Gürer Mut - İleri Görüş
Yaklaşık bir aydır süren Suudi Arabistan - İran krizi Şii din adamı Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’in idamıyla üst seviyeye ulaştı. Suudi Arabistan resmi haber ajansı SPA'da yayımlanan İçişleri Bakanlığı'nın yazılı açıklamasına göre, 45 Suudi Arabistan vatandaşı ile 1 Mısır ve 1 Çad vatandaşı olmak üzere 47 kişi idam edildi. Açıklamada "Suudi Arabistan'ın kamu güvenliğine tehlikeye atacak eylemlerde bulunacak kişilere karşı aynı şekilde muamele edileceği" ifade edilirken, infazların Riyad, Mekke, Medine, El-Kasim, Hail, Asir, El-Cevf, El-Baha ve Tebuk kentlerinde gerçekleştirildiği belirtildi. 2 Ocak günü yapılan idam Şii toplumunda büyük infial yarattı ve İran başta olmak üzere, Sudi Arabistan, Irak, Bahreyn ve Lübnan’da Şiiler sokaklara dökülerek idamları protesto etti.[1] Protesto gösterileri birçok şehirde çatışmalara dönüştü. Iraklı Şiiler Bağdat ve güneyde radikal lider Muktada Sadr’ın çağrısıyla “Lanet olsun sana Suud” sloganlarıyla sokaklara döküldü. Hilla’da iki Sünni camiine bombalı saldırı düzenlendi, ayrıca Ramadi’den kaçmış bir Sünni ile bir müezzin vurularak öldürüldü. “Şiilerin Suud’a misillemesi” yorumları üzerine yerel güvenlik yetkilisi Fallah Hafaci “Hilla’da mezhep çatışması çıkartmak isteyen IŞİD’in işi” dedi.[2] İran'ın başkenti Tahran'da da Suudi Arabistan elçiliği göstericiler tarafından yakıldı.[3] Ardından Suudi Arabistan, elçiliğe yapılan saldırı sonrasında İran’la diplomatik ilişkilerini kestiğini açıkladı.
Tahran'da protestoların hedefindeki Suudi elçiliği
Uzunca bir süredir dünya kamuoyu ve bölge ülkeleri idama karşı açıklamalarda bulunuyordu. İran dışişleri bakan yardımcısı Hüseyin Emir 26 Ekim 2015 tarihinde yaptığı açıklamada, “Bu olay şüphesiz Müslümanların duygularını incitip kitlesel tepkilere neden olacak. Suudi Arabistan yönetiminden İslam dünyasındaki gerginliğin artmaması adına konuya gerçekçi bir tutumla yaklaşıp infazı engellemesini bekliyoruz" açıklamasını yapmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan ise, "Önde gelen Şii din adamı ve aktivist Nimr'in idamının, acilen düşmesi gereken bir zamanda mezhepsel gerilimi tırmandırma tehlikesi bulunduğu için özellikle endişeliyiz" açıklaması geldi. Bunun haricinde Birleşmiş Milletler, Almanya, İngiltere ve Fransa idamlara karşı olduklarına ilişkin açıklamalarda bulundular.
İdam sonrasında ise bölge ülkelerinden Suudi Arabistan’a kınama ve destek mesajları geldi. İran'ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, El Nimr'in idamını kişisel internet sitesinde yayınladığı açıklamayla kınadı. Kişisel Twitter hesabından ise, "Uyanış bastırılamaz" mesajını verdi. Ayrıca Hamaney, Nimr'in sadece Suudi Arabistan yönetimini açık bir şekilde eleştirdiği için idam edildiğini belirterek, "İlahi intikam şüphesiz Suudi siyasetçilerin yakasına yapışacaktır" ifadelerini kullandı. İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hüseyin Cebel Ensari ise, “Suudi hükümeti teröristleri ve tekfiri radikalleri desteklerken ülke içindeki muhaliflere baskı yapıyor” açıklamasını yaptı.
Irak Başbakanı Haydar el İbadi de "Şeyh Nimr'in Suudi Arabistanlı yetkililer tarafından idam edilmesi haberini büyük üzüntüyle öğrendik. Muhaliflerin tasfiyesi ve seslerinin susturulması, hükümet ile halklara harap ve yıkımdan başka bir şey getirmez. Tarih bize zulüm ve baskı araçlarının uzun sürmeyeceğini kanıtladı" ifadelerini kullandı. Iraklı Şiilerin lideri Ayetullah Ali Sistani ise, idamı 'adaletsiz bir saldırı' olarak niteledi. Iraklı Şii liderlerden biri olan Humam Hamudi ise, “Şeyh El Nimr’in idamı, mezhep çatışmasını artırmayı amaçlayan IŞİD’e hizmet etmiştir” diye konuştu.
