden sorunları fark edebiliyor muyuz veya nasıl ifade ediyoruz? Bu sorulara kadınlar ve erkekler cephesinden bakabilmek için yazımın düğüm noktalarını Türkiye’de yaşanan tartışmalarla çözmeye çalışacağım. Öncelikle açığa çıkarılması zor olan bir şiddet türünden söz ediyoruz. Bu zorluk yalnızca iki kişi arasında “özel” olarak tanımlanan alanın yarattığı bir zorluk değil. Üstelik kadınlar için hiç değil, çünkü “Özel alan politik alandır” şiarı tam da burada devreye giriyor. Hem sınır hem çeper iki insan arasında olmaktan çıkıyor, kamusallaşıyor. Çünkü tüm taciz vakalarında bir sınır aşımı gerçekleşiyor.
Kadınların, çocukluktan itibaren “şefkat emeği” ile donatılmış bir evrende büyütüldüklerini, yakınlarında bulunan tüm erkeklere karşı anlayışlı, sevgi dolu ve fedakâr bir biçimde yetiştirildiklerini anımsamak gerekiyor. Çocuk bakım emeği, yaşlı bakım emeği, eşin, abinin veya sevgilinin desteklenmesi gibi konularda asli olarak “şefkat emeği” bu yapının ardında işliyor. Dolayısıyla kendisine psikolojik tacizi sistematik olarak uygulayan erkeğin davranışlarını, söylemlerini anlamlandırabilmek kadınlar açısından hem zaman alıyor hem de kendilerini bu “şefkat emeği” düsturunun süzgecinden geçirerek sürekli kontrol ediyorlar.
Bu yazı kapsamında “farklı erkeklikler” yaklaşımını benimsediğimiz için, içlerinden yalnızca bir türünü seçerek (zira feodal erkeklik, liberal erkeklik gibi) pek çok farklı tanımlama yapabiliriz; kentli, eğitimli, entelektüel veya politik erkeklerin uyguladığı psikolojik şiddeti biraz daha yakından incelemeye çalışacağım.
Şiddet türleri üzerine yürütülen tartışmalar, uygulanan yasalar daha çok “aile içi şiddet” paradigmasıyla (family violence) ele alınıyor. Bu yazıda aile kurumunu önceleyen, sevgililik, nişanlılık gibi evlilik öncesi ya da evlilik dışında bir ilişki biçimi olarak “sevgililik” kurumu üzerinden, erkeklerin uyguladığı psikolojik/duygusal şiddeti tartışmaya açacağım. “Flört şiddeti” biçiminde de ortaya çıkan bu taciz türü (psikolojik taciz) için örnek dava bulmak da zor ama giderek bu konuda da mekanizmalar ve feminist hukuk mücadelesi içinde bazı adımlar atılıyor.
Psikolojik/Duygusal Taciz Bir Otorite Aracıdır
Duygusal şiddetin (psikolojik şiddet) ilişkide güç kazanmak ve ilişkinin kontrolünü ele almak amacıyla uygulandığını, duygusal şiddet uygulayan erkeklerin çoğunlukla kadın üzerinde otorite kurmaya çalıştıklarını söyleyebiliriz. Kadını aşırı düzeyde eleştirmek, aşağılamak, hakaret etmek, utandırmak, hiç iletişime geçmemek, sevgililiği toplumsallaştırmamak veya başka bir deyişle gizlemek, duygusal olarak ihmal etmek, yalan söylemek, küçümsemek, görmezden gelmek gibi parametreleri saymak ve bu örnekleri çoğaltmak da mümkün…
Psikolojik şiddet taciz kapsamına girer mi? Ya da bu türden bir şiddetle aynı bağlamda kurulan “psikolojik taciz” arasında bir fark var mıdır? Birey açısından sınır aşımı içeren tüm eylem ve söylem biçimleri taciz kapsamına girer. Yazımın en başında yaptığım gönderme, yani egemen erkekliğin kendini de yaralıyor olması, erkeklerin sevgililik ilişkisinde uyguladıkları psikolojik şiddetin de kaynağıdır. Hata yapan erkeklerin öğrenme ve hatalarını düzeltme ihtimalleri olduğu gibi, bu semptomatik durumu bile isteye sürdürdükleri, üstelik bu hatalar silsilesini entelektüel ve politik birikimleriyle örtebildikleri örnekler; kentli, eğitimli hatta feminist kadınların özel yaşamlarında mücadele ettikleri önemli konulardan biri haline geldi. Çünkü bu türden bir erkeklik, özellikle fiziksel şiddetin faili ya da öznesi olmuyor genellikle. Hatta kadınların kendilerine yönelen şiddete karşı mücadelelerini destekleyen bir erkeklikten söz ediyoruz burada. Zorluk tam da bu noktada başlıyor. Karşımızda kadınların eşitlikçi bir yaşama kavuşması gerektiğini, kadın hareketinin gelişimini, kuramsal tartışmalarını kendi egemenliği için devşiren örtük bir erkeklikten söz ediyoruz.
