Sadık Boran yazdı I Lenin 150 yaşında: Devrimi arayan inat

Sadık Boran yazdı I Lenin 150 yaşında: Devrimi arayan inat

Lenin öncülük ilkesinden hiç vazgeçmemiştir. Ama onun öncülükten anladığı kitle hareketlerini küçümsemek ya da önemsizleştirmek değil, öncü iradenin kitle hareketinin gerisine düşmesini engellemek, kitle hareketinin en güncel eşiği ile öncü irade arasında ucu daha ileri mevzilere açılan bir ilişki kurabilmektir.

Lenin’in 150. yaşını kutluyoruz. Bu kutlamanın sadece kendisi bile önemlidir elbette. Ancak söz konusu olan Lenin’se, devrimi arayan inadın bir bedende cisimleşmiş haliyse, daha fazlasını yapmak gerektiği açık. Daha fazlası; yani devrimi aramayı sürdürmek; başarana kadar...

Zaten kendisinden geriye bir miras kalacaksa, o da en çok bunun kalmasını isterdi herhalde. Lenin’in Ekim Devrimi ile taçlandırdığı mücadele çizgisi, yerkürenin her köşesinde devrimi arayan komünistlere ışık tuttu, tutmaya devam ediyor. Çünkü, Lenin’in düşüncesi, sadece 100 yıl öncesinin değil, tam da bugünün ihtiyaçlarına denk düşüyor.

Ancak Lenin’in düşüncesini çeşitli şablonlarla ve şemalarla tanımlamak zor bir iştir. Evet, Lenin ödün vermez bir marksist olarak belirli bir kümenin özellikleriyle tanımlanabilir. Ancak yeterli olmaz; işin içine mutlaka Lenin’e özgü olan unsurlar katmak zorunda kalırız. Oysa Lenin de kendi düşüncesinin açık seçik, sistematik bir sunumunu hiç yapmamıştır. Çeşitli başlıklarda hayli derin kuramsal sonuçlara ulaşmış, düşüncesinin köşe taşlarını sunmuştur elbette; ama bir “magnum opus” yazmamış, eserinin bütününü tek bir seferde kuramlaştırmamıştır.

Bunun Lenin’in mizacıyla ya da içerisinde yaşadığı koşullarla bir ilgisi vardır kuşkusuz. Öte yandan, Lenin’in mücadele tarzının kuramlaştırmaya direnen bir niteliği olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Tıpkı Marx açısından olduğu gibi, Lenin için de siyasal mücadelenin yöntem, taktik ve araçları belirli bir düzeyin ötesinde kuramlaştırılması sakıncalı olan bir özgüllük taşırlar. “Somut durumun somut çözümlemesi” ilkesinin ötesinde, siyasal mücadelenin zaman ve mekandan bağımsız “teorizasyon”larını dayatmak, marksizmi pozitivizme doğru iten bir güç uygulamak anlamına gelir.

O halde, Lenin’in düşüncesini ya da mirasını anlamak için bakılacak en verimli alan siyasal mücadelesinin bizzat kendisidir. Özel olarak 1917 Şubat’ı ile Ekim’i arasındaki birkaç ay ise, tüm ışığı kendinde toplayıp yayan bir mercek gibi, Lenin’in düşüncesini berrak biçimde sergileyen bir tarihsel kesit oluşturur. Tarihin belki de en hızlı aktığı dönem olan bu aralık, bir anlamıyla da her şeyin apaçık kendini görünür kıldığı bir şeffaflık yaratır.

ŞUBAT DEVRİMİ VE NİSAN TEZLERİ

Şubat Devrimi, sadece dönemin devrimcileri için değil, Lenin için de bir sürpriz sayılır. Evet, Lenin devrim dalgasının yeniden yükseleceğini biliyor, hazırlıklarını ona göre yapıyordu bir yandan. Öte yandan ise, zamanın şaşmaz ilerleyişine hükmetmenin mümkün olmadığını biliyor, o günleri görüp göremeyeceğini kestiremiyordu. Şubat’tan sadece iki ay önce, İsviçre’de katıldığı bir işçi toplantısında kürsüye çıkan Lenin, konuşmasını “biz yaşlılar, gelen devrimin tayin edici savaşlarını belki göremeyeceğiz”(1) diye bitirmişti. Oysa bu sözlerin üzerinden daha bir yıl geçmeden, Ekim Devrimi’nin zaferini ilan edecekti.

