SAĞLIKTA DAYANIŞMA NASIL FİLİZLENDİ?
1980’lerle başlayan ve Sovyetlerin çözülmesiyle birlikte hızlanan, dünya çapında neredeyse etkilemediği ülke kalmayan ve tüm kamu hizmetlerini özelleştirmeyi hedefleyen neoliberal dalga, kamu tarafından finanse edilen ve sunulan sağlık hizmetlerini de hedef aldı. Bu neoliberal dönüşümün adı “Yapısal Uyum Programları (YUP)” idi. YUP’lar IMF ve Dünya Bankası tarafından finanse ediliyor ve dayatılıyordu. Bu programlar ile sağlık hizmetlerinin bütüncüllüğü parçalandı, koruyucu sağlık hizmetleri gibi kâr getirmeyen hizmetler göz ardı edildi, kâr getiren ameliyatlar ve tedaviler yaygınlaştırıldı, özel sağlık sigortaları ve cepten ödemeler gün be gün arttı, nitelikli sağlık hizmetlerinin özel sektöre devri gibi dönüşümler deyim yerindeyse ışık hızında gerçekleştirildi. Uluslararası hastane zincirleri, sigorta şirketleri, ilaç ve medikal tekeller devleşirken, tüm dünyada emekçilerin eşit ve nitelikli sağlık hizmetine erişimleri neredeyse imkansızlaştı.
Neoliberal düzenin sağlık alanındaki çöküşünün simgesel örneklerinden biri ABD'deki Katrina Kasırgası'ydı
Bu dönüşüm ile sağlık emekçileri için çalışma yaşamı kabusa döndü; iş güvencesizliği, esnek istihdam, taşeronlaşma, işçi sağlığı ve güvenliği sorunları, uzun çalışma saatleri, emekliliğe yansımayan performansa dayalı ödeme gibi pek çok “yeni” uygulama ile nitelikli sağlık hizmeti üretimi yalnızca emekçilerin tıp etiği ilkelerine bağlı kalacakları güvencine endekslendi.
Böyle bir sağlık(sızlık) ortamının çelişkileri en çıplak haliyle olağandışı durumlarda kendini gösterir oldu; hiçbir kapitalist ülke ve hatta kapitalist ülkelerin merkez sağlık örgütlenmeleri (ör. Dünya Sağlık Örgütü-DSÖ) depremler, salgınlar, savaşlar, göçler, halk ayaklanmaları gibi olağandışı durumlarla başa çıkamadı. Çünkü olağandışı durumlar, artı değer üretimi, sömürü çarkı ve sermayenin hep daha fazlasını talep etme refleksi ile kurgulanan “yeni” sağlık paradigmasını sarsıyordu.
Sağlık emekçileri herkese eşit, nitelikli, ücretsiz ve ulaşılabilir bir sağlık sistemi öğretisi ile eğitilmişler, üstelik bu öğretiyi de tıp etiğine bağlı kalacaklarına dair ettikleri yeminle perçinlemişlerdi. Ortada geniş toplumsal kesimleri etkileyen olağandışı durumlar varken sağlık emekçilerinin ilk reflekslerinin insanlara yardım etmek olması sağlıkçıların bir nevi varoluş nedeni idi; oysa, “yeni” sağlık paradigmasında insanlara “bedava” yardım etmenin yeri yoktu.
Sağlıkta ulusal ve kimi örnekleri ile uluslararası dayanışma ağları işte böyle bir sağlık(sızlık) zemininde, ölümle dahi başa çıkabilen sağlıkçıların kapitalizmin deli saçmalığına boyun eğmemesi ile filizlendi.
Bugün sadece Küba için değil, başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın pek çok ülkesi için doktor yetiştiren Latin Amerika Tıp Okulu’nun (ELAM) girişinde bulunan “BU, BENCİLLİĞE KARŞI DAYANIŞMANIN SAVAŞI OLACAK” tabelası Che’nin öğütlerini ve mirasını diri kılar nitelikte.
Küba'daki Latin Amerika Tıp Okulu (ELAM)'ın girişinde “Bu, bencilliğe karşı dayanışmanın savaşı olacak" yazıyor"
Küba, sağlık dayanışması konusunda tüm dünyaya adeta ders veriyor; üstelik bunu salt sağlık hizmet sunumuyla da yapmıyor, sağlığı bir dayanışma ve mücadele aracı haline getirip politize ederek verdiği dersin değerine değer katıyor.
Kübalı sağlıkçılar son 60 yıl boyunca 100’den fazla ülkede sağlık hizmeti verdiler. 2011 yılında yalnızca Venezüella’da sayıları 10 bini aşmış Kübalı sağlıkçı sağlık hizmeti veriyordu. 2005 Pakistan depremine, 2010 Haiti’de depremine ve 2014-2015 arasında Güney Afrika’yı kasıp kavuran Ebola salgınına ilk sağlıkçı çıkarmasını yapan yine Küba oldu.
