Erdoğan’ın cemaate vurduğu en ağır darbe hangisiydi? Emniyet teşkilatındaki tasfiyeler mi, dershanelerin kapatılması mı, cemaatçi polis şeflerinin tutuklanması mı? Yoksa Bugün ve Zaman gibi medya kuruluşlarına kayyum atanması mı?
Yukarıda sayılan tüm unsurların cemaat için farklı işlev ve ağırlıkları vardır. En ağır darbenin hangisi olduğunu kestirmek zor, ancak Zaman’a kayyum atanmasının sembolik değerinin çok yüksek olduğu aşikar.
1986 yılında Fehmi Koru’nun yönetiminde kurulan Zaman, Gülen cemaatinin medya alanındaki ilk ciddi hamlesi oldu. Cemaat mensuplarının bağışlarıyla yıllardır yüzbinlerce aboneye dağıtılıyor oluşu da bu gazetenin cemaat açısından öneminin göstergelerinden biriydi. Bu gazetenin kayyuma devredilip hemen ardından “Artık tarafsız hizmet vereceğiz” açıklamasının yapılması, ertesi gün Erdoğan’ın manşete taşınması ve gazetenin arşivinin web sitesinden tamamen kaldırılması, bu sembolik değerin Saray nezdinde de önemli olduğunu gösteriyor.
Peki, sadece bu mu? Erdoğan sadece sembolik alanda bir yeni zafer kazanmış ve cemaate bir üzüntü daha yaşatmış olmak adına mı yaptı bu operasyonu?
Elbette hayır. Bunu anlamak için Erdoğan’ın nasıl tek adamlaştığı ve tek adamlığı bu kadar süre nasıl koruduğunun yanında AKP rejiminde medyanın rolünü hatırlamakta yarar var.
ERDOĞAN’IN TASFİYELERİ
Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk davası, kozmik oda…
Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu, Tuğrul Türkeş gibi ağır topların transferi…
Kanaltürk’ün Tuncay Özkan’dan Koza İpek’e, Koza İpek’ten kayyuma geçişi…
Muhalefet partilerinin kasetlerle dizaynı…
Örnekleri artırmak mümkün ama gerek yok. Adını andığımız operasyonlar birbirini tamamlamakta, Erdoğan’ın tek adamlaşma ve sonrasında tek adamlığını koruma süreçlerini özetlemektedir.
Erdoğan, sayısız defa ve tüm detaylarıyla tartıştığımız rejim değişikliğini başından itibaren aynı kararlılıkla yürütmüştür. Rejim değişikliği için atağa kalkmadan önce eli rahatlayana kadar beklemiş, sıkı bir ön hazırlık evresi geçirmiştir. Sonrasında ise amansız bir tasfiyeye girişmiş, elinin en güçlü olduğu dönemlerde dahi rehavete kapılmadan iktidar alternatifine dönüşme ya da olası bir iktidar alternatifine eklemlenme potansiyeli bulunan unsurları ya tasfiye etmiş ya da satın almıştır. Tüm bu süreçlerde medya kuruluşlarına operasyonel bir işlev yüklemiş, kendi kontrolündeki medya kuruluşlarını ordu gibi sahaya sürmüş, Doğan Medya gibi tam olarak kendi kontrolünde olmayan medya kuruluşlarını ise süreklileşmiş müdahalelerle istediği sınırlara çekmiştir.
Zaman’ın kayyuma devrinin de bu stratejinin güncel ihtiyaçları doğrultusunda gündeme geldiği açık. Peki ne gerek vardı ve neden şimdi?