Şubat Devrimi’nin patlak vermesiyle Lenin tüm enerjisini Rusya’ya dönmenin yollarını bulmaya aradı. Ancak yine de Nisan’dan önce varamadı Rusya’ya. Bu arada birçoğu sürgünde bulunan Bolşevik önderler de teker teker dönmeye başladılar. Lenin’in Nisan’daki dönüşünde hepsi Lenin’i karşılamak için Finlandiya Garı’nda bulunuyordu. Refakat etmek için birkaç durak önce trene binen Stalin’le birlikte trenden inen Lenin, bir zırhlı aracın üzerine çıkarak yaptığı kısa konuşmasını “yaşasın sosyalist devrim” sözleriyle bitirdi.

Oysa sosyalist devrim şiarı önde gelen Bolşevik liderlerin hepsi açısından şaşırtıcıydı. Önce tren garında, daha sonra da küçük bir toplantıda Lenin’in ağzından bu sözleri duyan lider kadrosu “beyin hücrelerini zorlamaya başladı: nasıl yani, sosyalist devrim mi?”(2). Çünkü o zamana kadar Bolşevik partisinin ve önderlerinin temel siyasal hedefi Rusya’da burjuva devrimi aşamasının tamamlanmasıydı.

Birkaç istisna dışında Petrograd Sovyeti üyeleri, Şubat olaylarını Batı modeline göre burjuva-demokratik bir rejim kuracak olan Rus burjuva devrimi olarak görmekten ve sosyalist devrimi gelecekteki bir tarihe ertelemekten gayet memnundu. Geçici Hükümetle işbirliğine girmek ise bu bakış açısının doğal sonucuydu ve Petrograd’a dönen ilk Bolşevik liderler Stalin ve Kamenev de bu görüşteydi.(3)

Ancak Lenin’in dönüşü bu havayı darmadağın etti. Lenin Rusya’da gerçekleşenin bir burjuva devrimi olduğuna itiraz etmiyordu elbette; ama yaşananların sadece bir burjuva devriminden ibaret olduğu fikrine şiddetle karşı çıkıyordu. Lenin’e göre, devrimin birinci aşaması anlamına gelen burjuva demokratik devrimi artık gerçekleşmişti; burjuva rejiminin Batı’ya özgü kurumlarının ortaya çıkması ve yerleşikleşmesi ise ancak tali bir veri olabilirdi. 1905’ten bu yana şaşmaz biçimde devrimin ilk aşaması olarak “proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü” sloganına ve hedefine sadık kalmış Bolşevik kadrolar, hiç hazır olmadıkları bir anda hedeflerinin aslında gerçekleşmiş olduğu söyleyen bir sesle karşı karşıya kalmışlardı.

Lenin Bolşevik tezlerin tarih tarafından onaylandığını, ancak somut görünümleri açısından beklenenden farklı biçimlerde açığa çıktıklarını ileri sürüyordu. Şimdi ise önemli olan, olguların somut görünümlerini kavrayamayıp ezberleri hayata dayatmak yerine, gerçekliği tüm yönleriyle çözümlemekti.

“Proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü” Rus devriminde artık gerçeklik olmuştur, çünkü bu “formül” sadece karşılıklı sınıf ilişkisini öngörür, bu ilişkiyi, ortak etkinliği gerçekleştiren somut politik kurumu değil. “İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti” – işte size yaşamın çoktan gerçekleştirmiş olduğu “proletarya ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü”. Bu formül artık aşılmıştır. Yaşam onu formüller diyarından gerçeklik diyarına getirdi, ete kemiğe büründürdü, onu somutlaştırdı ve böylece onu değişikliğe uğrattı.(4)

Pravda’da 7 Nisan tarihinde yayınlanan tezleriyle, Lenin, artık sosyalist devrim aşamasında bulunulduğunu öne sürerek, partinin siyasal hattını buna uygun bir doğrultuya çekmek için kolları sıvadı. Geçici Hükümetin hiçbir biçimde desteklenmemesi ve tüm iktidarın Sovyetlerde toplanması talebi, yeni siyasal çizginin en önemli özelliğiydi. Geçici Hükümetin yanı başında bir başka iktidar aygıtı olarak Sovyetlerin yükselmesi, Lenin’in “ikili iktidar”(5) olarak adlandırdığı ve iktidarın, üstelik de barışçıl biçimde ele geçirilmesini mümkün gördüğü bu koşulları yaratmıştı.

