Partinin devletleşmesi, devletin partileşmesi…

Partinin devletleşmesi, devletin partileşmesi…

Marksist devlet teorisindeki şema aşağı yukarı şöyledir: Belirli bir üretim tarzında egemen konumda olan sınıf, bu egemenliğiyle siyasal egemenliğinin temellerini de kurar; sonra siyasal egemenlik, mevcut devlet kurumsallığı üzerindeki egemenliği beraberinde getirir…

Bu şema, Türkiye gibi geç kapitalistleşen, burjuva devrimi de “tepeden” gerçekleşen ülkeler için ne ölçüde geçerlidir?

Büyük ölçüde. Ancak, bir rötuş gerekecektir: Yeni gelişen kapitalist ilişkilerde egemen konumda olan sınıf, “önce” devlete egemen olur ve siyasal egemenliğini de büyük ölçüde devlet üzerindeki bu egemenliğinden yararlanarak kurar ve pekiştirir.

Bu “farklılık” önemli midir?

Devletin kurumsallığı ve aygıtsallığı arasındaki ilişkiler açısından önem taşır.

Devletin “kurumsallığından” kastedilen, onun belirli bir sınıfın çıkarları ötesinde tüm toplumun çıkarlarını temsil etme iddiası ve bu iddiaya az çok inandırıcılık kazandırabilmesidir.

Örneğin devlet, çok daha oynak, değişken özellikler taşıyan siyaset ve ideoloji alanlarındaki gelişmeleri süzüp bunlara belirli bir mesafede durabiliyorsa, burada onun kurumsal yanı ön plandadır. Egemen sınıfın gündelik, kısa dönemli işlerinin ötesinde uzun dönemdeki çıkarlarını kollayan devlet de bununla kurumsal kimliğini öne çıkarmış olur…

“Aygıt” olarak devlet dediğimizde ise sınıf aidiyeti çok daha açık ve belirgin olan bir kurumdan söz etmiş oluruz. Yani bu kimliğiyle devlet, “ideolojik aygıtlarının” ve “baskıcı” araçlarının ötesinde sermaye birikim süreçlerinin de başlıca ajanlarından biri durumundadır. Burada devletin sınıf aidiyeti, egemen sınıfın, yani sermayenin çıkarları adına hareket etme özellikleri daha açık, daha doğrudandır.

Hemen belirtelim: Burjuva devletin “kurumsal” yanı ile “aygıtsal” yanı birbirini dıştalamaz. Başka bir deyişle en fazla “kurum gibi” göründüğü uğraklarda bile aygıttır; aygıtlığı en açık biçimde gündemde olduğu dönemlerde bile bu durum “kurumsal” özellikler kazansın istenir.

Son 30-40 yılın dünya kapitalizmine bakıldığında, bu döneme damgasını vuran sürecin, eskisine göre çok daha fazla aygıt olan, yani kendini sermayenin çıkarlarıyla çok daha fazla özdeşleştiren devletin bu ağırlık kaymasını kurumsallaştırmaya çalışması olduğunu söyleyebiliriz.

Yalnızca Türkiye’de değil kapitalist sistemin tümünde durum böyledir.

Ya Türkiye’de devletin son 14 yıllık AKP iktidarıyla kazandığı özellikler?   Dünyadaki genel eğilime göre daha özgül ya da farklı görünen yanlar?

Az önce, klasik Marksist şemada Türkiye gibi toplumlar için bir rötuş önerisi yapmıştık: Yeni gelişen sermaye sınıfının önce devlete egemen olup siyasal ve ideolojik egemenliğini böyle kurması…

Türkiye’de bu süreç esas olarak Cumhuriyet’le birlikte ve 1940’lara kadar olan dönemde gerçekleşmiştir. Türkiye’nin burjuva devrimi, siyaset ve devlet alanında geçmişten devraldığını dönüştürmüştür. Ancak,  bu dönüştürülmüş yapı, 1970’lerin sonundan başlayarak sermaye sınıfı için kimi yerlerde dar, kimi yerlerde de bol gelmeye başlamıştır. 12 Eylül rejimi de, ANAP dönemi de devleti bu darlıklara ve bolluklara göre uyarlamaya çalışmıştır.  “Uyarlama” diyoruz; dönüştürmenin öncesi ve ondan daha az radikal olanıdır.

Daha açığı, 12 Eylül rejimi olsun ANAP dönemi olsun, Türkiye’de burjuva devrimiyle dönüştürülmüş olanı alıp burada uyarlamalara gitmiştir.

Yetmemiştir.

Yetmeyince AKP rejimi uyarlamanın ötesinde dönüştürme dönemini başlatmıştır.

AKP’ci dönüştürmenin özü, devletin aygıt olma yanından yola çıkarak bu aygıt olma durumunun özel bir siyaset ve ideoloji anlayışıyla kurumsallaştırılmasıdır. Birikim süreçleri mi? Devlet, bu süreçlere müdahalede bulunacak bir aygıttır ve bu yanıyla kurumsallık kazanmalıdır. Siyaset mi? Devlet, bu alanda olup bitenleri süzüp kendi yörüngesini belirleyen bir kurum değil, aynı alanı baştan sona şekillendiren bir aygıt (sonra da kurum) olmalıdır. İdeoloji mi, devlet ideolojiler alanına belirli bir mesafede duran bir kurum değil alanın baş öznesi olmalı, bunu da kurumsallaştırmalıdır…

Sözü fazla uzatmadan özetlersek, bunun adı iktidardaki partinin devletleşmesi, devletin de partileşmesidir.

Adına ister faşizm deyin ister başka bir şey… 

 

 

 

 

DAHA FAZLA