Simón Bolívar: Bir ihtilalcinin portresi
17 Aralık 1830 yılında ölen Simón Bolívar, ölümünün 187. Yılında Latin Amerika’da emperyalizme karşı mücadelede halklara ışık tutmaya devam ediyor.
Özgür Yılmaz
Simón Bolívar, nam-ı diğer Libertador (Kurtarıcı); Türkiye özelinde adını genelde Hugo Chávez ve Venezuela ile duyduğumuz bir ihtilalcidir. Bolívar, ismini iki ülke (Bolivya ve Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti) ile yaşatan, birleşik bir Latin Amerika devleti önerisiyle José Martí’den Fidel Castro’ya, Che’den Chávez’e büyük devrimcileri etkilemiş, kıtadaki İspanyol sömürgeciliğinin sonunu getiren önderdir. 17 Aralık olan ölüm yıldönümünde, hala ilham verdiği ve emperyalist saldırıların odağında bulunan Latin Amerika’daki toplumsal mücadelelere bakarken kıtayı bu denli etkilemiş bu insanı daha derinlemesine incelememiz gerektiğini düşünüyoruz.
BOLÍVAR’IN SİYASİ FİKİRLERİNİN ŞEKİLLENMESİ
Öncelikle Bolívar üzerinde etkisi olan toplumsal koşullara bir göz atalım. Bolívar, 24 Temmuz 1783’te şimdiki Venezuela başkenti Caracas’ta dünyaya geldi. Bu dönem kıta, Portekize ait olan Brezilya dışında İspanya hakimiyetindedir. Kıtadaki nüfusun büyük çoğunluğunu yerliler, köleler ve mestizos (melezler) oluştururken, azınlığı ise İspanyollar ve criollos (Kreoller) oluşturuyordu. Kreoller, Amerikada doğup büyüyen aslen İspanyol olanlara verilen isimdir. İspanya İmparatorluğu döneminde Kreoller, önemli mevkilere getirilmişlerdir ve kıtanın hakim gücünün bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Bolívar doğmadan kısa bir süre önce, ekonomik baskı, şiddetli sömürü ve yerlilere dönük ayrımcılık sebepleriyle kıtada 3 sene süren bir yerli isyanı patlak vermişti. Önderi İnka soyundan gelen Tupac Amaru olan bu isyan, kıtadaki egemenleri çok korkutmuştu. Bolívar’ın ailesi toprak ve maden sahibi aristokrat bir Kreol ailedir. Zengin bir aileye sahip Bolívar buna rağmen düzenli bir eğitim alamamıştır. Ancak daha sonradan kendisinden övgüyle bahsettiği, aydınlanmacı düşünürlerden özellikle etkilenmiş Simón Rodríguez’den özel dersler aldı. Bu dersler ve Rodríguez aracılığıyla, aydınlanma düşüncesiyle tanıştı ve aydınlanma felsefesi onun üzerinde büyük bir etki yarattı. İşte bu koşullar altında, 1799 yılında bu fikirlerin kaynağı olan Avrupa’ya bir gezi gerçekleştirdi. İspanya o dönem, Fransız Devrimi korkusundan dolayı Fransa ile olan sınırlarını kapatmıştı. Bolívar, bu gezisinde Fransa ve özel olarak Paris’ten çok etkilenmişti. Bu süre zarfında cumhuriyetçi ve anti monarşist düşünceleri ete kemiğe bürünen Bolívar, Napoleon’un 1804 yılında Notre Dame Kilisesi’ndeki taç giyme töreninde bulunmuştu ve daha sonra bu törenden nefretle bahsetmiştir.