Ancak Lenin “ikili iktidar” saptamasını yaptığı halde, bu durumun geçici olacağını, iktidarın belirli bir vadede ya Geçici Hükümet tarafından ya da Sovyetler tarafından kontrol altına alınacağını yazıyordu.(6) “İkili iktidar” durumu sonsuza kadar süremez, kalıcılaşamaz, en önemlisi ise devrimcilerin seçeceği “ideal” zamanı bekleyemezdi. Dolayısıyla, komünistler tereddütsüz biçimde “tüm iktidar Sovyetlere” sloganını yaygınlaştırmalı, halk içerisindeki propaganda faaliyetlerini bu eksene oturtmalıydı.

Fakat Nisan’da iktidarın ele geçirilmesi çağrısını yapan Lenin, aynı zamanda bunun için henüz koşulların olgunlaşmadığını da ilan ediyordu. Diğer bir deyişle, Nisan Tezleri, iktidarı ele geçirecek kalkışmanın başlama düdüğü olmak yerine, partinin yakında oluşacak koşullara hazırlanmasını sağlamaya çalışıyordu. Nisan’da ise Bolşeviklerin azınlıkta olduğunu ve kitlelerin taze burjuva devrimine hala umutla bakmakta olduklarını gören Lenin, yoldaşlarını tetikte olmak için ikna etmeye çabalıyordu.

'TÜM İKTİDAR SOVYETLERE' SLOGANI GERİ ÇEKİLİYOR

Temmuz’da Geçici Hükümetin savaşa devam etmek niyetinde olduğunun ortaya çıkmasıyla, özellikle Petrograd işçileri ve askerleri arasında büyük bir tepki ortaya çıktı. Bolşeviklerle ilişkili yaklaşık bin kişilik bir asker topluluğu, Petrograd’daki Bolşevik karargahının etrafına dizilmiş, partinin talimatını bekliyordu. Ancak Lenin bir ayaklanma için koşulların hala oluşmadığını görüyordu. Geçici Hükümetin tavrına karşılık olarak, Bolşeviklerin azınlıkta olduğu Sovyet yönetimi aktif bir karşı duruş sergilemiyordu. Dışarıdaki küçük grubu saymazsak, askerlerin de önemli bir kısmı Sovyet yönetiminin sözlerine hâlâ güven duymaktaydı. Dahası büyük şehirlerin dışında, kırsal bölgelerde köylülerin gözle görünür bir tepkisi olmamıştı. Bu koşullarda iktidarı ele almayı hedefleyen bir ayaklanma düşünülemezdi.

Sorun iktidarın alınamaması değildi, Lenin bunu son derece mümkün görüyordu; ancak iktidarın korunabilmesi mümkün olmayacaktı ve böylesi bir maceracılık yerine, Lenin bir kez daha yoldaşlarına sabır öneriyordu. 5 Temmuz gecesi toplanan Merkez Komite, işçi ve askerlere sokak gösterilerini sonlandırma çağrısı yaptı. Hem Lenin hem de diğer Bolşevikler için hayli tatsız bir andı bu. Üstelik bu çağrı, Bolşeviklerin liberaller ve ılımlı solcular tarafından devrime ihanetle ve casuslukla suçlanmalarını da engellemedi. Plehanov bile, Bolşevikleri Alman ajanlığıyla suçlayıp, devrimin önünde bir engel oluşturduklarını, bu yüzden kesin ve acımasızca ezilip geçilmeleri gerektiğini söylüyordu.(7)

Başta Lenin olmak üzere, Bolşevikler hakkında amansız bir iftira ve linç kampanyası başladı. Burjuva liberaller, ılımlı solcular, Menşevikler bir olup Rus devriminin selametinden ve Bolşeviklerin ihanetinden dem vuruyorlardı. Bir burjuva gazetesi, Lenin’in yaşadığı binadaki komşularının sözleri diye şunları yayınlıyordu: “Lenin, neredeyse her zaman otomobille dolaşır”; “Lenin ve karısı herkesten daha iyi çarşaflara sahip”; “Lenin ve ailesi gibi böyle tehlikeli komşular istemiyoruz”.(8) Tam da bu günlerde Lenin hakkında bir dava açıldı. Lenin mahkemeye çıkıp savunma yapmak istemesine rağmen, Merkez Komitesi Lenin’in idam edilebileceğini düşünerek buna izin vermedi. Bunun üzerine Lenin Petrograd’dan çıkarıldı ve bir kulübede yaşayarak Devlet ve Devrim’i kaleme alacağı firari günleri başladı. Burası da pek güvenli değildi; bir gün Zinovyev’le ikisi çok yakından gelen tüfek seslerini duyunca kendilerini en yakındaki çalıların arkasına atmışlardı; Lenin Zinovyev’e şunları söyledi: “Şimdi geriye kalan tek şey düzgün ölmek”.(9)

