Orwell’in 1984 romanı son derece paranoyak bir antikomünist propagandanın parçası
Çin ve diğer sosyalist devletler, komünizmin sağlıklı demokrasileri beslerken gerçekten de insanların yaşam standartlarını büyük ölçüde iyileştirebileceğini kanıtladı ancak Orwell’in düşünce tarzını takip edenler, bunu görmeye isteksizler.
Yazar: Rainer Shea
Çeviren: Kübra Aslanhan
George Orwell’in eserlerindeki ısrarlı komünizm karşıtı tutumunu eleştirdiğimde, birileri 1984 ve Hayvan Çiftliği romanlarıyla amacının sosyalizme değil “totalitarizme” saldırmak olduğunu iddia ederek yazarı savunuyor. Orwell’in bu eserleriyle yapmaya çalıştığı şeyin açıkça SSCB’yi karikatürize etmek olduğunu ve savunanların çoğunun muhtemelen SSCB’nin hatalı bakış açısını “totalitarist” olarak kabul ettikleri gerçeğini bir kenara koyarsak, Orwell’i savunanlar haklı mı? Bu romanlar, tarihle ilgili önyargılı mesajlarına rağmen, en nihayetinde devrimlerin zorbalığa dönüşme potansiyeliyle ilgili haklı uyarılar barındırıyor olabilir mi?
Sonuçta, Fransız Devrimi ya da Cezayir Bağımsızlık Hareketi’nden sonra başa gelenlerde olduğu gibi, birçok devrimin despot yeni yönetimlerle sonuçlandığı da bir gerçektir. Ama bu ve diğer durumlarda, yeni sistemlerin baskıcılığında belirleyici özellik, alt sınıfların burjuva boyunduruğu altına alınmış olması ve bunların ortak özelliği, sosyalistlerin onları yeterince şekillendirememiş olmalarıdır. Sosyalistlerin belirleyici olduğu Rusya, Çin, Küba, Vietnam, Laos ve Venezuela’daki devrimlerde, demokrasi sosyalizmin zaferinden sonra uygulandı ve sosyalizm Marksist-Leninist ideolojinin belirleyici olduğu ülkelerde hâlâ varlığını sürdürüyor.
Öyleyse neden Orwell diktatör karikatürlerini özellikle komünistlere dayandırdı? Napolyon ve Big Brother neden Stalin’in tasviri oldu? Neden Hayvan Çiftliği ve 1984 romanlarındaki zorba rejimlerin temaları ve tarihleri Rus Devrimi ile paralellik gösteriyor? Orwell neden sınıf özgürlüğüne, proleter demokrasiye dayanan –ve o zamanlar Rusya’da bu hedeflere ulaşmak için iyi bir iş çıkaran– bir ideolojiyi diktatörlük ve baskı için bir simge hâline getirdi?
Cevap bariz şekilde ortada: Orwell, SSCB’yi işçi demokrasisi olarak değil totaliter bir devlet olarak gördü. Ancak Orwell’in komünizme karşı beslediği kinin –ve eserlerini seven bu kadar insanın da komünizm düşmanı oluşunun– nedeni, tarihsel ayrıntılarla ilgili karışıklıktan daha derin bir şeyden kaynaklanıyor. Bunun kaynağı, sosyalistlere dair kökten paranoyak ve mantık dışı, sınıf dinamiklerine dair ise gerici bir yaklaşımdır.
1984 ESERİNİN DEVRİM KARŞITI MESAJI
Orwell’in komünizm nefretinin ve 1984 romanını yazmasındaki gerici doğasının altında yatan psikolojiyi anlamak için Hayvan Çiftliği’nin olay örgüsüne bakabiliriz. Orwell’in masalında, bir çiftlikteki hayvanlar burjuvaziyi temsil ettiği farz edilen zalim insanları deviriyorlar. Zaman geçtikçe, hayvanların en akıllısı domuzlar, eski despotluğu geri getirerek kendilerine daha fazla güç ve ayrıcalıklar sağlıyor. Domuz Napolyon, çiftliğin eskisinden daha acımasız yeni diktatörü oluyor.
