Onur Bütün yazdı | Zenime Hanım, Arkadaş Ziyareti ve 'Feminizm Kendi Arasında'
"Evleri, evlerin içindeki hayatları, insanın yeniden üretim sürecini, bakım emeğini ve başka pek çok konuyu konuştuğumuz, kitapları özenle seçtiğimiz, filmler, diziler, belgeseller izlediğimiz atölyemizin afişini henüz ben de görmedim. Arkadaşım çalışıp hazırlayacak. Acelemiz de yok zaten… "
İnsan en çok ne üzerine düşünür ve eylerse, tahayyül ederken ilk adımda aklına onlar geliyor. Emin olun böyle bir yazı yazmak aklımın ucundan geçmiyordu. Bu yaz kendime bir söz verdim, tutacağım. Yaz okumaları yaparken, “Şu kalemini rahat bırak artık Onur!” dedim kendime. Bu yazı, sözümü tuttuğum ilk yazı sanırım. Belki de yazdıkça açılır kalemim bilmiyorum. Yazmanın, okumanın ve tartışmanın birkaç evresinden geçtiğim için biliyorum, bu işin de sonu yok, güzel olan tarafı da bu galiba…
Aksu Bora’nın 2011’de ilk baskısı Ayizi Kitap tarafından yayımlanan Feminizm Kendi Arasında adını taşıyan kitabının bu sözü tutabilmemde epey etkisi oldu. Feminizm kendi arasında kalmadığı gibi, Aksu’nun o güzelim üslubu da dürtükledi beni… Ben ona yeni kitabımı gönderdikten yaklaşık iki ay sonra o bana Feminizm Kendi Arasında’yı gönderdi ve şöyle bir not yazdı; “Tabağı boş göndermedim değil mi?” Bu Aksu’nun zekice ve esprili üslubu işte…
Kitabından birkaç örnek vermeden edemeyeceğim. Aksu ip işleriyle, eşyalarla güzel bir ilişki kurar, nesneler ve onların tarihi üzerine düşünür, yazılarından biliyorum. Dikiş dikmek onun eyleyişiyle bambaşka görünür insanın gözüne. Twetter’dan takip ederseniz “İp işleri” notunu düşerek çok güzel resimler ve fotoğraflar paylaşıyor. Kelimeleri de iğne iplik gibi başka başka görünür okuyana, üslup da zaten böyle bir şey değil midir? Birikim Haftalık’ta Şubat 2020’de yazdığı Güzel Bir Tabure başlıklı yazısında bana da rehber olan nitelikli bir metinden söz ederken (Zihin, Kol Emeği/Alfred Sohn-Rethel, Çev: Ayşe Deniz Temiz, Metis Yayınları) şöyle bir cümleyle karşılaşırız;
“Bu adamların ev diye bir yer yokmuş gibi yazmalarından ve konuşmalarından illallah dedim!”(2)
Başka bir yerdeyse şöyle çıkışıyordu Aksu;
“İnsan “çıplak maymun”, “alet kullanan hayvan” filan değil, örgütlenen bir tür.”(3)
Başka bir örnek daha;
“Metafizik bir varlık (bir hazine-totem) etrafında değil de sözleşmeyle bir arada duran topluluk fikri, bizim onu yarattığımıza inanmamızı sağlar. Leviathan’ı yaratan bizizdir. Korkumuzdan. Ya da Freud’un versiyonunda, suç ortaklığımızdan (Niye bizim olsun, adamların suç ortaklığından!)”(4)
Bu örnekleri bağlamlarından koparıp buraya taşıdım ama kitabı okuduğunuzda aynı zamanda fikirleri ustalıkla bir araya getirişini, yeni fikirler ileri sürüşünü de fark edersiniz zaten.
Kendi adıma konuşursam, yazarken rahat olmak (okurun da görebildiği yerden) yazarın rahat olduğunu göstermiyor her zaman. Kısacası bundan sonra fikirlerimi ve üslubumu daha da özgürleştireceğim ve lafı fazla uzatmadan bunun için Aksu’ya teşekkür edeyim istedim. Yazmak uzun ve meşakkatli bir deneyim ama ben zevk de alıyorum yazarken, okurken duyduğum zevk kadar olmasa da…
Şimdi bu yazının yazılma nedeni olan ziyarete geleyim.