Temmuz olayları, kuşkusuz, Lenin açısından ayrıntılı biçimde değerlendiriliyordu. Eylül’de yazdığı bir makalede, 3-4 Temmuz’da iktidarı ele geçirmeye çalışmanın bir hata olacağını tekrar belirterek, partinin görevinin asla acele etmek değil, ama devrimin gelişiminin gerisinde kalmamak olduğunu söylüyordu.(10) Ve elbette, Temmuz olayları sonrasında oluşan yeni koşullar da Lenin tarafından çözümleniyordu.

Artık devrimin Şubat ile Temmuz arasındaki dönemine özgü koşullar değişmişti, dolayısıyla bu koşullardan çıkarsanmış sloganlar ve propaganda da değişmeliydi. Lenin daha birkaç ay önce canla başla savunduğu “tüm iktidar Sovyetlere” sloganını terk etmeyi öneriyordu. Dahası, iktidarın karşı-devrim tarafından ele geçirildiğini, Sovyetlerin de karşı-devrimin incir yaprağı haline geldiğini söyleyerek, devrimi barışçıl yollarla gerçekleştirme olanaklarının da ortadan kalktığını söylüyordu.

15 Temmuz’da Merkez Komitesi gizli bir toplantı yaparak söz konusu önerileri tartıştı ve Lenin’in tezleri kesin olarak reddedildi. Yaşadığı kulübede toplantıdan çıkan kararı öğrenen Lenin, Sloganlar Üzerine adlı makalesiyle sert bir yanıt verdi yoldaşlarına. Makalenin ana fikri, somut gerçeklikler yerine soyut formüllerin konmasının büyük bir hata olduğu ve mücadelenin taktik ve sloganlarının güncel sınıf ilişkileri ve siyasal konjonktür içerisinde sürekli yeniden üretilmeleri gerektiğiydi.

Şimdi artık bu şiar (tüm iktidar Sovyetlere - abç) açıkça doğru olmaktan çıkmıştır. Bunu kavramadan, bugünün aktüel sorunları kavranamaz. Her bir şiar, belirli bir politik durumun bütününün özelliklerinden çıkarılmak zorundadır.(11)

Rus devriminin barışçı bir yolla gelişmesi üzerine kurulan umutlar geri dönmemek üzere sönmüştür. (...) “Bütün iktidar sovyetlere” sloganı, nisan, mayıs, haziran aylarında ve 5-9 Temmuza kadar, yani gerçek iktidarın askeri diktatörlüğe geçtiği ana kadar mümkün olmuş olan devrimin barışçıl gelişmesinin sloganı oldu. Ne askeri diktatörlüğün, ne de sosyalist-devrimcilerin ve menşeviklerin, tam, fiili ihanetini hesaba katmadığına göre, bu slogan artık bugün doğru değildir.(12)

Lenin’in keskin dönüşü partiyi bir kere daha geride bırakmıştı. Saklandığı çiftlikte Zinoyev’le düşüncelerini tartışan Lenin’e, yoldaşı şöyle demişti: “Hiç beklenmedik bir geri dönüş. Ne yani? Günün en popüler sloganını geri mi çekeceğiz – bütün iktidar Sovyetlere! Hem de böyle bir zamanda. Leninist bir sloganı. Senin sloganını!”(13) Lenin’in cevabı ise katı gerçekçiliğinin ifadesinden başka bir şey değildi: “Sloganlarla oynamıyorum; devrimin her dönemecinde kitlelere gerçeği söylüyorum, ne kadar acı da olsa”.(14)

YENİDEN 'TÜM İKTİDAR SOVYETLERE'

Fakat Rus toprağının sürprizleri henüz tükenmemişti. Ağustos ayında General Kornilov tarafından başlatılan darbe girişimi geri püskürtülmekle kalmadı, aynı zamanda iktidardaki burjuva liberallerinin iki yüzlülüğünü de ortaya serdi. Çünkü burjuvalara göre, Kornilov, toplumsal hareketliliği kontrol altına alacak ve böylece kapitalist düzeni güvenli bir limana taşıyacak güçte bir komutandı. Bu nedenle Kornilov’un girişimi burjuva siyasetçilerinin desteğini almakta zorlanmadı. Ancak işçilerin ve askerlerin, özellikle de Bolşeviklerin sözlerine güvenerek oluşturdukları güç, Kornilov’un başarısızlığını getirdi. Darbe girişimi suya düşmüştü ve Bolşevikler bu süreçten güçlenerek çıkmıştı.