Jodi Brar’ın (cinsiyetle ilgili görüşlerine katılmadığım) bu öykünün devrim karşıtı mantığı hakkında yazdığı gibi:
‘’Pratikte küçümseyici zorbalığa yol açan Marksizm [Hayvan Çiftliği’nde] saf bir idealizm teorisi olarak sunuluyor. Hayvan Çiftliği’nin ana ilkesi, insanların hayvanlardan daha iyi olmadığı ve ‘insan doğasının’ her şeye karar vermesi gibi görünüyor. Bazı insanlar yönetmek için doğar, diğerleriyse faydalanmak için; sistemi değiştirmeye yönelik tüm çabalar kötü bir şeye yol açacak, bu nedenle sahip olduğumuz şeyler için şükretmeliyiz. Ne yazık ki Orwell için planda göze çarpacak kadar bariz bir kusur var. Farklı toplumsal sınıfları temsil etmesi için farklı türler kullanıyor ancak bazı hayvanların diğerlerine göre daha zeki, daha hızlı, daha güçlü olduğu; doğaları gereği kendilerinden daha güçsüz olanları avlama eğiliminde olduğu doğru olsa da toplumumuzun sınıfsal yapısı, böyle doğal bir farklılığın yansıması değildir. İnsanlık tek bir türdür. ‘Yoksullar açıkça aptal ya da tembel iken, yönetici sınıfın daha entelektüel ve bu iş için daha uygun olduğunu’ söyleyerek toplumsal sınıf ayrımlarını haklı çıkarmaya yönelik herhangi bir girişim, bir Nazi’ye layık, en berbat muhafazakâr saçmalıktır.’’
Orwell, bilinçli olarak yoksulları doğuştan manipülasyona ve boyun eğmeye daha yatkın olarak görmedi. Wigan İskelesi Yolu kitabında, kendisine şunları düşündüren yorulmuş bir köylü kadınla karşılaşmasını anlatır: “‘Bu onlar için bizdeki gibi aynı şey değil,’ dediğimizde ve ‘Kenar mahallelerde yetişmiş insanlar kenar mahallelerden başka bir yer hayal edemez,’ diye söylediğimizde yanılgıya düşüyoruz.” Orwell, işinin ehli zalimler tarafından durmaksızın manipüle edilen fakirleri, sürekli olarak talihsiz sahtekârlar olarak tasvir ettiği siyasi bir öykü ile doğuştan gelen insaniyet bilgisini ve yoksulların zekâsını bağdaştırdı.
Kapitalizm ortamında, daha alt sınıfların genellikle burjuvazi propagandasıyla kandırılabildiği doğrudur. Ancak Orwell, komünist liderleri sadece yeni bir baskıcı sistemi dayatmak isteyen küçümseyici zorbalar olarak tasvir ederek, bu sorunun proleter devrim olan cevabının meşrutiyetini ortadan kaldırıyor.
Bu durum, Birleşik Krallık’taki nüfuzlu ve eğitimli sosyalistlerin yoksullara olan sevgilerinden değil, zenginlere karşı hissettikleri nefretle nasıl motive olduğuna dair kuşkularını dile getirdiği, Wigan İskelesi Yolu kitabında bile açıkça görünüyor. Orwell’in düşüncesi dayanaksız değil çünkü birinci dünya ülkelerinin orta sınıf kesimlerinde, dünyanın yoksul ve ezilen insanlarının deneyimlerinden uzak, kendini sosyalist olarak tanımlayan gerçekten pek çok kişi var. Ama Orwell bu tür bir Batı şovenizmini eleştirmeye çalışmıyordu; paranoyakça tuttuğu kişisel şüpheli komünistler listesinde, bahsettiği bazı belli başlı kişiler sömürgecilik karşıtıydı. Bu da kendisinin hiç kuşkusuz bir Batı şovenisti olduğunu gösteriyordu.
Wigan İskelesi Yolu kitabından alınan bu pasaj, Orwell’in ister Birleşik Krallıkta, ister Rusya’da isterse Çin’de olsun, komünistlerin sinsi planlar gizlediği algısını tasdik ediyordu. İspanya İç Savaşı esnasında komünistlerle yaşadığı olumsuz deneyimlerin yanı sıra, hem Marksist-Leninist teoriye hem de Rus toplumuna olan yabancılığının gölgesinde, komünizm doğal olarak öfkesinin ana hedefi, daha iyi anlamakla ilgilenmediği kötülük için belirsiz bir güç haline geldi.
Takma adı olmaksızın Eric Blair olarak tanınan bu adamın dünya görüşü 1984 romanının komünizm karşıtı mesajını analiz etmemizi sağlıyor. Roman boyunca başkahraman Winston Smith, hayatın “Parti”nin üst düzey üyeleri dışında herkes için iğrenç ve kasvetli olduğu bir topluma yön veriyor; insanlar, onları Big Brother isimli, bıyıklı figüre tanrıymış gibi hizmet etmelerini teşvik eden sürekli bir propaganda bombardımanına tutuluyor. Parti “yoldaşları” yenilmez gibi görünen bir devlet tarafından sürekli gözetleniyor ve kontrol ediliyor. Orwell romanın “sosyalizme karşı bir saldırı amacı taşımadığını” iddia etse de hikâyenin dili, temaları ve belirtilen temel felsefesiyle ilgili her şey bariz bir şekilde komünizm hicviydi.
