Çağdaş Oklap - İleri Görüş
Dünyanın 1914 öncesine benzer bir bloklaşmaya doğru hızla ilerlediğine dikkat çekiyoruz. Bunun başlıca işaretlerinden biri emperyalist sistem içindeki hegemonik mücadelesinin “mevzi savaşı”ndan “manevra savaşı”na doğru dönüşümüdür.
Mevzi savaşı, imlediği biçimiyle belli bir dengeyi ifade etmekle birlikte (ki bu anlamıyla aslında savunmacıdır, sürekli konsolidasyona açıktır); manevra savaşı dinamik ve olumsallıklara açık bir süreci belirtir. 2008’de yaşanan ve hâlâ devam eden küresel çaptaki ekonomik kriz, emperyalist-kapitalist sistem içindeki iki eğilim arasındaki hegemonya mücadelesinin mevzi savaşı formundan manevra savaşı formuna evrilişinin kırılma noktasıdır.
Bugün Suriye’de ve Ukrayna’da şahit olduğumuz manevra savaşlarının en kanlı biçimidir. Diğer yandan, emperyalist-kapitalist sistem içindeki iki eğilim, manevra savaşlarını başka coğrafyalarda devam ediyor.
Bu coğrafyaların başında ise Orta Asya’nın geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
ORTA ASYA: DURUM NE?
İki yıl aradan sonra, 31 Ekim-03 Kasım 2015 tarihleri arasında ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Orta Asya’daki beş ülkeye resmi ziyaretlerde bulundu. Bu ziyaretlerin en somut sonucu, bölge ülkeleri dışişleri bakanlarının, ‘barış içinde ve bağımsız bir Afganistan’a desteklerini beyan eden ortak bildiri oldu.
2011 yılında ABD tarafından ortaya atılan ‘Yeni İpek Yolu’ projesi, Avrasya blokunun hinterlandı olarak kabul edilen Orta Asya ülkelerini, uzun vadede ekonomik-siyasi olarak Atlantik blokuna eklemleme çabasıdır. Bu çabanın merkezinde ise Afganistan bulunmaktadır.
2014 yılında ‘asker postalı yere değmeden’ şeklinde özetleyebileceğimiz stratejisi doğrultusunda, Afganistan’daki askeri varlığını oldukça minimal bir seviyeye çeken ABD, bu ülkeyi Orta Asya üzerinden ‘dönüştürmek’ istiyor.
ABD’in Orta Asya politikasında Afganistan’a merkezi bir konum bahşetmesi yeni bir olgu değil. Taliban’a karşı ‘savaş’a girmeden önce ABD Taliban ile Orta Asya’dan Pakistan ve Hindistan’a enerji kaynaklarını nakledecek boru hattı üzerine görüşmeler yapmıştı.
ABD bu projeyle, Orta Asya ülkeleri ile Afganistan’ı, Pakistan ve Hindistan üzerinden Güney Asya’ya bağlayan bir ağın kurulmasını hedefliyor. ABD’yi bu projenin gerçekleşebilir olduğuna inandıran esas nedenlerin başında ise, Afganistan’daki askeri işgalini tüm gücüyle sürdürdüğü 2014 öncesinde oldukça işlevsel biçimde çalışan Kuzey Dağıtım Hattı geliyor. Lakin, Afganistan’daki askeri varlığını minimal hale getirmesi , diğer yandan da başta Manas olmak üzere Orta Asya’daki askeri üslerini kapatmasıyla Kuzey Dağıtım Hattı artık işlevli değil. Yine de, Kuzey Dağıtım Hattı’nın belli bir dönem beklentileri karşılamış olması, ABD’yi Yeni İpek Yolu projesinin ‘teoride gerçekleşebilir’ olduğuna inandırıyor. Bu inançla ABD, TAPI diye bilinen Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-Hindistan doğal gaz boru hattı projesinin yanında, CASA-100 (Orta Asya ve Güney Asya Elektrik Dağıtım Hattı) ve Türkmenistan-Özbekistan-Tacikistan-Pakistan Elektrik bağlantı projelerinin de gerçekleştirilmesini istiyor.
Bu projelerin gerçekleştirilmesi ise ancak bahsi geçen ülkelerin Avrasya blokundan ‘bağımsızlaşması’ ile mümkün hale gelebilir.
Peki, imkan dahilinde mi?
Soruya, Avrasya blokunun bahsi geçen manevralara nasıl karşılık verdiğine bakarak yanıt verebiliriz.