Her şeyden önce, Bolşevik saflarına katılan işçi ve askerlerin sayısı Ağustos’tan sonra hızla artmaya başlamıştı. Ayrıca burjuva liberalleri ve Geçici Hükümete karşı giderek yükselen bir huzursuzluk görünüyordu. Kırsal alanlarda ve cephede de tepkiler şiddetlenmeye, zaman zaman küçük kalkışmalar halini almaya başlamıştı. En önemlisi ise, 31 Ağustos tarihli Petrograd Sovyeti toplantısında Bolşevikler ilk kez çoğunluk olmayı başarmıştı.

Bu koşullarda, Lenin bir kez daha sert bir manevra yaptı. Eylül ayından itibaren “tüm iktidar Sovyetlere” sloganı yeniden gündeme geldi. Devrimin barışçıl biçimde gelişmesi tekrar bir olanak olarak değerlendirilir oldu. Buna eşlik eden ise Lenin’in artık bir ayaklanma için hazırlıkların başlatılmasında ısrar etmesi ve tüm ılımlı önerileri elinin tersiyle itmeye başlamasıydı. Çünkü artık sorun kendi çözümünü dayatacak ölçüde olgunlaşmış, devrim güncel bir olanak haline gelmişti. Bu andan itibaren “tüm iktidar Sovyetlere” sloganı, bir ayaklanma çağrısı anlamına gelmekteydi. Zaten devrimin barışçıl biçimde gerçekleşmesi de sadece iktidarın Sovyetler elinde toplanmasıyla mümkündü.

“İki başkentin işçi ve asker vekilleri sovyetlerinde çoğunluğu sağlayan bolşevikler iktidarı ele alabilirler ve almalıdırlar.”(15) Lenin’in Eylül’de Merkez Komitesi’ne gönderdiği “Bolşevikler İktidarı Almalıdırlar” başlıklı mektup bu sözlerle başlıyordu. Daha Merkez Komitesi’nin uzun boylu değerlendirmesine fırsat vermeden, “Marksizm ve Ayaklanma” başlıklı ikinci mektubunu gönderdi Lenin: “Siyasal olarak 3 ve 4 Temmuz günleri iktidarı koruyamayacaktık, çünkü, Kornilov serüveninden önce, ordu ve taşra, Petrograd’a karşı yürüyebilirdi ve yürüyecekti. Bugün durum bambaşkadır. Devrimin öncüsü, yığınları sürüklemeye yetenekli, halkın öncüsü olan sınıfın çoğunluğu bizden yana.”(16) Lenin, artık açıkça ve ısrarla, partiyi ayaklanmayı hazırlamaya çağırıyordu.

Merkez Komitesi’nin bu mektuplara ilk tepkisi, onları yakmak oldu. Buharin, yıllar sonra, o günü “hepimiz donakalmıştık”(17) sözleriyle anlatacaktı. Bu mektuplarda yazanların Bolşevik işçi ve askerlere ya da Petrograd ve Moskova komitelerine ulaşması durumunda işlerin kontrolden çıkacağını düşünen üyeler, çareyi Lenin’in mektuplarını yakmakta buldu. Ve Lenin, partinin lideri, bir kez daha partisini fethetme zorunluluğuyla baş başa kaldı.

İlk iş olarak, Merkez Komitesi kesin biçimde yasaklamış olmasına karşın, bulunduğu çiftlikten ayrılıp Petrograd’a dönmeye karar verdi. Ancak döndüğünde gördüğü manzara, Bolşeviklerin bütün beklentilerini Tüm Rusya Sovyetler Kongresi’ne bırakmış oldukları ve emekçiler içerisinde yürütülen propagandanın da Sovyetler Kongresi’nde yeni bir hükümetin ilanına dayandırılmasıydı. Oysa Lenin için Geçici Hükümet kolaylıkla yıkılabilecek ve iktidar ele geçirilebilecekken, Sovyetler Kongresi’ni beklemek fırsatın heba edilmesi anlamına geliyordu.