SİYASİ PRATİKLERİ
Düşüncelerinin şekillendiği bu dönemden, ölene kadar içinde bulunduğu siyasi pratikler bize Bolívar’ın yılmak bilmez bir ihtilalci olduğunu göstermektedir. Bu iktidarcılığına atfen, 1805 yılında yani henüz Avrupadayken arkadaşlarının önünde -doğruluğu kanıtlanmamış da olsa- şu yemini ettiği söylenir: “Sizlerin önünde yemin ediyorum, atalarımın tanrısının, şerefimin, vatanımın üzerine ant içiyorum ki, İspanyol muktedirlerin bizi boyunduruk altında tutmak için kullandıkları zincirleri kırana dek bedenimin ve ruhumun huzura kavuşmasına izin vermeyeceğim.”. Siyasal olarak ilk tecrübesi, 1809 yılında atandığı başkente yakın, kendi mülklerinin de bulunduğu Yare Vadisi belediye başkanlığıdır. Ancak Bolívar’ın bununla tatmin olmayacağını ileride göreceğiz. İspanya’nın Napoleon tarafından işgal edilmesine tepki olarak kurulan ve ilk liberal anayasanın hazırlayıcısı olan Cortes de Cadiz (Cadiz Meclisi); Güney Amerika’daki İspanyol mülklerine eşit haklar veriyordu. Bolívar, Venezuella’da da kurulan, bu meclisin junta’ları (bir nevi yerel meclisler) için aktif olarak çalıştı. Ancak Venezuelladaki bu meclisin içindeki kreoller daha çok muhafazakarlardı. Bu kişiler, güçlü devletlerin koruması altına girmeyi savunurken Bolívar bunlardan bağımsızlıkçı görüşleri dolayısıyla ayrıştı. 19 Nisan 1810’da Caracas’ta İspanyol valiyi istifaya zorlayan bir ayaklanma oldu. Devrimci bir cunta kuruldu ve bu cunta şehri yönetti. Cunta, “yönetimi meşrulaştırmak” amacıyla Bolívar’ı İngiltere ile ilişki kurması için Londra’ya gönderdi. Bolívar iyi ilişkiler kurmanın yanısıra, 1806 yılında Venezuela’da İspanyol yönetime karşı ayaklanan ama mağlup edilen, Fransız Devrimi’nin de hizmetinde savaşmış olan “precursor” (öncü) lakaplı Francisco de Miranda’yı da geri döndürdü. Bolívar’ın ağırlığının da etkisiyle, 5 Temmuz 1811’de toplanan Milli Kongre, Venezuela’nın bağımsızlığını ilan etti.
Bolívar’ın biyografları, onun çok güçlü bir iradesi olduğunu söyler. Bu irade gücü, aldığı yenilgilerden sonra inatla kalkıp yeniden başlamasını sağlamıştır. Bağımsızlık ilanından sonra, kralcı güçler kaybettikleri toprakları geri almaya başladılar. Bolívar ilk yenilgisini burada aldı, aldığı bu yenilgiden sonra Kolombiya’da bulunan Cartagena’ya geçti. Burada atlanmaması gereken çok önemli bir detay vardır: Bolívar ailesinden kalan mülklerden kendisine gelen bütün paraları bu bağımsızlık savaşları için kullanmıştır, savaşlarda eşlerini kaybeden kişilere kendi servetinden destekte bulunmuştur ve yaptığı işlerin karşılığı olarak verilen ödüllerden feragat etmiştir. Öyle ki, öldüğünde cebinde beş kuruş parası yoktur. Burada yayımladığı Cartagena Manifestosu ile İspanyol hükümetini yıkmak için bir çağrı yapıyor ve onun yerine merkezi bir hükümet öneriyordu: “Yönetim, barış sağlanana kadar hukuk ve anayasayı dikkate almadan korkutucu ve amansız olduğunu kanıtlamak zorunda. Biz kendi Amerikan hükümetlerimizi birleştirmediğimiz sürece, bunun düşmanın yararına olacağına inanıyorum. Bunu başaramazsak, iç savaşın çözülmez ağlarına yakalanmamız ve ülkemizi kirleten şu küçük haydutlar sürüsü tarafından yüz kızartıcı bir yenilgiye uğratılmamız kaçınılmaz olur.” Cartagena’da, cumhuriyetçilerin desteğiyle Venezuella’yı kurtaracağı ordunun başına geçti ve politikasını belirledi: guerra o muerte yani savaş ya da ölüm. 1813 yılında Caracas’ı yeniden fethetti ve kendisine kongre tarafından Libertador (Kurtarıcı) ünvanı verildi. Ancak, 1814 yılında kralcı birlikler tekrardan Caracas’a girdi ve cumhuriyet tarihinin ilk evresi kapandı. Libertador, Carta de Jamaica’yı (Jamaika Bildirisi) yayınladığı Jamaika’ya geçti. Bildiride belirleyici olan ise net bir şekilde Amerikalılığı vurgulamasıydı: “Bizler insan soyunun büyük bir evreniyiz. Bizler, iki okyanusla çevrelenmiş, sanat ve bilimde yeni, ama insan toplumu olarak eski olan ayrı bir dünyayız. Biz ne Kızılderili’yiz ne Avrupalı, ama her ikisinin parçasıyız.” Daha sonra da Haiti’ye geçmek zorunda kaldı.