Az önce bir kadın arkadaşımı evimden uğurladım. Belki üç belki dört saat konuştuk. Asıl konuşacağımız konuya gelene kadar epey tur attık; hayatlarımızdan, politikadan, duygularımızdan… Hem de yeni tanışıyoruz. Birkaç telefon konuşması yaptık, Zenime Hanım Feminist Okumalar Atölyesi’ne katılacaktı arkadaşım. Bizi telefonda tanıştıran arkadaşımız belli ki aramıza sağlam bir harç örmüş, ona da teşekkür ederim. Dilimiz, tavrımız epey tuttu çünkü…
Evime yakın bir evden geldi arkadaşım. Eve girer girmez, “bu eve ruhun yerleşmiş!” dedi sevinçle. Atölyemizin afişini hazırlayacaktı ve sanki biz afiş işini arkadaşlığımıza bahane etmiştik. Yemek yedik, çay, kahve içtik, “bi dakika daha bitmedi!” diyerek onca hikâyeyi paylaşıverdik. (Bu arada bir gün öncesinden kalmış çayı bile içebildiğini öğrendim, insanlar hakkında bazı küçük gibi görünen şeyleri öğrenmek bana hep çok kıymetli gelir).
Sık sık fark ettiğim bir şey yinelendi zihnimde… Kadınlarla yarım saatte kurabildiğimiz sohbeti, erkeklerle aylar geçtiğinde bile kuramıyoruz. Duygular üzerine konuşmak erkeklerin mayasına katılmıyor ne yazık ki… Kasılıp kalıyorlar. Oysaki en politik şeydir duygular üzerine konuşmak. Neyse ben asıl konuya geri döneyim.
Uzun süren sohbeti salonda koltuklarda bacaklarımızı toplayarak yaparken, afiş tasarımına sıra gelince, bilgisayarın başına yani çalışma odama geçtik. Kitaplardan, sistematik okuma yapmaktan ve kolektif tartışmaktan söz ettik. Arkadaşım daha önceki atölyelerimizin, etkinliklerimizin afişlerine baktı. Fikirlerini, önerilerini söyledi. İşini ne kadar ciddiye aldığını fark ettim o konuşurken…
Bir atölye çağrısı yapıyorsunuz, onca kadın birkaç gün içinde atölyeye katılıyor ve yıllardır tanışıyormuş gibi birbirine eklemleniyor. Herkesin deneyiminin biricik kabul edildiği bir çalışmaya katılmak ve sendikaların, siyasi partilerin vb. yapmadığı eğitim, atölye vb. zihinsel üretimin içinde olmanın heyecanını yaşamak, sanıyorum tüm kadınlar için çok önemli. Öğrendikçe, geliştikçe omurgamız dikleşiyor, birbirimizin hayatını anlamlı kılıyoruz.
Bilgisayarın başındayken (arkadaşım feminist sinema ile ilgileniyor) bende var olan 24 filmlik bir listeyi (ki bana da başka bir kadın arkadaşım göndermişti) ve afişin görsellerini ona hemen mail attım. Konuşurken unuturuz korkusuyla o da ben de hızlı davrandık. Tıkır tıkır, eşitlikçi ve çok hoş işledi her şey… Bu işleyişin niteliğini kuran şey, hata yaparsak içtenlikle özür dileyebileceğimizi bilmekti sanıyorum. Güveni tesis eden de…
Evleri, evlerin içindeki hayatları, insanın yeniden üretim sürecini, bakım emeğini ve başka pek çok konuyu konuştuğumuz, kitapları özenle seçtiğimiz, filmler, diziler, belgeseller izlediğimiz atölyemizin afişini henüz ben de görmedim. Arkadaşım çalışıp hazırlayacak. Acelemiz de yok zaten…
Atölyemize ad veren Zenime Hanım karakteri için Leyla Erbil’e, ziyareti için arkadaşıma teşekkür ederim.
(1)Zenime Hanım, Leyla Erbil’in Cüce isimli romanının bir kahramanıdır.
(2)Feminizm Kendi Arasında, Aksu Bora, İletişim Yayıncılık, s: 262
(3)A.g.e., s: 249
(4)A.g.e., s: 244