Lenin partinin zaman kaybetmesinin önüne geçmek için tekrar yazmaya başladı. Önce “Sahte Kahramanlar ve Bolşeviklerin Yanlışları” adlı bir makale yazdı; bu makale “Sahte Kahramanlar” başlığıyla ve Bolşevikleri eleştiren kısımlar çıkarılarak yayınlandı. Ardından “Bir Gazetecinin Günlüğünden” adlı yazı dizisini hazırladı. Yayın Kurulu, bu defa yazıyı tümden kaldırarak, Lenin’in eski bir makalesini yayınladı. Artık Lenin’in sabrı taşmak üzereydi.

AYAKLANMA İÇİN KAMPANYA

Ekim başında Lenin parti içinde bir kampanyanın fitilini ateşledi. Merkez Komitesi, Moskova Komitesi ve Sovyet üyelerine iletilmek üzere istifasını yazdı.

Merkez Komitesinden istifa isteğimi sunma zorundayım, parti saflarında ve parti kongresinde propaganda yapma hakkımı saklı tutarak bu işi de yapıyorum. Çünkü en derin inancım şu ki, eğer Sovyetler kongresini “bekler” ve fırsatı da hemen kaçırırsak, devrimin batmasına neden oluruz.(18)

Lenin Merkez Komitesi’ni artık bütün gücüyle sıkıştırıyor, devrimin elden kaçması tehlikesi büyüdükçe uyguladığı basıncı artırıyordu. Zaten parti üyeleri arasında da Lenin’e karşı sarsılmaz bir güven söz konusuydu. Dolayısıyla, Ekim ayına girilirken Lenin partiyi, ayaklanma için hazırlanmak konusunda tümüyle ele geçirmeye başlamıştı. 10 Ekim bu fethin ilk göstergesiydi. Hayli tartışmalı geçen toplantının sonunda, bir çocuk defterinden koparılmış yaprağa kurşun kalemle yazılan Merkez Komitesi kararı bir silahlanma ve ayaklanma çağrısıydı: “Silahlı ayaklanmanın kaçınılmaz ve tamamen olgunlaşmış bulunduğunu göz önünde tutan merkez komite, bütün parti örgütlerine tutumlarını bu duruma göre belirlemeyi...”(19).

Tam bu anda, Geçici Hükümetin devrimci askerlerden oluşan Petrograd garnizonunun tümünü cepheye gönderme planlarının ortaya çıkması Bolşevikler açısından bulunmaz bir fırsat oldu. Devrimci askerlerin sert tepkisiyle karşılaşan bu girişimle beraber, Bolşeviklerin eline ayaklanmayı pratik olarak hazırlamanın sağlam bir gerekçesi geçti. Askerler kararlı biçimde plana karşı koydular ve Geçici Hükümeti tanımadıklarını belirterek iktidarın Sovyetlere devredilmesini talep etmeye başladılar. Daha önce hükümetin yanında saf tutmuş çeşitli askeri ve toplumsal gruplar da bu defa Petrograd Sovyeti’ne destek açıklaması yaptılar. Artık bir ayaklanmayı başlatmak ve iktidarı ele geçirmek için neredeyse tüm koşullar hazırdı.

Bolşevik liderlerin bir kısmı 25 Ekim’de toplanacak Tüm Rusya Sovyetler Kongresi’ni beklemek gerektiğini söylemeye devam ediyorlardı. Lenin ise, ısrarla, kongreyi beklemeden ayaklanmanın başlatılmasını, kongre başladıktan sonra mutlak ve katı bir karar çıkarmanın zorlaşacağını, bunun da hükümete kuvvetlerini toplamak için zaman tanımak anlamına geleceğini söylüyordu.

Lenin artık Petrograd’a dönmüştü, ama hâlâ arandığı için güvenilir bir parti üyesinin evinde saklanıyordu. Saklandığı evden yazdığı notları sürekli ev sahibi ile Smolni Enstitüsü’nü karargah haline getirmiş olan Merkez Komitesi üyelerine gönderiyor, daha fazla zaman kaybedilmemesi için tüm yoldaşlarını sıkıştırıyordu. Bir de saklandığı yerden ayrılmak ve diğer yoldaşlarıyla beraber Smolni Enstitüsü’nde çalışmak isteğini dile getiriyordu. Talebi ısrarla reddedilince sinirlendi; kendisine gönderilen ret yazısını buruşturup yere attı ve “Neden korkuyorlar?” diye söylendi. Ev sahibine “Onlara yalnızca yüz sadık tüfekli asker ya da Kızıl Muhafızları olup olmadığını sorun. Başka bir şeye ihtiyacım yok” dedi.(20) Birkaç saat sonra ise, daha fazla dayamayan Lenin, Merkez Komitesi’nin saklanma kararını bir ayda ikinci kez bozarak, başına bir peruk ve kasket takarak, gizlice evden kaçtı. Ev sahibine bıraktığı notta “gitmemi istemediğin yere gidiyorum” yazıyordu. O yer Smolni’ydi; Lenin Bolşevik karargahına gidecek ve partisini bu defa kesin olarak fethedecekti.