Yalnızca sağlık hizmeti sunmakla kalmayan Küba, bunun yanında başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere yurtdışından da gelen binlerce öğrenciye ücretsiz tıp eğitimi veriyor. ELAM’ın öğrencileri arasında ABD’li öğrenciler dahi bulunurken, okulun şartı öğrencilerin mezun olduklarında kendi ülkelerine dönüp orada sağlık hizmeti vermeleri.
Devrimci Doktorlar kitabının yazarı Steve Brouwer Venezüella’ya ilk gittiğinde karşılaştığı tablo için “Aman Tanrım, bu bir doktorlar ordusu!” dediğini, Venezüellalı meslektaşı Dr. Yonel’in ise kendisine “Hayır, bu bir barış ordusu” şeklinde cevap verdiğini aktarır. Her ikisinin yorumunu da birleştirerek “Sosyalist Küba’nın devrimci doktorlarından oluşan beyaz barış ordusu” desek herhalde yanlış olmaz.
TÜRKİYE'DE SAĞLIK DAYANIŞMASI
Türkiye’de sağlık dayanışmasından bahsedeceksek, iki örgütün adını anmadan geçemeyiz: Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES). Kendi alanlarını politize etme becerisine erişmiş olmanın yetkinliği ile ülkedeki olağandışı tüm durumlarda sağlık dayanışma ağlarının öncüleri TTB ve SES olageldi.TTB ve SES aktivistleri ilk olarak 1999 Marmara Depremi’nde kriz koordinasyon merkezini kurmak ve tüm faaliyetlerin koordineli bir şekilde yürütülmesini sağlamak, bir yandan veri toplayıp mevcut durumu raporlamak suretiyle meslek odası ve sendika faaliyetlerinin yanında sağlık dayanışması da örgütleyebileceklerini göstermiş oldular. Deprem ile birlikte bilgi ve ivme kazanan TTB, deprem sonrasında bu bilgi birikimini Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Kolu faaliyetleri kapsamında yüzlerce hekim ve sağlıkçı ile paylaştı, eğitimler, seminerler verdi.
2013 yılında Haziran Direnişinde ortaya konan sağlık dayanışması ise dünyada eşi benzeri olmayan bir deneyim oldu.
Öğrencisinden hocasına, hemşiresinden hekimine, teknikerinden eczacısına yüzlerce sağlıkçının gerek alanlarda verdiği mobil acil sağlık hizmeti, gerekse planlı ve/veya plansız örgütlenen gönüllü revirlerde yürütülen sağlık faaliyetleri Gezi’ye damgasını vurdu. İktidar sağlıkçıları tehdit edip, soruşturmalar açmakla kalmadı; Ankara ve İstanbul’da gönüllü sağlıkçıların kurdukları revirler içlerinde yaralı ve hastalar bulunduğu esnada çevik kuvvetin hedefi oldu. Bununla da yetinilmedi; AKP, dünya tarihinde ilk defa ilkyardım uygulamasını ruhsata bağlayan ve ruhsatsız ilkyardım uygulayan herkesi hapis ve para cezasına çarptıran bir yasa değişikliğine gitti. Gerek bu yasa, gerekse sağlıkçılara yönelik baskılar dünya çapında kınanırken, Dolmabahçe Camii revirinde gönüllü sağlık hizmeti veren iki uzman hekim camiyi kirlettikleri gerekçesiyle hapis cezasına çarptırıldılar. Ana akım medya ise Haziran Direnişinde yaşamdan yana saf tutan ve herkese eşit ve gönüllü sağlık hizmeti sunan sağlıkçıları ve onların örgütleri olan TTB ve SES’i hedef göstermeye hâlâ devam ediyor.
Sağlıkçıların bu kolektif birikimlerinin en refleksif çıktısı olan olağandışı durumlarda acil müdahale yetkinliği 2015 yılında (ne yazık ki) pek çok kez kendini gösterdi: Haziran 2015 HDP Diyarbakır Mitingi patlaması, Temmuz 2015 Suruç Katliamı, 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı. Tüm bu olaylarda sağlık koridorunun açılması, yaralılara yerinde ilk müdahale, kriz merkezinin oluşturulması, yaralı ve ölülerin takipleri, verilerin raporlanması, acil ihtiyaçların saptanması ve temini gibi tüm başlıklar TTB ve SES’in gönüllü aktivistlerince yürütüldü.
Bugün ülkede hâlâ göç yoğunluklu bölgelerde yürütülen, çatışma ortamlarında sağlanmaya çalışılan, yoksul mahallelerde inisiyatif örgütleyen tüm gönüllü sağlık faaliyetlerinde yukarıda bahsedilen birikimin öncüleri ve/veya öğrencileri örgütleyici konumundalar. Ve hâlâ iktidarın, ana akım medyanın ve maaşlı sosyal medya trollerinin hedefindeler.
1. Arpat, H. Devrimci Tıp, İleri Haber
http://ilerihaber.org/yazarlar/hande-arpat/devrimci-tip/1293/
2. Brouwer, S. Devrimci Doktorlar, Notabene Yayınevi, Kasım 2012. Ankara