Haiti’de, Alexendre Petion isimli siyah bir devlet başkanı iktidardaydı. Sınırlı bütçesine rağmen iktidara geldiğinde köleliği kaldırması şartıyla -ki Bolívar bu sözünü tutmuştur-, Bolívar’a muazzam bir destek verdi. Bu destekle Bolívar, İspanyol askerleri bu yönden bir saldırıyı beklemediği için And Dağları’nı geçerek Boyoca’da İspanyolları yenilgiye uğrattı. Bu zafer onun gelişkin askeri yeteneğinin bir örneğidir. Bundan sonra birleşik bir Güney Amerika fikrinin ilk somut örneği olan Büyük Kolombiya Devleti, Ekvador, Venezuela ve Kolombiya’yı kapsayarak Bolívar başkanlığında kuruldu. Ancak Ekvador ve Venezuela’nın bir kısmı İspanyolların elindeydi; 1821 yılında Venezuela, 1822’de ise Ekvador özgürleştirildi. Bölgede İspanyollarla yapılan son savaş 1824 yılındaki Ayacucho Savaşı’ydı. Bu savaş ile İspanyollar kalıcı olarak yenilgiye uğratıldı ve Peru özgürlüğüne kavuştu. Böylece kıtadaki, Cristóbal Colón ile 1492’de başlayan İspanyol sömürge döneminin sonuna gelindi. Bolívar, bu savaşlarda desteğini aldığı yerlileri önemli noktalara getirdi. Ancak Peru bölgesindeki kreoller, Bolívar’ın bütün bölgeyi büyük bir birleşik devlet yapısına sokma düşüncesine karşı çıkıyorlardı. 1825 yılında Alto Peru (Yukarı Peru) bölgesi, kurtarıcısından kaynaklı Bolivya adını aldı ve bağımsızlığını kazandı. Bağımsızlıktan sonra, bir kararnameyle yerlilerin ödemekle yükümlü oldukları vergileri kaldırarak bu konudaki samimiyetini göstermiş oldu. Ülkeler arasındaki, yıllar boyu süre gelen ve coğrafi farklılıkların da etken olduğu farklı uluslaşma süreçleri ya da Brezilya’nın kıtanın en büyük ülkesi olması ve farklı bir kralı olması gibi çözülemeyen problemler yüzünden Bolívar’ın tek bir Latin Amerika ulusu yaratma süreci gerçekleşmedi.
Bolívar bu yıl (1826) üç ülkenin devlet başkanı olarak gücünün zirvesindeydi. En yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Sucre’ye yazdığı bir mektupta, birleşik bir Güney Amerika hayalini şu şekilde dile getirmişti: “Bolivya, Peru ve Kolombiya arasında kurulacak ve Birleşik Devletler’den daha sıkı ilişkiler içerisinde olacak genel federasyona geçilecek.” Ancak yukarıda bahsettiğimiz şekilde, Peru’daki güçlü milli duygular, Bolívar’ın bu enternasyonal hayaliyle çelişiyordu. Bu yüzden, kreolleriyle sıkıntı yaşadığı Peru başkanlığından istifa ederek, sadece Venezuela ile ilgilenmek amacıyla ülkeyi terk etti. Bu çözülmeyen anlaşmazlıklar, en sonunda Birleşik Güney Amerika projesinin sonunu hazırladı. Önce Venezuela eyaletinin genel kumandanı Jose Antonio Paez, açıkça Bolívar’a karşı ayaklandı. Daha sonra ise, en yakın çalışma arkadaşı ve başkan yardımcısı Paula Santander ile araları açıldı ve iç savaş süreci başladı. Bu iç savaş neticesinde, Latin Amerika’nın bugünkü uluslara bölünme süreci tamamlanmış oldu. Bolívar, kıtanın bağımsızlığını sağlamıştı ancak kafasındaki birleşik ve modern cumhuriyeti yaratamamıştı. Bolívar, 17 Aralık 1830 yılında tüberküloz hastalığından kaynaklı olarak Kolombiya’da öldü.