Orwell, eleştirisini gerçekliğe daha çok dayandıracak Nazi Almanyası’nın ırkçılığı ve korporatizmini kınamak için 1984 romanını kullanmak yerine, kurgusal rejimini ırkçılık sonrası ve körü körüne kapitalizme karşı çıkan bir rejim olarak tasvir etti. Parti, önemli konumlara terfi ettirdiği tipte insanlar arasında herhangi bir ırkçı ayrım yapmadığı şeklinde tanımlanıyor, düşünce suçluları ise sorgulamaları esnasında kapitalizm sevdalısı olmakla suçlanıyorlar.
Belki de romanın sosyalist öğretilerin bariz şekilde olumsuz tasviri, Parti’nin tarih kitapları, kapitalizm çağının karanlık ve perişan bir resmini çiziyor. Bu gerçekten eleştirilen tek sistem olan “İngiliz sosyalizminin” hayali kâbusuyla, romanın bütününde var olan kapitalizmin yegâne tarihsel analizidir.
Orwell, Winston’ın bir yerde okuduğu açıklayıcı bir siyasi analiz aracılığıyla Parti’nin gündemini bir pasajda açıkladığında, 1984 romanı, Orwell’in Marksizm-Leninizmi kişisel olarak nasıl algıladığının bir tasviri olduğuna dair ipucu veriyor. Parti’nin kendisi tarafından, Winston gibi muhaliflerde sahte bir güvenlik hissi uyandırmak için yazılan bu analiz, şunu açıklıyor:
Bu dünyayı ne tür insanların kontrol edeceği apaçık ortadaydı. Bu yeni aristokrasiyi büyük çoğunlukla bürokratlar, bilim insanları, teknisyenler, sendika organizatörleri, propaganda uzmanları, sosyologlar, öğretmenler, gazeteciler ve profesyonel politikacılar oluşturuyordu. Kökenleri ücretli orta sınıf ve üst-işçi sınıfına dayanan bu insanlar, tekelleşmiş sanayinin ve merkezi hükümetin kısır dünyası tarafından şekillendirilmiş ve bir araya getirilmiş. Geçmiş çağlardaki mevkidaşlarıyla karşılaştırıldığında, daha az açgözlü, lüksle daha az baştan çıkan, saf güce daha aç ve hepsinden önemlisi ne yaptıkları konusunda daha bilinçli ve muhalefeti ezmeye daha kararlılar.
1984 kitabının totaliter dünyasını hangi insan sınıfının yarattığına dair bu tanımlama, Leninizmin devrimci stratejisinin son derece kötümser ve paranoyak bir tasviriydi. Marksizm-Leninizm, daha alt sınıfları burjuva toplumunu devirmeye yönlendirmek için işçi sınıfının en eğitimli ve nitelikli üyelerinden oluşan bir öncü grubu yaratmak için çağrıda bulunur. Burada, bu mantıkla ilgili yanlış ya da kötü olan hiçbir şey yok; bu sadece bir devrimi gerçekleştirmek için yetenekli insanların komutasına ihtiyaç duyacağınızın bir kabulü. Lenin’in Devlet ve Devrim kitabında yazdığı gibi: “Burjuva yönetimini devirmek, ekonomik varoluş koşulları onu bu vazifeye hazırlayan, bunu yapma imkânını ve gücünü ona veren belirli bir sınıf tarafından, sadece işçi sınıfı tarafından gerçekleşebilir.”
Yine de Orwell’in aklındaki bu devrimci stratejinin en mantıklı sonucu, hem İngiliz sosyalizmi tarafından kontrol edilen yerlerde hem de romanın “Ulusal Bolşevizm” ve “Ölüme Tapmak” dediği (görünüşe göre ikincisi Orwell’in Çin kömünizmine taktığı isim) şeyle yönetilen topraklarda tam bir baskı dünyasıdır. Orwell, 1984 kitabında Marksizm-Leninizmin adını anmasa da, bununla ilgili ne kadar olumsuz düşündüğünü analizinin başka bir yerinde şunu iddia ederek açıklığa kavuşturuyor: “Hiçbir varlık artışı, tavırlardaki hiçbir yumuşama, hiçbir reform ya da devrim insanları eşitliğe bir milimetre yaklaştırmadı.” 1984 romanını yazdığı sırada, Sovyetler Birliği’nin işçi demokrasisini kurması, Çin ve Kore’de benzeri sosyalist sistemlerin kurulması onun için bir anlam ifade etmiyordu. Ona göre, komünizmin eşitlikçi vaatleri ve başarıları koca bir yalandı.
ORWELL’İN MESAJI YÖNETİCİ SINIFINA NASIL HİZMET ETTİ?