AVRASYA BLOKU: ALTERNATİF EMPERYAL PROJELER
ABD’nin Orta Asya’ya ekonomik ve siyasi olarak yerleşme projesi olan Yeni İpek Yolu projesi, Rusya ve Çin’in gözünden kaçmadı. Bu ülkeler, projeye karşılık olarak, Avrasya Ekonomik İşbirliği ve İpek Yolu Ekonomik Kuşağı projelerini devreye soktular ya da zaten var olan bölgesel oluşumları daha aktif hale getirme yoluna gittiler.
Rusya’nın stratejisini, Orta Asya’da hüküm süren sert ve yumuşak güç unsurlarını kullanarak, bölge ülkeleri üzerinde kurmuş olduğu hegemonyayı devam ettirmek olarak özetleyebiliriz. SSCB’nin çözülüşüyle hayli sert bir kapitalist sisteme eklemlenme süreci yaşayan Rusya, bu stratejisini çok çeşitli askeri, siyasi, ekonomik örgütlenmeler üzerine inşa etmiş durumda. Bunların başında ise, Avrasya Ekonomik Birliği ve Ortak Güvenlik Antlaşması geliyor. 2015 yılının Mayıs ayında, Rusya Avrasya Ekonomik Birliği’ne (Kazakistan, Beyaz Rusya, ve Ermenistan dahil) Kırgızistan’ı da dahil etmeyi başardı. Tacikistan’ın ise son aşamada üyeliği tercih etmek zorunda kalacağını tahmin etmek zor değil. Su kaynakları açısından zengin bir coğrafyaya sahip olan Tacikistan ve Kırgızistan’ın içinde bulundukları enerji sıkıntılarını gidermek için büyük hidroelektrik santrali projelerini (Rogun ve Kambarata) Moskova’nın olurunu almadan gerçekleştirebilmeleri ve ABD’nin öne sürdüğü Güney Asya ile elektrik bağlantısına destek verebilmeleri kısa ve orta vadede olası görünmüyor.
Orta Asya’ya bakıldığında Rusya hâlâ en etkin siyasi ve askeri güç olmakla birlikte, ekonomik olarak Çin Rusya’nın da ABD’nin de önüne geçmiş durumda. Çin, geçen yıllar içerisinde Orta Asya’da özellikle petrol ve doğal gaz kaynaklarının boru hatlarıyla Çin’e taşınması için çalışma yaptı. 2013 yılının sonbaharında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, Kazakistan’a yaptığı ziyarette İpek Yolu Ekonomik Kuşağı projesini açıkladı. Çin bu projeyle; Doğu, Batı ve Güney Asya’yı Avrasya’ya bağlamayı hedefliyor. Böylece, Orta Asya’da ekonomik ağırlığını daha da artırabilir. Bu projeyi de, Güney Asya’yı kapsayan 21. Yüzyıl Çin Deniz İpek Yolu projesiyle bütünleştirmek istiyor. Böylece, gündeme getirdiği ‘Tek Kuşak Tek Yol’ stratejisinin de altını doldurmuş olacak. O kadar öyle ki, Çin bu projeler için yaklaşık 300 milyar dolarlık bir sermayeyi harcama hesapları yapıyor. Bu sermayeyi de, kendisinin kurmuş olduğu 40 milyar dolar sermayeli İpek Yolu Fonu ile yine kendisinin öncülük ettiği Asya Altyapı Yatırım Bankası, BRICS çerçevesinde kurulan Yeni Kalkınma Bankası ve Şanghay İşbirliği Örgütü nezaretinde kurulacak olan banka aracılığıyla finanse etmeyi hedefliyor.
SONUÇ
Orta Asya coğrafyasına tuttuğumuz projeksiyondan anlaşılacağı gibi emperyalist-kapitalist sistem içindeki mücadele dozajını giderek artırıyor.
Çin ve Rusya’nın daha somut ve etkili planlarla Orta Asya coğrafyasına müdahil olmaya çalıştıklarını görüyoruz. Lakin, her iki ülkenin de Orta Asya’yı kendi istedikleri ekonomik,siyasi, ideolojik vizyonun içine dahil edebileceklerini şimdiden söyleyemeyiz. Diğer yandan orta vadede, ABD’yi ve de dolayısyla Atlantik ittifakını, 2008’den beri süren global ekonomik kriz ve emperyalist sistem içindeki ideolojik-siyasi yönetim boşluğu düşünüldüğünde, Orta Asya’da ‘standart belirleyici’ bir aktör olarak görmekten de uzağız.
Görünen o ki, Orta Asya orta vadede emperyalist sistemdeki hegemonya mücadelesinin yeni kriz coğrafyası olarak daha sert manevra savaşlarına sahne olacak.