GÜNÜMÜZDE BOLÍVAR
Bolívar’ın bir kült haline gelmesi, naaşının Kolombiya’dan Caracas’a getirilmesiyle başlandı. Naaşını binlerce insan karşıladı. Ancak bu kültün kurumlaşması, 1870’lerde Venezuela’da iktidara gelen Antonio Guzman Blanco ile başladı. İktidara geldikten sonra, Bolívar’ın adını taşıyacak meydanlardan birine büyük bir heykelini dikti, daha sonra da Bolívar’ın yaşadığı evi satın alıp onarttı. Ancak, Bolívar’ın 100. Ölüm yıl dönümü olan 1883’te bu kült zirvesine yaklaştı, Bolívar’ın adına kitaplar, makaleler basıldı, anma toplantıları yapıldı ve ülkenin dört bir yanına heykeller dikildi.
Bolívar kültü, 20. Yüzyılın ortalarına doğru bir tür devrimcileşme yaşadı. Bolívar, aslında ne sosyalist ne de Marksistti; klasik anlamda bir burjuva devrimcisiydi. Bu konu, Latin Amerika sosyalistleri arasında tartışma konusu olmuştur. Bir kesim, Marx’ı referans göstererek Bolívar’ın emperyalizmle işbirliği halindeki tipik bir burjuva devrimcisi olduğunu söylerken, diğer bir kesim Bolívar’ın ulusal bir önder olduğunu savunuyordu. Örneğin Chávez, “Bolívar’ın düşüncelerindeki çelişkiler belirleyici etkenler değillerdir. 1810-1830 arasında görebildiğimiz şey, İspanyol Amerikasının milli projesinin bir taslağıdır.” İkinci kesim, aşağıda sayacağımız örneklerden sonra baskın çıkmıştır. Önce Küba devriminin fikir önderi José Martí’nin onun adına yazdığı şiirleri görüyoruz. Küba Devrimi’nden sonra Fidel Castro, BM Genel Sekreterine yazdığı bir mektupta Bolívar’ın “devrimci enternasyonalizmi” ve “Latin Amerika’daki emperyalizme karşı savaş”ından bahsetmişti. Başka bir zaman ise Bolívar’ın öldüğü köyü ziyaret etmiş ve onun hakkında “Ele geçirebildiğim her şeyi okudum. Bolívar insanlık tarihinin en büyük figürlerinden biridir” demişti. Ernesto Che Guevara’nın politik yazılarında görülen “birleşik latin Amerika” fikrinin kaynağının da Bolívar olduğu söylenebilir; zira, Che’nin muzaffer Küba Devrimi’nden sonra devrimi yaymak amacıyla birçok ülkeyle sınırı olduğu için Bolivya’yı tercih etmesi de bunun bir örneğidir. 1927 yılında, Nikaragua’nın Amerika tarafından işgaline direnmek amacıyla bir halk ordusu kuran Augusto Sandino’nun da Bolívar’dan etkilendiğini biliyoruz. Kolombiya’daki M19 Gerillaları, Bolívar’ın kılıcını onun amaçlarını gerçekleştirdikten sonra yerine koymak üzere çaldılar. Kolombiya’da Bolívar kültüne sahip çıkan bir diğer önemli örgüt ise bugün yasal parti formuna geçiş yapmış olan FARC’tır. FARC, Bolívar kültüne daha önceden, kendi ulusal liderleri ve yukarıda bahsettiğimiz gibi Bolívar’ın sağ kolu olan Santander daha sonra Bolívar ile ters düşüp Büyük Kolombiya projesini parçalayan iç savaşa yol açtığı için mesafeli duruyorlardı. Ancak FARC’ın liderliğine Manuel Marulanda geldikten sonra bu kült ile barışıldı ve hatta bir çok gerilla biriminin başına “Bolívarcı Militanlar” adı verildi.