“ZAMAN”LAMA MANİDAR
Öncelikle, Batı medyasında “Erdoğan gidici” temalı yazıların çıkmaya başlaması önemlidir. Metin Çulhaoğlu’nun “Sahiden gidiyor mu?” başlıklı yazısı, sadece “gidiyor-gitmiyor” falı bakanlara cevap olarak okunmamalıdır. Çulhaoğlu kimi güç odaklarının Erdoğan’ı sahiden göndermek isteyebilecekleri ya da en azından onu hizaya getirmek isteyebilecekleri ihtimalini saklı tutmuş, Erdoğan’ın bu türden denemeleri boşa çıkarma olanağına fazlasıyla sahip olduğunu vurgulamıştır. (1)
Erdoğan’ın Gülen’in defterini dürmeye kararlıdır ve Gülen cemaatini tamamen yok edemese bile, belini doğrultamayacağına emin olana kadar hırpalamadan içi rahat etmeyecektir. Günlük gazetesini yüzbinlerce aboneye dağıtmayı sürdürebilen, yurt dışındaki kolejleri açık tutabilen, liberalleri Abant’a toplayıp gövde gösterisi yapabilen bir cemaat Erdoğan için hala tehdittir. Geçmişteki maharetleri bir yana, ittifak ağlarının bugünkü genişliği bile Erdoğan gibi sağlamcı bir diktatörün canını sıkmak için yeterlidir. Ne demek istediğimizi anlamak için örneğin cemaatin desteklediği Haberdar adlı haber sitesinin yazar kadrosuna bakmak yeterli olacaktır. (2)
Buna AKP içindeki rahatsızlıkları da eklemek gerekir. Bülent Arınç ve Hüseyin Çelik gibi isimlerin daha yakın zamanda seslerini yükselttikleri, Abdullah Gül’ün bu isimlerle birlikte anıldığı, Ahmet Davutoğlu’nun kimi açıklamalarının satır aralarından Erdoğan’a dönük dokundurmaların sezildiği ve eş zamanlı olarak Davutoğlu’na yakın isimlerin Karar adlı yeni bir yandaş gazete çıkarmaya başladıkları bir dönemde Erdoğan elbette bu unsurların yan yana gelme ihtimalinden endişe etmiş, erkenden önlem alma ihtiyacı duymuştur. Nitekim deneyimli gazeteci Güray Öz, daha geçen ay İleri Görüş’te yayımlanan röportajında AKP içindeki en ciddi tartışmanın Gülen cemaatiyle ilgili olduğunu belirtmişti. (3)
SARAY KAVGASINDAN SOLA NE DÜŞER?
Emekçi halkın iktidarını kurmak için mücadele eden sosyalistler, egemen güçlerin attığı adımları umursamazlık edemezler. AKP’nin iç tartışmaları, Saray’ın huzursuzlukları, Erdoğan-cemaat kavgası gibi başlıklar elbette sosyalistler tarafından yakından izlenmelidir. Yararlanma olanağı varsa, bu da göz ardı edilmemelidir. Örneğin cemaatin yaptığından şüphe duyulmayan 17-25 Aralık operasyonları ya da sonrasında piyasaya sürülen tapeler sosyalistler tarafından görmezden gelinmemiştir.
Ancak yıllarca halka karşı birlikte suç işleyen, bugün içinde yaşadığımız cehennemi birlikte yaratan güçler arasında ehveni şer belirlemek, birine karşı diğeriyle ittifak stratejisi yapmak, birini Amerikancı diğerini milli ya da birini zalim diğerini mazlum diye kodlayıp taraf tutmak gibi bir saçmalığa teslim olmamızı da kimse beklemesin.
Bizim yapacağımız bellidir. Sola Erdoğancılık, Gülcülük ya da Gülencilik bulaştırmak isteyenleri tecrit edeceğiz ve emekçi halkı iktidara taşımak için alt etmemiz gereken asıl düşman olarak AKP/Saray rejimini yıkmak için bir çıkış yolu bulacağız.
Çok mu hayalciyiz?
Fazla uzaklaşmaya gerek yok. AKP’nin “Namaz kılanları dövdüler” yalanıyla köşeye sıkıştırmaya çalıştığı ODTÜ’de, yağma için girdiği Cerattepe’de ve 8 Mart’ı yasaklamak için polisini saldığı İstanbul sokaklarında nasıl çaresiz kaldığını hatırlayın ve soruyu tersten sorun:
Hayalci olan biz miyiz, yoksa bu ülkeyi teslim alabileceğini sanan Saray mı?
1) http://ilerihaber.org/yazar/sahiden-gidiyor-mu-51770.html