Her ne kadar Lenin beklemek istemese de, 25 Ekim tarihi geldi. Lenin sabırsızlıkla ayaklanmanın başlatılmasını istiyordu. Meşhur “bir gün önce erken olacak, bir gün sonra ise geç” sözleri 25 Ekim’i işaret ediyordu. Sovyetler Kongresi’nin toplandığı gün bunun için en ideal zamandı. Çünkü ilk gün tüm delegeler Petrograd’a gelmiş ve bu sayede erken bir adım atılmamış olacaktı. İlk gün yine ideal zamandı, çünkü ertesi gün kongre oturumlarının başlamasına ve toplantının hantal gündemlere mahkum edilmesine izin verilmeyerek geç kalınmamış olacaktı.

6 Kasım (yeni takvimle - abç) çok erken. Ayaklanmak için bütün Rusya’nın desteği gerek; 6 Kasım’da kongre delegeleri daha gelmemiş olacak. Öte yandan 8 Kasım da çok geç. Bu sırada kongre örgütlenmiş olur; bu örgütlenmiş büyük kuruluştan hızlı, kesin kararlar çıkarmak güçtür. Kongrenin toplanacağı gün olan 7 Kasım’da harekete geçmeli ve kongreye ‘İşte iktidar! Buyurun, ne yapacaksanız yapın!’ diyebilmeliyiz.(21)

24 Ekim gecesi, Merkez Komitesi’ne son kez seslendi Lenin:

Yoldaşlar! Bu satırları durumun son derece nazik olduğu 24 Ekim akşamı yazıyorum. Bugün için ayaklanmayı geciktirmenin ölüm demek olduğu gün gibi apaçık ortadadır. (...) Artık beklemek mümkün değildir. Bu, her şeyi yitirmek tehlikesini göze almak olur.(22)

Artık Lenin’i durdurmak mümkün değildi. Zaten sözlerini şöyle bitirmişti: “Eylemde duraklama ölüm demektir”. Ve Lenin’in durdurulamayan iradesi sayesinde, ertesi gün, Sovyetler Kongresi’nde Ekim Devrimi’nin zaferi ilan edilebildi.

SOMUT DURUMUN SOMUT ÇÖZÜMLEMESİ YA DA DEVRİM ARAYIŞI

Bir özet olarak, Şubat’tan Ekim’e giden sürecin öyküsü bu kadar. Ancak bu öykünün içerisinden çıkarılabilecek dersler hayli fazla. Eğer Lenin bugün sadece adı hatırlanan bir isim değil de aynı zamanda günümüzün mücadelelerinde vazgeçilmez bir ilham kaynağı ise, bu tür derslerin önemini teslim etmemiz gerekiyor.

Mesela, tüm bu öyküden, bir insanın tarihin biçimlenmesinde nasıl rol oynadığına ilişkin bir fikir çıkarmak zor olmasa gerek. Ya da partiyi sürekli kitle hareketinin gerisinde kalmamak için ileriye iten, öncülüğü bir kimlik beyanının ötesine taşıyıp gündelik bir pratik haline getiren bilinci görmemek imkansız.

Ancak, belki de en önemlisi, Lenin’in bütün pratiğini koşullayan, tüm tercih ve hamlelerini belirleyen, her adımda kendi varlığını dayatan devrimi arama çabasıdır. Lenin söz konusu olduğunda, devrimi aramak ve devrim için adım atmak uğraşılarını hesaba katmadan tek bir cümle anlamak imkansız hale gelir. Deyim yerindeyse, devrim arayışı, Lenin’in hem kişisel hayatının hem de siyasal mücadelesinin tam ortasından geçen kızıl bir damar gibi akar. 1917 yılı boyunca, Lenin’in keskin manevralarına ve sürekli değişen hamlelerine bir bütünlük veren de bu devrim arayışından başka bir şey değildir.