1984 romanının Marksizm-Leninizm tanımlaması, sadece Marksizm-Leninizmin gerçekte yaptıklarına dair gerçekleri saptırdığı için değil, aynı zamanda sınıf mücadelesi fikrinin ta kendisini karalamaya çalıştığı için gericidir. Romanın alt metinleri hakkında daha az bilgisi olan 1984 okuyucuları kapitalizmi devirmeye yönelik tüm girişimler zorbalıkla sonuçlanacaksa, devrimci değişim fikrini destekleyelim diye düşünmeye sevk ediyor.
Bu nedenle yayıncı Fredric Warburg, 1984 romanının “Muhafazakâr Parti için milyonlarca oy değerinde” olduğunu belirtiyor. O zamandan beri kapitalist dünyanın her yerinde romanın öğrencilere zorunlu olarak okutulması şaşırtıcı değil; isyana teşvik edici görünen bir siyasi analiz sunuyor olsa da bu analizin insanları komünizm karşıtlığına itmesi veya en azından onları SSCB ve diğer sosyalist ülkeleri kötüleyen, “kendine sosyalistlerden” birine dönüştürmesi daha olası.
İnsanlar, Donald Trump’ın yükselişiyle dünyamıza musallat olan korkutucu sorulara cevap bulmak için kurguya baktıkça, 1984 romanı belki de her zamankinden daha geniş kitleler tarafından okunmaya başladı. Demokrasi ayakta kalacak mı? Kitlesel gözetleme ne kadar ileri gidecek? Söyledikleri gün geçtikçe aşırılaşan yalanlar nasıl hükümetlerin yanına kalıyor? Ne yazık ki bu abartılı soğuk savaş propaganda parçası, Batı dünyasının distopik senaryolarla ilgili düşünmek için standart referans çerçevesi, bu yüzden kapitalist makine de bundan bolca üretti. ABD/NATO imparatorluğu ve Çin ittifakı arasındaki yeni soğuk savaş ilerledikçe, emperyalist propagandacılar da insanların dünyaya bakış açısını saptırmak için 1984 kitabını kullanıyor.
Modern Çin’i 1984 romanındaki rejimle aynı kefeye koymak, burjuva medyasındaki köşe yazarları arasında standart haline geldi. Çin’in sosyal kredi sistemiyle ilgili sansasyonel saptırmalar, Çin’in milyonlarca insanı alıkoyduğuna dair asılsız iddialar ve “Çin organ mafyası” ile ilgili uydurma vahşet hikâyeleri Batı manşetlerini meşgul ediyor. Hepsi, faşist ABD destekli Hong Kong protestoları gibi emperyalist operasyonlara bahane üretmek için tasarlandı. Bu propaganda kampanyası boyunca, Orwell’in muhafazakâr düşünceye yönelik manipüle edici cazibesinin gücü bütünüyle uygulandı; bir örnek vermek gerekirse, Kasım 2019’a ait bir Washington Post manşeti, 1984 romanındaki şu ilk satıra atıfta bulundu: “Çin’in dört bir yanında, saatler on üçü vuruyor. Hong Kong halkı bunu duyuyor.”
Orwell, emperyalizme ve kapitalist sömürüye karşı çıkanların umudunun olmadığı bir dünyanın resmini çizdi çünkü ona göre kapitalizme karşı geçerli tek alternatife liderlik eden insanlar güçlerini suistimal edecek hilecilerdi. Orwell’in komünizm karşıtı tutumunu paylaşan pek çok kapitalizm karşıtı kişi, bunun yerine anarşizmin ya da sosyal demokrasinin burjuva gücünün üstesinden geleceğine kendilerini ikna etmiştir, ancak bu ideolojiler bir devrimin gereklerine dair liberal yanılsamaları temsil eder. Çin ve diğer sosyalist devletler, komünizmin sağlıklı demokrasileri beslerken gerçekten de insanların yaşam standartlarını büyük ölçüde iyileştirebileceğini kanıtladı ancak Orwell’in düşünce tarzını takip edenler, bunu görmeye isteksizler.
Hem 1984 hem de Hayvan Çiftliği romanı, insanlığın adaletsizlik ve baskı sistemlerini alaşağı etmekten aciz olarak tasvir edildiği, mizantrofik bir mesajdır. İnsanlıkla ilgili bu görüşü kabul etmiyorum çünkü Stalin, Mao, Kim Il Sung, Castro ve Ho Chi Minh gibi devrimcilerin samimiyet ve sadakatle nasıl daha adil bir dünya için mücadele ettiklerini gördüm. Ve gelecek on yıl içinde, komünistlerin dünyayı geliştirme potansiyeline sahip olduklarını görüyorum. Bu nedenle Orwell’in geri kafalı insanlık algısını geride bırakarak gerçeği kucaklıyorum.
Kaynak: Rainer Shea