Hizbullah lideri Hasan Nasrallah da idama tepkisini dile getirdi. Nasrallah yaptığı açıklamada, “Suudların hafife aldığı şok edici bir olayla karşı karşıyayız. Ancak bu olay hafife alınmamalı" ifadelerini kullandı. Ayrıca Nasrallah Suudi Arabistan’ın mesajının bir tür ‘kan mesajı’ taşıdığını belirterek, “Suudlar Sünni - Şii kavgası istiyor. Böyle bir kavgayı daha önce de ateşlemişlerdi ve dünyanın her yerinde de bunu yapıyorlar” dedi.
Suudi Arabistan cephesinden gelen açıklamalar ise şu şekilde; Suudi Arabistan İçişleri Bakanlığı Sözcüsü Mansur el Turki düzenlediği basın açıklamasında, 47 kişinin infazının kılıç veya kurşuna dizme yöntemleriyle gerçekleştirildiğini belirtti. İran'ın eleştirilerine de cevap veren Turki, "Bu sorumsuz açıklamalarla Dışişleri Bakanlığı ilgilenecek. Suudi Arabistan, İslam hukukuna uygun hüküm vermiştir. Uygulamalarımıza tamamen güveniyoruz, yargı ve hükümlerin uygulanmasıyla ilgili icraatlarımız hakkında başkalarının görüşüne önem vermiyoruz" ifadelerini kullandı.
Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Cibuti ve Sudan gerilimde Suudi Arabitan’dan yana taraf olarak Tahran’dan büyükelçilerini çekti.
İdamların ardından Bahreyn'de yapılan eylemlerden bir fotoğraf
İRAN – SUUDİ ARABİSTAN İLİŞKİLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
1979 İran İslam devrimi
Ortadoğu tarihine baktığımızda iki ülke arasındaki siyasi gerilimin 1979’daki İran İslam devriminden sonra derinleştiği görülüyor. S. Arabistan’ın müttefiki olan Şah Rıza Pehlevi’nin 1979 devrilmesi ile birlikte, Riyad İran’ı tehdit olarak görmeye başlıyor. Bu gelişmelerden sonra Suudiler 1981 yılında Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ni (KİK) kurdu.
1980 – 1988 İran-Irak savaşı
Suudiler’in savaş sırasında Irak lideri Saddam Hüseyin’e destek vermesi, İran’ın tepkisine neden oldu.
1987 Suudi Arabistan Elçiliği'ne baskın
1987 yılında Mekke’de Hac sırasında Suudi güvenlik güçleriyle Şiiler arasında çıkan olaylarda 402 Şii öldürüldü. Bunun üzerine Tahran’daki Suudi Büyükelçiliğini bastı. Ardından Riyad, ilişkileri kesme kararı aldı.
2003-2012 Ortadoğu’daki gerginliğin artması
2003 yılında ABD işgaliyle devrilen Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin’in ardından Irak’ta Şii ağırlıklı bir hükümet kuruldu. Bu dönemden sonra Irak ve İran yakınlaştı. 2006 yılında İsrail'in Lübnan'a saldırı sırasındaİran, Lübnan Hizbullah’ına destek verdi.
Ayrıca İran’ın başlattığı nükleer program yine Suudiler tarafından tepki ile karşılandı.
Wikileaks’in ABD’nin gizli diplomatik yazışmalarını sızdırmasıyla Suudiler’in ABD’den İran’a askeri müdahalede bulunmasını istediğinin ortaya çıkması ikili ilişkilerin gerilmesine neden oldu.
2011 Arap Baharı
Ortadoğu’da yayılan isyan dalgasının Bahreyn’e ulaşması üzerine Suudiler, Bahreyn’deki isyanı bastırmak için bölgeye askeri güç gönderdi. İsyanı Bahreyn’deki Şii nüfus yönlendiriyordu. Suudi yetkililer isyanın arkasında İran’ın olduğunu öne sürdü. Böylece iki ülke arasında bir kez daha diplomatik kriz yaşandı.
Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr’in idamı
Şii din adamı Ayetullah Nemr Bakır en-Nemr kamuoyunda Suudi yönetimi eleştiren bir figür olarak ön plandaydı. 2011 yılında Katif kentinde düzenlenen rejim karşıtı protestolara öncülük etmişti. Şii azınlık yıllardır ülkede ayrımcılığa uğradığını belirtiyor ve bu nedenle protesto gösterileri düzenliyordu. Protestoların ardından 2012 yılında, ‘Protestoları teşvik etmek, fitne çıkarmak, güvenlik güçlerine direnmek, ateş açmaya çalışmak' suçlamalarıyla tutuklandı ve 15 Ekim 2014 tarihinde idam cezasına çarptırıldı.
Şüphesiz Suudi hanedanı, Nemr’in artan etkisinden çekiniyordu. Öyle ki, Suudi Arabistan ve Bahreyn'de çok sayıda destekçisi vardı. Özellikle Şii gençler arasında önemli bir destekleyici kitlesi olduğu biliniyordu.