Evet, Lenin öncülük ilkesinden hiç vazgeçmemiştir. Ama onun öncülükten anladığı kitle hareketlerini küçümsemek ya da önemsizleştirmek değil, öncü iradenin kitle hareketinin gerisine düşmesini engellemek, kitle hareketinin en güncel eşiği ile öncü irade arasında ucu daha ileri mevzilere açılan bir ilişki kurabilmektir.

Evet, Lenin siyasal düzlemin protokoler teamülleriyle oyalanmayı ve böylece her adımı uzun tartışmalar sonrasına bırakmayı çoğu zaman reddetmiştir. Ama onda blankist bir darbe merakının izi dahi yoktur. Partinin kadro yapısı ve siyasal programı ne kadar sağlam olursa olsun, kitlelerle bağını yitirmiş, arkasına güçlü bir toplumsal destek almamış bir iradenin ayaklarının havada kalacağının farkındadır.

Evet, Lenin her zaman ilkeleri konusunda taviz vermez olmuş, marksizmin mirasından en ufak bir uzaklaşmayı dahi en sert biçimde mahkum etmiştir. Ancak ilkeler, Lenin açısından gerçek dünyaya dayatılacak hazır şablonlar değil, bizzat somut koşulların zenginliğini açıklayacak ve bu gerçekliği yönlendirecek formüllerdir. O yüzden, şablonların ne söylediğini değil, gerçekliğin kendini hangi somut biçimlerde ortaya koyduğunu, formüllerin gerçekleşme biçimlerinin özgüllüğünü anlamaya çalışmış, yani her koşulda somut durumun somut çözümlemesine yönelmiştir.

Ve bütün bu ilkelerin pratik olarak hayata geçirilmesinde Lenin’in birincil kılavuzu her zaman devrimi aramak olmuştur. En disiplinli örgüt modelini en esnek siyaset tarzıyla bu kadar kusursuz biçimde bir araya getirebilmesinin arkasında yatan neden de, bu devrim arayışıdır.

150. yaşında ve de tüm dünyanın en çok ihtiyaç duyduğu şeyin bir devrim olduğu bugünkü koşullarda, Lenin’in devrimi arayan sarsılmaz iradesi ve bilinci, belki de hiç olmadığı kadar büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Çünkü bir yerde devrimden söz ediliyorsa, orada baş köşelerden birini mutlaka Lenin’e teslim etmek zorunludur.

 

(*) Bu yazı, Komünist dergisinin Mart 2020 tarihli 9. sayısında yayımlanmıştır.


(1) Nadejda Krupskaya: Lenin’den Anılar, Çev: S. Kaya – S. N. Kaya – İ. Yarkın, İnter Yayınları, İstanbul, 1995, s. 313.

(2) Feliks Çuyev: Molotov Anlatıyor, Çev: Suna Kabasakal, Yordam Yayınları, İstanbul, 2007, s. 159.

(3) E.H. Carr: Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi 1917-1929, Çev: Levent Cinemre, Yordam Yayınları, İstanbul, 2010, s. 49.

(4) V.I. Lenin: Seçme Eserler, Cilt 6, Çev: Saliha N. Kaya, İnter Yayınları, İstanbul, 1995, s. 46.

(5) V.I. Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, Ankara, 1992, s. 15.

(6) a.g.e., s. 37.

(7) Alexander Rabinowitch: Bolşevikler İktidara Geliyor – Petrograd’da 1917 Devrimi, Çev: Levent Konyar, Yordam Yayınları, İstanbul, 2010, s. 47.

(8) a.g.e., s. 60.

(9) a.g.e., s. 62.

(10) V.I. Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s. 122.

(11) V.I. Lenin: Seçme Eserler, Cilt 6, s. 176.

(12) V.I. Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s. 89.

(13) Emmanuil Kazakeviç: Mavi Defter – Ekim Öngününde Lenin, Çev: Özlem Koşar, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2005, s. 27.

(14) a.g.e., s. 104.

(15) V.I. Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s. 129.

(16) a.g.e., s. 134.

(17) Alexander Rabinowitch: Bolşevikler İktidara Geliyor – Petrograd’da 1917 Devrimi, s. 210.

(18) V.I. Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s. 172.

(19) ag.e., s. 183.

(20) Alexander Rabinowitch: Bolşevikler İktidara Geliyor – Petrograd’da 1917 Devrimi, s. 294.

(21) John Reed: Dünyayı Sarsan On Gün, Çev: Rasih Güran, Yordam Yayınları, İstanbul, 2008, s. 74.

(22) V.I. Lenin: Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi, s. 209.

 

DAHA FAZLA