Bugünlerde en çok bilinen Bolívarcılık örneği ise, Chávez tarafından yaratılan 21. Yüzyıl sosyalizmine referans olanıdır. Bolivarcı Devrimci Hareket-200 (Movimento Bolivariano Revolucionario-200); Venezuela ordusundaki devrimci subayların hükümeti askeri bir müdahaleyle değiştirmek amacıyla, Chávez tarafından 1982 yılında kuruldu. Bu ada eklenen “200”, Bolívar’ın 200. Doğum yılına dikkat çekmek amacıyla eklenmiştir. Bu hareket, Bolívar’ın bağımsız ve birleşik bir Latin Amerika cumhuriyeti hayaliyle, sosyalizmin eşitlik, bağımsızlık, dayanışmacılık gibi kavramlarını birleştiriyordu. Bu sosyalist müdahale planı başarısızlığa uğradıktan sonra Chávez 1999 yılında seçimle iktidara gelir gelmez, 2002 yılında kendisine yapılan darbeyi engelleyecek asker-sivil ittifakını gerçekleştiren planın adı ise “Plan Bolívar 2000”di. Zaten, 2000 yılında ise ülkenin adı Chávez’in isteği ile Venezuela Cumhuriyeti’nden, Venezuela Bolivarcı Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüştür. Chávez, iktidara geldikten hemen sonra Bolivarcı Sosyalizmi ile petrol kaynaklarını devletleştirdi, eğitim, sağlık, kültür ve teknoloji alanlarında çok büyük gelişmeler sergiledi. Yoksulluk ve suç oranları hızlıca düştü, yoksul halkın konut sorununu çözdü, Bolívar’ı referans alarak dış politikada anti emperyalizmin bayraktarı oldu. 14 Aralık 2004’te, Bolívar’ın Birleşik Latin Amerika hayalini gerçekleştirmek için, Fidel Castro ve Hugo Chávez önderliğinde 11 Latin Amerika ülkesi (Küba, Venezuela, Bolivya, Nikaragua, Dominik, Ekvador, San Vicente ve Granadinas, Antigua ve Barbuda, Santa Lucía Saint Kitts ve Nevis ve Granada) bir araya gelerek Alternativa Bolivariana para los Pueblos de Nuestra América’yı kurdular (Amerikamızın Halklarının Bolivarcı Alternatifi). Yine aynı amaçla, Unión de Naciones Suramericanas (Güney Amerika Milletler Birliği); Mercado Común del Sur (Güney Ortak Pazarı) ve Comunidad Andina de Naciones (And Halkları Topluluğu) kuruldu. Bu örgütler, Latin Amerika’nın kırılgan sosyal ve ekonomik yapısına binaen dayanışma amacıyla, sömürgeciliğe karşı kıta çapında “birleşik” bir mücadelenin farkında olan Bolívar’a bakılarak kurulmuştur.
Bolívar bugün hala Latin Amerika’daki devrimci mücadeleler ve direnişlerde sembol olma özelliğini koruyor. Bu direnişin en son örneği ise, Venezeula sağının doğrudan ABD’den aldığı maddi yardımlarla ülkede başlattığı ve birçok insanın yaşamını yitirdiği protestolara Venezuela halkının verdiği kararlı tepkidir. Devlet Başkanı Maduro, bu duruma Kurucu Meclis seçimleri ile müdahale ederek ve sağın liderlerinden bir kısmını tutuklayarak müdahale etti. Geçtiğimiz günlerde kendisi de bir Bolívarcı olan Bolivya devlet başkanı Eva Morales’in de söylediği gibi: “Bugün Maduro’yu savunmak, Bolívar’ı savunmak demektir.” Bolívar, Latin Amerikalı yerlilerin ve kreollerin, İspanyol sömürgeciliğine karşı verdikleri bağımsızlık savaşlarına önderlik etmişti; bugün de, halkların Amerikan emperyalizmine karşı verdikleri mücadeleye ışık tutuyor.