Tartışmayı biraz daha somutlayayım.
İlişkinin en başından itibaren, feminizmi, kadın hareketini zımmen de olsa destekler görünen soyut bir erkeği ele alalım. Ve giderek bu soyut erkeği somutlayalım. Kadının ekonomik özgürlüğüne değer veren, ev içi emeğini kendi belirlenimince ortaklaştıran, üniversite mezunu ve politik duyarlılığı olan bir erkek tasvir edelim. Özel ilişki kurmak konusunda kafasının karışık olduğunu açıkça ifade etmese de, “Henüz bir ilişkiye hazır değilim, karmaşık ya da çoklu ilişki/aşk istiyorum, özgür bir cinsellik arzusundayım,” gibi söylemleri de tıpkı sürekli kurulan erkekliği gibi ince ince işlesin bu somut erkeğimiz. Tartışmaların doğru olup olmasından bağımsız, kafa karışıklığını anlatabilmek için bu örnekleri veriyorum. İlişkinin pek çok aşamasında, günlük hayatın ve sevgililiğin getirdiği sorumluluklardan da mümkün olduğunca ve incelikle kaçsın. Kabalık yerine inceliklerle “Hayır” demeyi becersin.
Kadını birlikte sosyalleştikleri pek çok zaman ve mekânda yok saysın ama asla değersizleştiren tek bir söz söylemesin. Kadın bu ilişkinin sorunlarını tartışmaya açmaya çalıştığında onu “politik olmamak”la suçlasın. Arkadaşlarıyla ve ailesinden bir üyeyle tanışmaktan sistematik olarak kaçınsın. Kendi beceriksizliklerini ya da hatalarını görüyorsa da düzeltmesin hatta bunları yapmakta ısrar ederken, bu düzleme entelektüel ve politik bir çıkarımlar dizisiyle yatırım yapsın. Böylelikle kadının pek çok açıdan yetersiz olduğu fikri ilişkide filizlenmeye başlasın. Psikolojik problemlerine çözüm bulmak yerine, psikolojiyi, psikiyatriyi kapitalizmin kötü bir oyunu, insan ruhunu metalaştıran bir alan olarak görsün ve asla ruhsal yardım/destek almasın. Kadın tam bu noktada, erkeğin egosantrizmini görsün. Destek alması için erkeği bizatihi desteklesin. Tüm bunların sonunda kadın ayrılmak istesin ve erkek bu kararı da anlayışla karşılasın. Aradan geçen zamanda erkek yoksunluk hissederek kadına mesajlar, mailler göndersin; yaptığı çeşitli beklenmedik jestler, armağanlar vb. ile ilişkileri ikinci kez başlasın. Erkek biraz daha nezaket göstererek aynı hataları yapmaya devam etsin. Kadın tekrar ayrılmak istediğinde erkek onu takip etmeye, evinin, sokağının olduğu yerlerde kadını izlediğini kadına göstererek eylemlerini birden fazla kez (ısrarlı takip) sürdürsün. Kadın korkmaya başlasın. Kadınla yaşadığı bu sorunlar zincirini psikologla konuşmadığı gibi yakın arkadaşlarıyla da paylaşmayan erkek, kadın bu sorunu yani psikolojik tacizi kamusal alanda duyurmaya başladığında, dolayımlar kullanarak kadının ruhsal aygıtını, politik düzlemini sorgulasın, sorgulatsın.
