Quebecli yaşlı bir dağlı bile halimizi dert edinmişken...
Elbette ki nicelerimiz yazdı, dile geldi, uğruna bedeller ödedi; ama belki de toprak ananın bir dağının başındaki Quebecli yaşlı bir dağlının buralı olmadan bize anımsatmasına da belki ihtiyacımız olur, bilmiyorum ki...
Hande A.
Bu topraklar aşk, sevda; nereye gitseniz kalbinizde sevgilinizden, annenizden, çocuğunuzdan daha çok hissettiriyor kendisinden uzakta oluşunuzu. Tuhaf, belki tesadüf, belki değil; karşılaşılan yabancılar, “oralılar” da en çok o aşkı hissediyor olsa gerek, en çok o aşk soruluyor size...
Bir misafir evinin kahvaltı salonunda yaşları yetmişi aşkın Quebecli bir çift ile denk geldik; evli miyim, mesleğim ne, çocuğum var mı gibi sorular mevzu bahis olmadı hiç üç saati aşan sohbetimizde; bir misafir evininin kahvaltı salonundaki tesadüfü karşılaşmamızın üç saati aşan bir ilişkilenmeye neden olmasının tek konusu vardı: Laiklik...
Kanada tarihi ile ilgili bilgim genel geçer düzeyde, eyaletlerin her birinin de kendi tarihleri olduğunu ekleyerek, Quebec üzerine özel bir tarih bilgi birikimim olduğunu söyleyemem. Türkiyeli olduğum ile başlayan sohbetimizin laiklik başlığına sıçraması kesinlikle benim “sayemde” değildi, yetmişlerindeki James kendi eyaletlerine laik yönetim biçiminin 1960’larda gelmesi ile benim ait olduğum toprakların laiklik tarihçesini inanılmaz bir saygı ile başlayan ve en az bizler kadar acı çekercesine sonlandıran bir zamansallıkta anlattı. James ve eşi Marianne, Quebec’in yüksek rakımlı bir ormanında kendilerine en yakın insan komşularının 15 mil uzaklıkta olduğu bir dünya parçasından bize dair acı çekiyorlar; neyi kaybetmek üzere olduğunuzun farkında mısınız emin değiliz diyorlar; samimiyetleri tartışmasız...
Bu karşılaşmanın üzerine koşarak gittiğim Montreal Güzel Sanatlar Müzesinde taparcasına sevdiğim bir sanatçı ile ömürlük bir randevum var: Jean Micheal Basquiat. Sergi yeni neslin tabiri ile “yanıyor”, efendim sergiye özel 3D aplikasyonlar mı dersiniz, özel koleksiyonlarda olup da ilk kez sergilenen eserleri, notları, eskizleri mi dersiniz... Basquiat aşkım elbet ki daimi, lakin ben bu randevuya ihanet ediyorum... Bir anaokulunu getirmişler sergiye, 5-6 yaş grubu çocuklar, her birinin ellerinde bir dosya tutucuya iliştirilmiş saman kağıtlar ve 3B eskiz kalemi ile yerlerde oturup Basquiat eskizleri, bebop tarihi, Charlie Parker, Dizzi Gillespie ve Miles Davis’in Basquiat üzerindeki etkilerini onların şarkıları ile öğreniyorlar. Benim topraklarımda 6 yaşındaki bir kız çocuğunun sokulduğu başka haller mevzu bahis... Üzgünüm Basquiat, çocuklara, bambaşka çocukluk hallerine tav oldum; belki de senin sayende bilmiyorum ki...
Günlerce konuşabilir, sayfalarca yazabilirim; hiperaktif nöronal bağlantılarım modern tıbbın kırmızı reçeteleriyle dahi yola gelemiyor; memleketim(iz), “biz”, “onlar”, “iyiler”, “kötüler”, ve binlerce sorgulama işte... İçerideyken çok zor gelen şeyler dışarıdayken bir o kadar basit görünüyor, çıkabilme şansımı izninizle bir avantaja dönüştürerek arada sizlerle paylaşacağım. James’in “Laiklik öyle bir toplumsal barış ki esasen ve bireysel bir koruma aynı zamanda; tüm inanç sistemlerinin bir arada ve ruhani bir alışveriş ile yaşamasının dahi en büyük koruyucusu, toplumun en büyük tutkalı” mesajını kendime saklayamıyorum... Elbette ki nicelerimiz yazdı, dile geldi, uğruna bedeller ödedi; ama belki de toprak ananın bir dağının başındaki Quebecli yaşlı bir dağlının buralı olmadan bize anımsatmasına da belki ihtiyacımız olur, bilmiyorum ki...
Bazı şeyleri “artık” tartışmıyor olmak zorundayız, James Webb uzayın derinliklerini bize gösterirken; o tartışmaların devri artık bitti, tarihimizden daha daha daha çok güç almamak için bir nedenimiz yok, çünkü tüm bunlar “zaten” tartışıldı, ne laiklik ne çocuk istismarı, hiçbirini “yeniden” tartışmak zorunda olmadığımız gibi açıkça öyle bir lüksümüz de yok; karşıt argümanlar ve yapıları tarih sahnesinden silmek için gereken tüm argümanlar “zaten” cebimizde...