Destekçileri onun hiçbir zaman mahkemenin iddia ettiği ‘güvenlik güçlerine ateş açma’ eyleminde bulunmadığını söylüyor. BBC’ye verdiği bir röportajda[4] "Söz silah olarak mermilerden daha güçlüdür çünkü yetkililer silahların savaşından faydalanacaktır" açıklamalarını yapmıştır.
Tahran ve Suriye'de eğitim görmüş olan Nemr, 1994'te Suudi Arabistan'a dönmüş ve dini özgürlük çağrılarında bulunmuştur.
Viyana'da yapılan Suriye konferansından bir fotoğraf
KRİZİN NEDENLERİ VE SONUÇLARI ÜZERİNE
Bölgedeki gerilimin tek boyutu mezhep gerilimi değil. Suudi Arabistan ve beraberindeki Körfez krallıklarının bölgede ABD ekseninde ve dolaylı olarak da İsrail ekseninde hareket ettiğini söyleyebiliriz. Mezhep gerilimlerini kışkırtan tarafın da daha çok Suudi Arabistan liderliğindeki ülkeler olduğu açık.
Bunların dışında, özellikle petrol krizi, Suudi Krallığın içerisindeki gerilim, bölgede İran etkisinin artması vb. başlıklar yaşanan krizin anlaşılmasında yardımcı olacaktır.
Baştan şunu söylemekte yarar var; bugün Suudi Arabistan’ın Vahhabi/Selefi ideolojisinin artık tıkanma noktasına geldiği açıkça görülüyor. Suudiler’in yaklaşık 10 senedir Mısır, Irak ve Suriye gibi güçlü Arap devletlerin zayıflamasıyla edindiği “öncülük misyonu”, şahıslar aracılığıyla fonladığı ve maşa olarak kullandığı cihatçı Selefiliğin bölgede yenilmeye başlamasıyla birlikte çöküşe geçti. Hiç şüphesiz bu çöküşün nedeni, Rusya’nın bölgedeki aktif varlığı ve Suriye’nin tahminlerin ötesinde bir direniş sergilemesi.
Petrol fiyatlarının 30 dolar seviyesine kadar düşmesi, sadece ABD’nin hedef aldığı Rusya ve Venezuela gibi ülkeleri değil Suudi Arabistan’ı da ciddi şekilde zor duruma düşürmüş durumda. Öyle ki, IMF, petrol fiyatlarının böyle düşük seyretmesi durumunda Suudi Arabistan’ın 2020’de iflas edebileceği öngörüsünde bulunmuş durumda.
Petrol krizinin haricinde Suudi hanedanlığının içinde de önemli rekabet var. Uzmanlara göre idamların nedeni kraliyet ailesindeki bu iç hesaplaşmalar olabilir. Hatırlanacağı üzere, Kral Selman geçen Nisan ayında yönetimi yeniden şekillendirmişti. Ayrıca yönetimde kadro değişikliğine giden Selman, veliaht prens olan üvey kardeşi Mükrin bin Abdülaziz’i yönetimden uzaklaştırdı. Onun yerine yeğeni olan İçişleri Bakanı Prens Muhammed bin Nayif'i veliaht prens olarak getirdi. Selman'ın 30'lu yaşındaki oğlu Muhammed Bin Selman da ikinci veliaht prens oldu.[5]
Bölgedeki artan İran etkisi nedeniyle Suudiler’in idamları gerçekleştirdiği öne sürülüyor. Riyad’ın, nükleer anlaşma üzerinden İran’ın Batı ile ilişkileri normalleştirmesini durdurma peşinde olduğu da belirtiliyor. Riyad'ın idam adımıyla Yemen konusunda İran'ı provoke etmeye çalışmış olabileceği de söyleniyor. Tahran ise, idamlara güçlü yanıtlar verebilir. Bunu yaparken de, nükleer anlaşma ivmesinin devam etmesini sağlamaya çalışacaktır. Ayrıca İran ve Suudi Arabistan arasında doğrudan bir savaş yaşanmayacağına dair genel bir kanı var. Bu mücadele alanda 'vekâlet savaşları’ şeklinde gerçekleşebilir. Yani Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan bu durumdan somut olarak etkilenecektir.
Viyana konferansı böylesi bir tabloda nasıl gerçekleşecek? 25 Ocak tarihinde Suriye sorununun çözülmesi için tarafları bir araya getirecek olan bir konferans hazırlanıyordu. Fakat son yaşanan olaylardan sonra, konferansın akıbetinin ne olacağı merak konusu İki ülke arasındaki gerginliğin boyutuna göre, Tahran ve Riyad krizi Suriye görüşmelerini büyük oranda ertelenme ihtimali var.