Sanırım bu soyut erkek kadınlara yabancı gelmeyecektir. Erkekler ise bu adamı zaten tanıyorlar diye düşünüyorum.
Kadınlar somut bir erkekten de soyut bir erkeklikten de söz ediyorlarsa ilk karşılaştıkları tutum; erkekleri düşmanlaştırma güdüsü taşıdıkları üzerine gelişir. Ve ardından şunları duyarız; “Ama hatalarını görüyor da düzeltemiyor”, “Bu hatası dışında çok iyi, çalışkan, zeki, politik, bedel ödeyen, parasını pulunu dayanışma duygusuyla paylaşan bir adamdır,” gibi savunular dizilir önümüze…
Elbette insan hata yapar, suç işler, sınırları aşar ama aynı zamanda bu hataları nasıl düzelteceğini de öğrenir. Buradaki tartışma sistematik hale gelen ve taciz kapsamına aldığımız tutum ve davranışları içeriyor. Solfasol’den Alanur Çavlin ve Elif Koca’nın Funda Şenol Cantek’le yaptıkları söyleşi yaşanan taciz vakalarına bakışta önemli bir yazılı metin olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar başta olmak üzere tüm cinsiyetlerin bu sorunu çözmekte işine yarayacağını düşündüğüm söyleşiden bazı pasajlara müracaat edeyim;
“Solfasol: Ne demek sistematik taciz?
Funda Şenol Cantek: Sistematik taciz uyarıldığın halde peşine düşmeye, bakış atmaya, mesaj yazmaya, hangi taciz hareketleri ise onlara devam etmek demek. Sistematik hale geldiğinde tacizin cezası çok daha büyük. Bayağı bir ceza davasına dönüşüyor öyle soruşturma ile kapatılacak bir şey değil çünkü cinsel şiddete dönüşme ihtimali var. Ve karşı tarafın özgürlüğünü kısıtlama riski var. İşte böyle bir kurum onarıcı adalet sistemi.”2
Söyleşide hepimizin bildiği kadının beyanı ile başlayan sürecin, nasıl devam ettiğine de bakalım.
"Bütün bir eril kültürün berberinde getirdiği kadının daha dezavantajlı olduğu ve sesini çıkaramaması halini ortadan kaldırabilmek için gerçekten genel anlamda mağdur olanların çoğunun da kadın olduğunu hesaba katarak ilk önce kadının beyanını dikkate alıyoruz. Kadının beyanı esastır oradan geliyor. Yoksa kadın böyle söyledi sen mutlaka suçlusun, mutlaka cezalandırılmalısın anlamına gelmiyor."
Psikolojik şiddet gördüğünü fark eden bir kadın, kadın örgütlerine, siyasi parti vb. kurumlara, feminist avukatlara başvuruyor. Özel alanda açıklanan beyan kamusal alana taşınıyor. Tam bu noktada iki tarafı da ayrı ayrı dinleyecek, psikolog ya da psikiyatrların bulunduğu görüşmeler dünyadaki örneklerde görülüyor, bizde henüz tam olarak oturmuş bir mekanizma yok. Ayrıca kurulmak istendiğinde yukarıda söz ettiğim insan ruhunun da tedavi edilebileceğine inancın zayıflığı sorunu var. Eril tahakküm erkek benliğini, ruhunu ve aklını sorunsuz bir yapı olarak görüyor, ufak tefek arızaları kabul etse de… Psikolojik/duygusal şiddet, onarıcı mekanizmaları başta olmak üzere düşünmemiz gereken büyük bir sorun ağı… Büyüklüğü örtük olmasından, kadınların ve erkeklerin bilinçlerindeki kırılmalardan kaynaklanıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimlerinde Funda Şenol Cantek’in kullandığı sözlerle yazımı bitireyim.
"Bütün eğitimlerde kadın öğrencilere anlatıyoruz; rahatsız ettiğini düşünüyorsanız, kibarca, önce kibarca ve açıkça belli edin, devam ediyorsa bunu mücadeleye, şikâyete dönüştürün."